Öykü: Muz | Ebru Gazioğulları

Ocak 3, 2023

Öykü: Muz | Ebru Gazioğulları

Kahvaltıdan sonra tıraşını oldu. Dolaptaki ütülü beyaz gömleklerden birini askıdan çekti. İşten ayrılalı bir buçuk yıl olmuştu ama takım elbiseleri de gömlekleri de hala üzerine cuk oturuyordu. Laptop çantasını masanın üzerine aldı. Bordo deri kapaklı defterini, kitabını, gözlüğünü, kalemlerini çantaya yerleştirdi. İki de dergi koydu. Rengi yeşilden sarıya yeni yeni dönen bir muz da   diğerlerinin yanında yerini aldı. Kapattı çantayı. İçinde laptop olmadığını kim bilebilirdi ki. Aynada kendine son bir kez baktı. Saçını düzeltti. İşe giden sabah kalabalığına karışmak üzere evden çıktı. Otobüs duraklarının önünden geçti. Banka şubeleri ve simitçiler hareketlenmeye başlamıştı. Mobilya mağazası ışıklarını açmış, kuruyemişçi cips standını kapının önüne çıkarmış, okul servislerini bekleyen irili ufaklı çocuklar caddenin iki yanına gelişi güzel serpilmişti. Yürüdü, yürüdü. Kırk beş dakikanın sonunda az bilinen bir müzenin daha da az bilinen bahçesindeydi. Bahçenin bir köşesindeki kafeteryada oturmaktansa süs havuzuna bakan banklardan birine geçti. Çantasından kitabını çıkardı. Birkaç sayfa okudu. Havuzdaki kuğuların, duvarın dibindeki güllerin, henüz çiçeklenmemiş heybetli manolya ağacının üzerinde ağır ağır gezindi bakışları. İyice üşüyünce kalktı. Kafeteryaya girip küçük mermer masalardan birine oturdu, kendine bir çay söyledi. Bordo deri kapaklı defterini ve en sevdiği dolma kalemlerinden birini çıkardı. “Bugün size Dark Finans’dan ayrılışımı anlatacağım.” diye yazacak oldu. Yok yok dedi kendi kendine. “Bugün sizinle şu soruya yanıt arayacağız; para mı insanı bozar parasızlık mı”. Hayır hayır diye sessizce inledi. Alnını ovuşturdu. Bir çay daha istedi. “Daha başka daha şaşırtıcı  olmalı yazdıklarım. Kalbimi üzerinde tüten dumanıyla görmeliler satırlarda. Mantosunun kuşağının düşmek üzere olduğunu fark edip uyarmak istediğim kızı yazayım mesela. O kadar güzeldi ki o güzellik beni rahatsız etmiş adeta  ürkütmüştü. Konuşmaya başlayınca kekelerim veyahut sesim titrer korkusuyla vazgeçmiştim her şeyden. Bana neydi onun düşen kuşağından. Bu kadar güzel olacağına azıcık üstünü başını toplasaydı. Ben onu tüm iyi niyetimle uyarırken azıcık dilim sürçer gibi olsa, bütün gün eşine dostuna  bu hadiseyi gülerek anlatırdı.” İkinci çay da bitmiş kafeterya kalabalıklaşmıştı. İçtiklerinin parasını verdi. Çantasını hızlıca toplayıp sahilin yolunu tuttu. Piyangocuların, çiçekçilerin, kahvecilerin ve pilates stüdyolarının olduğu caddeyi boydan boya yürüdü. İskeleye uzaktan bakan banklardan birine oturdu. Çantasından muzu çıkardı. “İki çaya otuz lira veren eski finansçı öğle yemeğini evden getirdiği muzla geçiştirdi.” diye geçirdi içinden. Yazarların günlük alışkanlıklarını anlatan kitaplar okumuştu. Uyanır uyanmaz kahve içenler, her gün duş alanlar, yatakta yazanlar, yazmak için otele gidenler, gündüz işe gidip gece yazanlar… Hayatında hiç geçim derdi çekmemiş olanlar da vardı, onca zenginliğin içinde kendine ait bir odası olamayanlar da. “Belki” dedi. “Çok zengin olsaydım ya da çok yakışıklı. O kadına seslenirdim. Mantonuzun kuşağı düşmek üzere hanım efendi diye oturduğum yerden istifimi bozmadan. Kaybederseniz üzüleceğinizi tahmin ettim ve içim elvermedi. Bu gözlere bu dudaklara bu saçlara bu ellere mutsuzluk yakışmaz.

Muzunu bitirdi. Kabuğunu atmak için ayağa kalktığında ilk hareket edecek vapura binmeyi geçirdi aklından. Böyle çılgın fikirler adamdan pek yüz bulamazdı genelde. Ya ayakkabısının sıktığını ya başının ağrıdığını bahane ederdi hep. “Bu sefer hesapsız davranayım” dedi. “Belki suyun üstünde gelir bulur beni aradığım o zihin açıklığı”. Az sonra vapurda cam kenarında elinde bir şiir dergisiyle oturuyor birkaç dakika önce oturduğu banka bakarken içi sızlıyordu. “Hiç kalkmasaydım keşke” dedi. “Ayakkabılarım sıkıyor” diye mırıldandı. Şiirlere döndü. Şiirler hap gibiydi. Küçücük ama çok etkili. Toplasan sekiz on kelime. “Aynısını ben yazsam gülerlerdi kesin” diye kafa salladı belli belirsiz. Vapurun kirli camından gri yeşil sulara, uzaktan geçen balıkçı teknesine baktı. “Belki de” dedi. “ Çok yaşlı olsaydım ya da çok ünlü, o zaman yazardım bunlar gibi şiirler. Mantosunun kuşağını düşürmek üzere olan o güzel kız da gözleri dolarak okur, okurken göğsü inip kalkar, dudakları titrerdi.”

Vapur, yolcularını indirdi ve beklemeden karşı taraftan binenleri adamın muz yediği kıyıya getirdi. Şiir dergisini çantasına geri koydu. İnsanlar inmek için hareketlenmeye başlarken dizine koyduğu deftere günün ilk cümlesini yazdı: Bugün de bir şey yazamadım. Çünkü ne zengin, ne yakışıklı, ne yaşlı, ne de ünlüyüm.

edebiyathaber.net (3 Ocak 2022)

Yorum yapın