Öykü: Karanlığın elleri | Samih Güven

Haziran 8, 2024

Öykü: Karanlığın elleri | Samih Güven

Korkudan mı görevden mi bilinmez yılmaksızın uluyordu köpek. Huzursuz başını ön ayaklarının üzerine koydu bir vakit. Duyulmayanı duyuyor gibi titretiyordu kulaklarını. Bir serzeniş gibi, dert yanar gibi uluyordu. Sesler uzaklaşıp geri dönüyor, kendi yankısına karşılık veriyordu.

Rüzgâr bir uğultu gibi bahçeye girdi o sırada. Şımarık bir edayla eğip büktü ağaç dallarını. O böyle eğip bükerken ürperti içinde baştan sona titredi bahçe. Köpekse rüzgâra itiraz eder gibi, karanlığa yakarır gibi uluyordu yine. Hep uzaklardaydı gözü; hiçbir zaman yakın olmayacak uzaklarda.

Kasaba evleri kendi cisimlerini yutmuş gibi kaybolmuştu karanlık bahçelerde. Sokak lambalarının varlığı ve yokluğu belirsizdi. Kimi hiç yanmıyor, kimi de cızırtılar ve tedirgin edici bir düzensizlikle varlığını kusuyordu. Köpek bilinmeyeni biliyormuş gibi, insanlara kendi korkularını hatırlatıyormuş gibi ulumaya devam ediyordu.

Çocuk birkaç ev ötede, köpeğin sesini duyuyor, yastığı kulaklarına bastırıyordu yatağın içinde. O duymamaya çalışırken de sesler daha çok büyüyordu sanki. Artık hangi köpeği duysa “Dost” gözünün önüne gelip duruyordu. Gözlerinin içine bakıyor, başını sağa sola oynatıp bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.

Annesi, kocaman çocuk oldun artık, yalnız kalabilirsin, deyip işinin başına gitmişti. Çocuksa “Dost” gözünün önüne geldiği için, köpek uluyup durduğu için uyuyamıyordu bir türlü. Kalkıp evin içinde dolaşıyor, pencerelerden dışarıyı izliyor, babasının gelip gelmediğini kontrol ediyordu. Sonra yeniden yatağına dönüyor, yeniden köpeğin ulumasını duyuyor ve yeniden yastığı bastırıyordu kulaklarına.

Annesi birkaç ev ötede kirkit seslerinin içinde kaybolmuş gibiydi arkadaşıyla. Halıyı söz verdikleri gibi bir hafta sonra teslim etmek istiyorlardı. Duvar boyunca tavana kadar uzanan tezgahta sürekli ilmek atıyor, makaslarla fazlalıkları kesiyor, iplikleri sıkıştırmak için kirkitlerle dövüp duruyorlardı tezgahı. Bir ara kirkitleri bırakıp, yeniden ilmek atmaya, atarken de konuşmaya başladılar.

Biliyor musun, bizim oğlan ne sordu?

Ne?

Siz bu kadar deseni, nasıl bir yere bakmadan yapıyorsunuz?

Sen ne dedin?

Dedim ki, artık kaçıncı bu, hepsini ezberledik, hem takılınca soruyoruz birbirimize.

İyi demişsin.

Ama bir şey daha sordu.

Ne?

Hiçbir yere bakmasanız ya da kafanızdaki hiçbir şekli düşünmeseniz nasıl bir şey çıkardı ortaya?

Bak sen şuna. Ee, ne dedin peki?

Ona duyduğum bir hikayeyi anlattım.

Neymiş kız, merak ettim.

Bir kadın o kadar üzgün, o kadar dalgın dokuyormuş ki halıyı, öylesine atıyormuş ilmikleri işte.

Ee ne çıkmış sonunda?

Kadın savaşa giden kocasının ölümünü nakşetmiş meğer.

Kız ben hiç duymadım böyle bir şey. Anası da oğlu da tuhaf bunların valla. Köpek işi ne oldu bu arada?

Onu sorma işte. Dost’un kaybolmasından kendini sorumlu tutuyor.

Niye ki?

O gece yiyecek verdikten sonra açık unutmuş ya kapısını.

Ne olmuş ki, çoğu köpek bahçede geziyor.

Ama bizim ev çok kenarda, hem o gece hava soğuk ve bulutluydu, babası her zaman kilitle, diyor. Bir de bizim köpek evin içinde büyüdü, hiç tehlike bilmez, atlar gider her sese. Babası çok kızdı kapıyı açık bıraktığına.

Bilmiyordum.

Bugün de çocuklar onu kurtlar kaçırdı, demiş.

Bu çocuk milleti de ne çok seviyor tevatürü. Al şu büyük kirkiti kız, çok birikti, vuralım biraz. Herifler bilmem nerede zıkkımlanırken, karılar çalışsın bakalım.

İki arkadaş bir oyundaymış gibi ya da harmanda toy ediyormuş gibi kollarını kaldırıp indiriyor, inletiyordu tezgâhı. Arada da birbirlerine bakıp gülüyorlardı hallerine. Ne şiddetlenen rüzgârın ne sokak lambalarındaki cızırtıların ne de gittikçe tekinsiz hale gelen köpek ulumlarının farkında değillerdi.

Rüzgâr geniş boşluklarda gücüne güç katmış, bahçelere hücum etmişti yeniden. Öfkesi kabarmış, sesi ürpertici bir ıslığa dönüşmüştü artık. Talana gelmiş ordular gibi kayıtsızdı. Oradan oraya koşuyor, yıkmanın, darmadağın etmenin arzusuyla yanıp tutuşuyordu.

Pencerelere hücum edip camları takırdattığında, keder yüklü, titreşen bir çift gözle karşılaştı rüzgâr. Perdeyi sonuna kadar açmıştı içerdeki. Yüzünü cama yapıştırmış, büyümüş gözlerle karanlığı izliyordu. 

Sonra uluma sesi duydu yine. Ama farklıydı bu seferki. Köpeklerin sesi birleşip tekleşmişti sanki. Dost’un sesini de duymuştu içinde. Kulaklarını sağır edercesine büyümüştü ses ve tutsak edici bir girdaba dönüşmüştü artık.

Kadınlar kirkit seslerinden kapının açıldığını duymamıştı. Kocası iyice yanaşıp bağırdı: Bırak şu laneti!

Kadın şaşkın şaşkın yüzüne bakarken, adam, çocuk evde yok, dedi. Kadın anlayamadı önce. Demlenmeyi bırakıp da eve gitseydin ya zamanında, dedi hazırlanmış gibi. Sonra ayağa fırlayıp, nasıl yok, nerede peki, diye sordu. O da ben de sana soruyorum nerede, diye çıkıştı. Bir süre şaşkın şaşkın birbirlerine baktıktan sonra eve gittiler. Arayıp taradılar her yanı. Tarlalara, karanlık bahçelere bakıp durdular. Jandarmaya gittiler ardından. Boşluğa bakar gibi oturup durdular günlerce.

Aylar sonra, karanlığın ellerini dokudu kadın.

edebiyathaber.net (8 Haziran 2024)

Yorum yapın