Öykü: Nadide Sahaf | Y. Can Derdiyok

Ağustos 10, 2023

Öykü: Nadide Sahaf | Y. Can Derdiyok

Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever

Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer

Pablo Neruda

İki gecedir uyuyamıyorum. Yatağıma uzanıp tavana bakıyorum, bomboş. Tavan karanlık.  Gündüzlerim de karanlık. Yemiyorum. Küllüğü dolduran sigaralardan başka bir şey içmiyorum. İki gün önceki kısa sohbetten bu yana ben, artık ben değilim.

İnsan bir şekilde unutur derlerdi. İnanmıştım. Unuttuğumu sanmışım, unutamazmışım. İnsan unutursa alışır derlerdi. Alıştığımı sanmışım, alışamazmışım. Hatırlıyorum artık, cam gibi net anılarım. Unutmak yalanmış, insan unutamazmış. Unutabileceği yalanına inanırmış. İnanmak, aldanmakmış. Aldanmak, kaçmakmış…

Bana bu satırları yazdıran sohbeti anlatmalıyım belki de. Hayır, sadece bir sohbet değil bu. İki gün önce yaşanan sohbet ya da belki de olay diyebilirim, geçmişin tortusu. Güzel bir tortu mu demeliydim? Bilmiyorum. Belki de geçmişin tortusunu geçmişle anlatmalıyım. Ayrılmamalı onlar.

İki gün önce, yılların tekdüze günlerinden biriydi. Uyandıktan sonra bir kahve içip inmiştim aşağıya. Masamı sildim, işe başladım. Evimle işim arasında bir merdiven var. Hop işimdeyim hop evimdeyim. Ama bir bağ var alt kat ile üst kat arasında. Merdivenden daha sağlam bir bağ. Ben kuruyorum o bağı. Aşağıdaki kitapları yukarı çıkarıyorum, okuyorum. İndiriyorum aşağı, yerlerine koyuyorum.

Aşağıdaki kitapların kokusuyla uyuyorum geceleri. Gerçi iki gündür sigara koktuğu için üst katta, hissedemiyorum kitap kokusunu. Dar bir sokağa açılıyor alt katın kapısı. Kapının karşısında bir kıraathane, yanında da kırtasiye var. Yolu taşla döşenmiş bir sokak düşünün. Yavaş yavaş geçiyor arabalar. İki masa atmıştım kaldırım taşlarının üstüne. Bilgisayarını, kitabını alan geliyor. Kahvelerini demliyorum, sigaralarını içiyorlar. Çalışıyorlar.

Kitap satıyorum. İkinci el kitap satıyorum daha doğrusu. Eskimiş kitap mı demeliydim? Ya da içinde yazan şeylerden başka hikâyesi olan ve elden ele dolaşan kitaplar diyebilirim. Nadide kitaplar da var onların içinde. Ama bu yüzden Nadide Sahaf demedim dükkânıma… Nadide’nin hikâyesi de başka.

Kırk yıldan daha fazlasına dayanıyor Nadide’nin hikâyesi. Tahran’daki üniversitenin yakınlarında tanışmıştım onunla. Arkadaşım tanıştırmıştı Nadide’yle beni. “Sevgilimin sınıfında güzel bir kız var tanışmalısın” demişti. Ayarlanan buluşmada ürkek bir tavırla yaklaşmıştım Nadide’nin yanına. Ben üniversitede değildim, bu yüzden mahcup ve aciz hissediyordum kendimi. Anlatmıştı beni arkadaşım. Bu adam okuyor, yazıyor demişti. Evet, okuyordum, yazıyordum. Şiir yazıyordum, hikâye yazıyordum. Ülkemin edebiyatını ve dahasını okuyordum. Değiştirmek istiyordum. Tozlu yolları değiştirmek istiyordum mesela. Taştan ya da asfalttan olsun istiyordum yollarımız. Açlığı yok etmek istiyordum. Doysun diye çocuklarımız. Acıları silip atmak istiyordum bu kirletilen coğrafyadan.

Nadide, hemşire olacaktı okulu bitirince. Yemyeşil gözleri ve kavruk teniyle büyülemişti beni. Pamuk gibiydi elleri, kitaplardaki güzel hemşirelerin elleri gibi. Haftanın iki ya da üç günü kısa süreli görüşebiliyorduk. Okuduğum şiirlerin, söylediğim sözlerin esiri olmuştu sanki. Her görüşme bitişinde bir sonraki görüşme için yeni bir şiir istiyordu benden. Her defasında okuyordum ezberlediğim şiirleri. Öyle ki, bir süre sonra yeni şiirler ezberlemeye başlamıştım. Bense onun esiri olmuştum. Bakışı, gülüşü, utangaçlığı…

“Kaderim sensin” dedi bir gün. Nedense inanamamıştım bu cümleye. Tüm sevecenliğiyle söylediği o cümlenin ardından gözlerimdeki korkuyu hissetmiş olacak ki gözlerini kaçırmıştı benden.

Korktuğum başıma gelmişti. Nadide’yi aldılar elimden. Bir daha hiç göremedim onu. Aramaktan yılmayacağıma dair söz verdim kendime. Aramaktan yılmadım bir süre ama, arattırmadılar Nadide’yi. Yaşamak daha önemliydi, onu yaşatmak için. Yaşarsam bulabilirdim onu. Kaçtım, yaşamak için… Daha sonra unutmaya çalışacağımı nasıl bilebilirdim ki?

Yirmilerinde bir gençken ayrıldığım ülkeme komşu bu ülkede, kırk yılım geçmişti. Ege kıyılarındaki bu tarihi şehirde, taştan bir sokağın üstündeki sahaf dükkânımda kabuğuma çekilmiştim. Umudumu yitirmeye başladığımda unutmak istemiştim her şeyi. Korkudan mıydı dersiniz? Seviştiğimiz günleri unutmalıydım. Yediğim dayakları, çektiğim işkenceleri de unutmalıydım. Unutabileceğime ikna etmeye çalışıyordum kendimi, ta ki iki gün önceye kadar.

İki gün önce dükkânın kapısı açıldı. Yaşlı bir kadın girdi içeri. Giyimine bakılırsa epey zengin olmalıydı. Ayağa kalkıp ilerlediğim sırada hemen söze girdi:

“İyi günler, kolay gelsin. Ne hoş bir dükkân burası.”

Hoş geldiniz diyerek teşekkür etmiştim ama ikimiz de bu kısa girizgâhı önemsemiyor gibiydik. Kadın dikkatle etrafı inceliyordu. Bense elindeki kitapla bakışıyordum. Eski görünümlü ve kırmızı renkliydi. Önemli bir kitap olmalı ki eliyle göğsünün arasına sıkıştırmış, bu duruşu hiç bozmadan etrafı inceliyordu. Derin bir nefes aldı:

“Size bir kitap getirdim. Lakin bu kitabın uzun bir öyküsü var. Evvela söylemeliyim ki kitap karşılığında herhangi bir ücret istemiyorum. Siz de kitabı mutlaka ilgilisine vermelisiniz.” Ne desem bilemedim, donup kaldım. “Anlaştığımızı sanıyorum” diyerek devam etti:

“On yıl kadar önce, bir arkadaşımdan kaldı bu kitap bana. Ölmeden önceki son görüşmelerimizden birinde vermişti. İran’a gittiği zaman almış kitabı. İçinde ne yazıyor inanın bir fikrim yok. Bir süre önceye kadar arkadaşımın kaybını bu kitapla hafifletiyordum kendimce. Ama artık fazla geliyor bu kitap bana. Böyle söylemek zor geliyor ama yük gibi sanki. Bende olmamalı, böyle hissediyorum. İşte bu yüzden kitabı satamam size. Ona iyi bakın ve emin ellere bırakın…”

*

Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör;

Dostlar gideli boşalan dünyayı gör

Tek soluk yitirme kendini bilmeden;

Bırak yarını, dünü, yaşadığın anı gör.”

Ömer Hayyam

O sözlerden sonrasını nasıl anlatsam bilemedim. Düşündüm aslında. Lakin yapamam. Söyleyivereyim gitsin. Benim kitabımdı o. Nadide’ye okumak için ezberlediğim şiirler solmuştu içinde. Yıllar soldurmuştu onları diyebilirim ya da. Aklımda hâlâ canlılar. Bir sözcük yetiyor şiirlerin devamını hatırlatmak için bana. Akıp gidiyor ezberimden…

Bırakamam o kitabı bir yere. Çünkü o kitap zaten emin ellerde. Olması gerektiği yerde; belki de şöyle söylemeliyim,  olmaması gerektiği yerde değil. Başka bir yerde olabilirdi, ancak bu kadar emin ellerde olamazdı. Kafam karışıyor soyut ve sonsuz düşünceler içinde.

İki gündür açmıyorum dükkânı. Üst katta yaşıyorum yalnızca. Düşünüyorum olanları, geçmişi, şimdiyi ve geleceği… Yıllardır kaçtığım geçmişin ortasında kaldım. Bugünüm yok. Yarınım ne olacak? Var mı kaybettiğimden fazla kazacağım bir şey?

edebiyathaber.net (10 Ağustos 2023)

Yorum yapın