
Başın önüne düşünce uyandın. Her yerin uyuşmuş. Kollarını ovdun. Kucağındaki sıcak su torbasına sarıldın. Ilık. Onu koltuğa bıraktın. Omzundaki çizgili battaniyeyi kendine iyice doladın. Şimdi daha iyi.
Evin üzerinden kazlar göle doğru uçtu. Ciyaklamaları bacadan yankılandı. Tabii ya, eskiden olduğu gibi. Bastona tutunarak ayağa kalktın. Gölgen taş şömineye düştü. Şöminenin camını açtın, lavanta kokusu yayıldı. İçindeki ıvır zıvırı çıkardın. Futbol topu şeklindeki kupayı kazağının koluyla sildin, yer yer paslanmış, onu sehpaya bıraktın. Anna’dan kalan durmuş çalar saati ve iki melek biblosunu şöminenin üstündeki mermere dizdin. Geri kalan eşyayı ayakkabı kutusuna koyup koltuğun altına ittin. Bacaklarında derman kalmadı kendini koltuğun üstüne bıraktın.
Televizyon açık. Rusya Ukrayna savaşından görüntüler. Zil çaldı. Kurye, komşuya paket getirmiş olmalı. Madem paket bekliyor, evinde dursun o zaman. Bardağın dibinde kalan suyu içtin, haberin sonunu izlerken zil gene çaldı. Kapıdaki her kimse gitmeye hiç niyeti yok. Söylenerek kapıya yürüdün.
Kilolu, mavi gömlekli biri kapıda soluk soluğa. Onu daha önce buralarda hiç görmedin. Adam zilin üstündeki ismi okudu, “Bay Lütgens?” dedi.
Kulak kepçeni elinle kabartarak başını adama yaklaştırdın. “Efendim, biraz yüksek sesle konuşur musunuz? Sizi anlamıyorum.”
“Bay Lütgens siz misiniz?” diye tekrarladı bağırarak.
“Evet, benim.”
“Ben Rotedach enerji şirketinden geliyorum.”
“Elektrik sayacını mı okumaya geldiniz?”
“Hayır, hayır elektrik kurumundan değil. Bildiğiniz gibi, doğalgaz krizi yaşıyoruz. Şirketimiz doğalgaza alternatif sunuyor.” Eğildi, yerde duran evrak çantasını karıştırdı. Babanın sana üniversiteye başlarken hediye ettiği çantaya benziyor. Siyah, köşeli, üstelik omza atabilmek için askılı ama bu modern, aksesuarları gümüş rengi. Çantadan çıkardığı broşürü sana uzattı.
“Hiçbir şey satın almak istemiyorum.” Kapıyı kapamak için davrandın. Ama tam o anda adam öteki elinde tutuğu minik paketi kapı aralığına sıkıştırmayı başardı. Paket iki yanından hafifçe ezildi.
“Eğer bana beş dakikanızı ayırabilirseniz, bu sizin için Bay Lütgens.” Üzerinde Noel ağaçları olan bir hediye paketi. Kapıyı kapamaktan vazgeçtin. En son ne zaman hediye almıştın? Galiba beş yıl önceydi. Doğum günündü. Güneş pırıl pırıdı. Sen sardunyaları saksılara ekerken postacı getirmişti. Kutuda adın yazıyordu, senin adın. Şaşırmıştın. Oğlun Avustralya’dan göndermiş. Yünden turuncu, boğazlı bir kazak. O hâlâ Aachen yazının soğuk ve yağmurlu olduğunu sanıyor demek.
Adam boynundaki isim kartını uzattı. Sen gözlüğünün üstünden ismi okumaya çalışırken adını söyledi. “Rıza Ulaş ama siz bana Risa Ulaz diyebilirsiniz, telaffuzu daha kolay.” Bay Ulaş’ın içeri girebilmesi için kapıyı sonuna kadar açtın. Eşiği geçince durdu, siyah deri botlarını çıkarmak için eğildi.
“Çıkarmayın lütfen.”
Doğruldu. Duvarda yan yana aslı fotoğraflara baktı. “Futbol mu oynuyordunuz?”
“Gençken bir ara oynamıştım.” Sağ dizin gene sızladı. Eğilip onu ovdun.
“Matematiğe başlayınca bıraktım.” Ona sakatlığından bahsetmedin.
Atkısını çıkardı, çantasına tıkıştırdı. Paltosunun fermuarını açtı ama onu çıkarmadı.
Sen önde o arkanda salona girdiniz. Oturması için koltuğu gösterdin. Battaniyeyi yana iterek kendine oturabileceği kadar yer açtı.
Hediye paketini sehpaya, boş pizza kartonunun yanında bıraktı. Pakette ne var acaba? Okuma lambası, belki minik bir radyo. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Radyoyu yatak odasında götürebilir, uyumadan önce müzik dinleyebilirsin.
“Eviniz tahminimden de büyükmüş. Sadece salonu mu ısıtıyorsunuz?”
Bay Ulaş’ın ne dediğini anlamamıştın. Ama sana bir şeyler söylediğinin farkındaydın. “Kahve ister misiniz?” Daha lafın biter bitmez sorduğuna pişman oldun. Mutfağa gidip kahveyi kaynatmak gözünde büyüdü. Kahveye gerek yokmuş ama bir bardak su iyi olurmuş.
Kolların bacakların ağır. Başın döndü, kendini mutfağa zor attın. Masaya tutunarak sandalyeye bıraktın kendini. İlaç kutusu, yumurta kabuklarının yanında, masada. Cuma gözünde hiç ilaç yok. Bugün günlerden ne? Cumartesindeki ilaçları içtin. İçeri geri döndün.
Bay Ulaş’ın gözü sende. Endişeli. “İyi misiniz Bay Lütgens? Yorgun görünüyorsunuz.”
“Siz buraya neden geldiniz?”
“Söylemiştim, enerji şirketinden geliyorum. Siz iyi misiniz?
“Şimdi daha iyiyim.”
“Çok zamanınızı almayacağım. Hemen sorulara geçelim, sonra bırakayım da sizi dinlenin.” Çantasından anket formunu çıkardı, sordu. “Adınız?”
“Nico.”
“Yaşınız?”
Hemen cevap vermedin, veremedin. “Atmış beş…, sanırım yetmiş bir… evet yetmiş bir.”
“Medeni haliniz?”
Gözün şöminenin üstündeki Noel çelenginde. Dört mumdan biri henüz yanmamış. Yutkunarak, “Dul,” dedin, devam ettin. “Noel ağacını Anna süslerdi. Her yıl yeni bir yıldız satın alırdım, Anna onu ağacın en tepesine asardı. Akşam olup da hava karamaya başlayınca ağacın cılız ışığında çay içip Noel kurabiyelerimizi yerdik. Kokusu hâlâ burnumda.”
Bay Ulaş esnedi, göz ucuyla saatine baktı. “Çok üzgünüm. Başınız sağ olsun,” dedi. “Peki, şimdi enerji ile ilgili sorulara gelelim. Neyle ısınıyorsunuz? Gaz, elektrik yoksa odun kömür mü?”
”Gaz,” dedin. Kalorifere dokundun. Soğuk. Bay Ulaş’ın gözü sende. Titredin. Kaloriferin ayarını beşe aldın. “Oda birazdan ısınır,” dedin.
Bay Ulaş şöminenin olduğu tarafa baktı. “Bu oda sürekli sıcacık olabilir, eğer çatıya güneş panelleri taktırırsanız,” dedi. Arkasına yaslandı. O anda televizyonun sesi aniden artı.
Bakışların televizyonda, sarı saçlı hoş bir spiker Noel’de kar yağışı beklendiğini müjdeliyor. Bir anda gözlerinin içi güldü. Yerinden fırlayıp hediye paketini eline aldın, avucunda minik bir kuş tutuyormuşçasına özenliydin.
“Bunu kim gönderdi?” diye sordun Bay Ulaş’a.
Bay Ulaş arkasına sıkışan kumandayı kurtardı. “Rotedach enerji şirketi, söylemiştim,” dedi.
Koltuğa geri oturdun. Göğsün heyecanla çarpıyor. “Hediyeyi bana vereceksiniz, değil mi?” diye sordun.
Bay Ulaş güneş paneli için bir daha geleceğini söyleyerek, kalkmak için izin istedi. Arkasında bir tomar broşür bıraktı. O çıktığında oda yeterince ısınmıştı ama bu sefer kaloriferi kısmadın.
Noel çelengindeki dördüncü mumu da yaktın. Anna’nın duvarda asılı fotoğrafını parmak ucunla okşayarak, “Bay…” dedin gerisini getiremedin. “O bana Noel hediyesi getirmiş. İçinde ne olduğunu sende benim kadar merak ediyorsun, değil mi? Ama onu açmak için Noel’i beklemeliyiz. Şunun şurasında ne kaldı ki?” Birkaç saniye düşündün. “Galiba altı gün, belki de dört gün. Fotoğrafa arkanı döndün, odanın ortasına kadar yürüdün. Bir süre orada öylece durdun, ne yapacağını hatırlamaya çalıştın. Sonra fotoğrafın yanına geri döndün. “Şimdi hediyeyi altına koyacak bir ağaç lazım, tıpkı eski günlerdeki gibi.”
Spor çantana testereyle feneri yerleştirdin, dışarıya çıktın. Alacakaranlık. Sokak lambaları henüz yanmamış. Bahçe kapısının yanında duran arabaya bindin, torpido gözünden işitme cihazını çıkardın, kulaklarına taktın. Artık minik futbol topunun dikiz aynasına çarparken çıkardığı sesi duyabiliyorsun. Kara yolundan geçip ormanın içine doğru sürdün. Ağaçların altına park ettin. Hiç araba yok. Kimseye görünmeden rahatlıkla işini halledebilirsin. Hava reçine ve odun kokuyor. Feneri yaktın. Yokuş aşağıya indin. Dilinde uzun zamandır dinlemediğin bir şarkı. Çam iğneleriyle kaplı yumuşak zemine ulaştın. Devasa ağaçlarının bittiği yerde, kıyıda duran minik çam ağaçlarından birini gözüne kestirdin. Etrafına bakındın. Ne köpek gezdirenler ne de koşucular, kimsecikler yok. Tam zamanı. Testereyi çıkardın, çamı kesecekken nerden geldiğini anlamadığın ses seni durdurdu. Dikkat çekmesin diye testereyi çantaya geri soktun. Kulak kabartın, yanındaki dala bir kuş kondu, sağa sola zıplayarak yaprakları hışırdattı. Çamı kestin. Dizlerinin ağrımasına rağmen, sanki dünyanın en kolay işini yapıyormuş gibi eğilip kalkıyordun. Bacaklarında derman kalmayınca taşa oturdun. Soğuk. Hem de çok soğuk. Şu kayanın yanındaki minik kütükleri almalı, biraz da çalı çırpı toplamalı, sonra onları bir güzel şöminede yakmalı.
Salondan cılız bir ışık yayılıyor. Noel çelengindeki dört mum henüz sönmemiş. Nerdeyse senin kadar olan çamı, çalı çırpıyı ve birkaç kütüğü salona taşıdın. İçerisi soğuk. Önce şömineyi doldurdun. Kütüklerin arasına ince dalları yerleştirdin. Çırayı tutuşturdun şömineye attın. Alev cızıldayarak kuru dallara sıçradı, ateş harladı. Alevin ışığı salonun duvarlarında oynaştı. Çatlamış ellerini ısıttın. Sıcak iyi geldi. Uyku bastı ama daha yapacak işlerin var.
Çamı koltuğun yanına taşıdın, Noel baba desenli paspasın üzerindeki dört ayaklı metale oturttun. Ağaca Noel ışığını doladın ve gelişi güzel bir şekilde rengârenk topları taktın. Tepesine de Anna’nın en sevdiği porselen yıldızı özenle yerleştirdin. Çok güzel oldu. Minik hediye paketini ağacın altına bıraktın. Noel ışığını prize taktın. Cılız ışık odayı aydınlattı. Oda Anna’nın kurabiyeleri koktu. Koltuğa oturdun. Artık içerisi sıcacık. Tatlı bir uyku bastı. Gözlerini kapadın.
edebiyathaber.net (23 Ocak 2025)