Öykü: Ebru Akkan | Tahta Bavuldaki Tilki

Nisan 19, 2018

Öykü: Ebru Akkan | Tahta Bavuldaki Tilki

Altı üstü çeyrek saat sürecek performansını sahnelerken gözü Lara’da. Dikkatle her hareketini izlemeyi sürdürüyor. Onun yüzünden günlerdir uykusuz. ‘Neyin peşindesin acaba,’ diye geçirdi aklından kim bilir kaçıncı kez. Sonunda yaptığı işi tamamen unuttu. Tüm çalışması boşa gitmişti işte! Yönetmenden izin isteyip sahneden indi. Sarper’in kendisine dik dik belki biraz da öfkeli baktığını görünce hayıflandı. İki hafta boyunca bu performansa hazırlanmıştı oysa. Her saniyesini zihninden defalarca geçirmiş, saatlerce prova etmişti. Şimdiyse içine düştüğü bu durum için mantıklı bir açıklaması yoktu.

Prova çıkışı Sarper’i yalnız yakalayıp

– Bir şeyler içelim mi, anlatacaklarım var, dedi.

Yorgun olduğu her halinden anlaşılan adam bıkkın gözlerle bir süre baktı. Evrim’e gün kadar uzun gelen sessizliğin ardından

-Pekâlâ, ben de acıkmıştım. Köşedeki barda hem bir şeyler yiyelim hem de konuşalım, dedi.

*

Barın bahçesinde çift kişilik bir masada karşılıklı oturdular. Buz gibi biraları geldi önce. Klima bu saatte bile işe yaramıyordu. Son bir aydır gündüzleri kırk dereceye varan sıcaklık akşamları sanki daha da bunaltıcı bir hal alıyor, yapışkan ağır havaya bırakıyordu yerini. Evrim ıslak mendille kollarını, boynunu silerek serinlemeye çalıştı. Üzerindeki askılı, ince elbise fazla geliyordu. Sandaletlerine baktı, ayak parmaklarındaki ojeleri kontrol etti. Beğendi. Oysa işte o çocuk mezarı ayaklı Lara kapmıştı Carmen rolünü. Çirkin ördek yavrusu. Bari becerebilse.

Konuyu açmadan evvel yemeklerin gelmesinin uygun olacağını düşündüğünden sessizce Sarper’i izliyordu. Telefonda birileriyle yazışıyordu adam. Sandaletlerine baktı. Bir an için az sonra dönmek zorunda olduğu karanlık, nemli evi geldi aklına. Sarper’se eve gittiğinde muhtemelen, nedense şu hiç tanışamadıkları, varlığını sürekli biz biz diyerek altını çizmesinden bildikleri sevgilisi tarafından tutkuyla karşılanacaktı. İçinde tanıdık bir dalga kabardı. Ardından görünmeyen bir el midesine bir yumruk indirmişçesine acıyla kasıldı. Midesinden göğsünün üst kısmına dalgalar halinde yükselen adrenalin hissi ardından kalp çarpıntısı, tüm bedenine dağılan harlı bir ateş, kasıklarından bacaklarına oradan vişne parmaklarına doğru hızla ilerleyen karıncalanmayla onu baş başa bırakarak sessizce kayboldu. Bu birkaç saniye zihnini dağıtmaya yetmişti. İzin isteyip tuvalete gitti. Elini yüzünü yıkayıp toparlandı. Döndüğünde yemekleri gelmişti. Soğuk su pek işe yaramamıştı. Evrim gözünün önünde uçuşan sahnelere, kendi bedeniyle Sarper’in çıplak sırtındaki gölgelerin uyumlu dansına kendini kaptırmış, önündeki yemekleri didikliyordu. Hormonlar, içgüdüler. Hayvan mıyım ben, diye geçti birden aklından. Oturuşunu düzeltti. Dürtü dürtüdür. Peki. Kıskançlık, merak, öne çıkma, vazgeçilmez olma arzusu…

Sarper Evrim’e baktı. Yemeğini bulamaca çevirmiş, bir o tarafa bir bu tarafa itip duruyordu tavuk parçacıklarını.

– Evet şimdi dinliyorum. Nedir seni günlerdir kıvrandıran? Aklın beş karış havada, dedi Sarper.

– Lara’yı düşünüyordum. Altı ay oldu değil mi bizde başlayalı?

– Bir yıla yakın. Gayet hızlı uyum gösterdi değil mi? Sanki yıllardır burada.

– Sence bu tuhaf değil mi?

– Neden? Biz ekip işi kotarıyoruz. Ne kadar hızlı uyum sağlarsan o kadar iyi.

– Tabi o da var ama bana biraz yapmacık geliyor. Sanki sakladığı bir şeyler var gibi.

– Beni bunları anlatmak için mi çağırdın?

– Bak şimdi Sarper! Sözümü kesmeden beni dinlemeni rica ediyorum, dedi Evrim.

Birer bira daha. Sarper arkasına yaslanmış, kollarını kavuşturmuştu.

-Tiyatroya ilk geldiği gün mülakatta neler anlatmıştı hatırlıyor musun? Tilkilerden bahsetmişti.

– Tilki mi?

– Evet tilki.

– Ormanda yaşamış güya bir süre. Hiç öyle birine benzemiyor oysa.

– Ormanda yaşayanlar nasıl oluyor ki?

– Ne demek istediğimi anlıyorsun. O öyle mistik takılan birisi değil. Ne bileyim doğa, inziva, yoga hiç ona göre değil. Burada kazandığından çok daha fazlasını harcıyor. Dikkatini çekmedi mi? Giyim kuşamı, takıldığı mekânlar, aldığı özel dersler. Tilkilerle ormanda buluştuğunu söylemişti hani.

– Neden tilkilerle buluşsun ki? Parti mi düzenliyorlarmış? Kafayı bulup dans falan mı ediyorlarmış?

– Yahu dalga geçmesene! Güya yemek götürüyormuş onlara. Hem de kedi maması. Tilki kedi maması yer mi?

– Yemez mi?

– Sonra bir bavuldan bahsetti hani. Tahta bir bavul. Bu zamanda?

– Şaka yapmış olabilir mi Evrim? Bak gerçekten yorgunum ben kalkıyorum.

– Hayır, şaka falan değildi!

– Nasıl bu kadar eminsin?

– Onu takip ettim çünkü.

– Evrim! Ne hakla birini gizlice takip edersin? Ben biliyorum tüm bunları neden yaptığını ya, neyse şimdi!

– Yalnızca oyunlardan sonra bazen de provalardan. Bana kalırsa yasadışı işler yapıyor. Hatta eminim. Başımız derde girebilir, onu ihbar etmeliyiz, işten çıkarmalıyız. Bak günlerdir uyumuyorum ben!

Sarper tepkisiz, Evrim’i izlemeye devam etti.

-Tiyatro çıkışı doğrudan evine gidiyor. Tahta bavulunu alıp sokağının köşesindeki barda kim oldukları belli olmayan karanlık tipli, takım elbiseli iki adamla buluşuyor. Madonna Kafe Bar. Biliyorsundur. Buraya çok yakın. Son seferinde uzaktan izleyen başka birini de fark ettim ama emin değilim. O da işin içinde mi değil mi bilemedim. Saçı sakalı birbirine karışmış bir tipti, bu adamlar gibi afili değildi. Neyse, birkaç kere de Lara’yı malzeme alırken yakaladım. Tel misina, mumlu ip, pamuk, camdan boncuktan gözler, keten, kildaha bir sürü şey aldı. Bunlar nerede kullanılıyor biliyor musun? Tahnit yapımında.

-Ne nit?

– Tahnit işte. Doldurulmuş hayvan. Neyi dolduracak bu kadın. Tilkileri hallediyor. Tamamen yasa dışı. Sonra bavul. Fazla ağır olmamalı çünkü taşırken çok zorlanmıyor. İnternette nedir, nasıl yapılır, kaç kilodur hepsini araştırdım. Neyse işte, bu adamlar gelip bavulu alıyorlar. Lara’ya iri sarı bir zarf verip gidiyorlar. Ve her seferinde aynı küçük tahta bavul…

– Lara’yı izlemen, iş arkadaşın hakkında böyle atıp tutman… İnanamıyorum.

– Bu konuyu böyle geçiştiremezsin. Tilkilerle takıldığını söyleyen, tuhaf görünümlü adamlarla işler çeviren birini nasıl aramızda tutarsın? Ya başımızı derde sokarsa?

Evrim Sarper’in neden kendisi kadar heyecanlanmadığını anlayamıyordu. Eliyle garsona bir bira daha getirmesini işaret etti.

– Evrim, son iki üç aydır performansın hayli düştü. Bugünkü halin neydi öyle? Bu prova için sana iki hafta süre vermiştim. Oysa sen Lara’yı izlemekten sahnede olduğunu bile unuttun. Ben asıl bu meseleyi konuşuruz diye geldim. Belki mantıklı bir açıklaman vardır diye.

– O kadar belli oldu mu?

– Fazla agresifsin. Kendini işine vermiyorsun. Tüm zamanını Lara’yı kıskanmaya harcıyorsun.

– Kıskanmak mı, bunu nasıl söylersin?

– Elbette söyleyebilirim. Son oyunda başrolü ona verdim diye tüm bunlar değil mi? Carmen rolünü ne çok istediğini bilmiyor muyum?

Evrim’in gözünün önüne Lara’yla Sarper’in provalarda öpüştüğü sahneler geldi. İçinde bir asansörün son hızla kayıp yere çakıldığını hissetti. Öfkeden gözleri dolmuş, kaşları çatılmıştı.

-Evet elbette o rolü istiyordum. Anlattıklarımın onu kıskanmamla bir ilgisi yok. Ben seninle makul şüphelerimi paylaştım.

-Makul şüphe derken, sen bu zırvalıklara şüphe mi diyorsun? Tamam, sanatçı dediğin bir parça delidir de sen iyice uçmuşsun. Paranoyağa bağladın. Baygın baygın bakmalar, dış dünyayla bağını koparmalar. Sana sesimi duyurmaya çalışmaktan iflahım kesildi. En basit sahneyi bile defalarca tekrar ediyoruz. Yeter!

– Sen ne hakla benimle bu şekilde konuşursun? Bir kadına nasıl davranman gerektiği hakkında en ufak bir fikrin bile yok. Seni tanıdığımı sanmakla nasıl da yanılmışım.

-Asıl sen kim oluyorsun? Ben senin patronunum unuttun mu? Paraya ihtiyacın olmaması seni diğerlerinden ayrıcalıklı mı yapacak sanıyorsun?

-Konu nasıl buraya geldi söyler misin? Lara’nın avukatı kesildin adeta.

– Bak! Yeteneksiz değilsin. Ancak aklını işine veremediğin ortada.

-Evet. Sadece son zamanlarda.Öncesinde…

-Biliyorum. Belki de sorun tüm yaşam enerjini işine vermendir. Sanırım biraz kendinle ilgilenmen gerek. İşinle özel hayatını dengelemelisin. Hani nasıl söylenir ki başka? İyi gelir diyorum.

Evrim kızardı.

-Ne demek istiyorsun Sarper?

– Gayet basit. Yetişkin hayatına geç artık. Git birisini bul. Ruhsal dengesizliğini ancak böyle açıklayabiliyorum kendime. Belli ki imalardan anlamıyorsun.

Evrim garsona seslendi. Hesabı istedi. Kaçmak isteyen kadınların cüzdanı her nasılsa koca çantalarındaki en kuytu yere saklanır. Yine öyle oldu. O, cüzdanını ararken Sarper hesabı bir çırpıda ödedi. Evrim başını kaldırdığında Sarper’in yanı başında elinde tahta bavuluyla duran Lara’yı gördü.

-Hoş geldin sevgilim, dedi Sarper Lara’ya.

Lara gülümsedi.

-Merhabalar, dedi. Evrim ben geldim diye kalkmıyorsun değil mi? Çok az işim var. Birilerini bekliyorum. Bize eşlik edersen sevinirim. Biraz laflarız.

Ardından bir sandalye çekip Sarper’in yanına oturdu. Evrim günlerdir takip esnasında gördüğü, biraz önce Sarper’e anlattığı arabanın geldiğini, takım elbiseli iki adamın koşar adım kafeye girdiğini fark ettiğinde kalbi yerinden fırlayacak gibi atmaya başladı. Sarper’de işin içindeymiş Tanrım, diye geçti aklından. Lara ile adamların selamlaşmasını izledi.

-Hazır, dedi Lara. Sakın çok sarsmayın. Porselen de kullandım bu defa.

Sonra Evrim’e döndü,

-Görmek ister misin çalışmalarımı? diye sordu. Bavulu açtı. Evrim bir yandan kadındaki pişkinliğe şaşırırken öbür yandan merakla ayağa fırlayıp bavula eğildi. Üçkukla! Kara camdan gözleri iri iri sırıtarak yatıyorlar. Alevlenen yanaklarını avucunun içine aldı. Küçük sarı zarflarını uzatan adamlar kendisini de başlarıyla nazikçe selamlayıp giderken arkalarından bakakaldı. ‘Tilki değil, kuklaymış,’ dedi kendi kendine. Bir an için az sonra döneceği karanlık, nemli evi geldi aklına. Gözünün önünde Lara’yla Sarper’in öpüştüğü sahne. İçinde tilkilerle son hız düşüp yere çakılmış bir asansör. Gözleri dolu, kaşları çatık. Ayağa kalktı. İyi geceler dileyip çıkarken Sarper bileğinden yakaladı.

-Yarın sana izin. Ertesi gün performansını izlemek istiyorum, dedi.Evrim dönüp Lara’nın masanın altından görünen ayaklarına baktı telaşla. Bordo ojelerini fark etti. Güzel bile sayılabilirlerdi.

-Olur, dedi sesindeki titremeyi saklayamayarak. Bu defa utançtan kızaran yanaklarına elleriyle şifa verebilecekmiş gibi yavaşça dokundu.

-İyi akşamlar si..

Cümlesi kafe kapısından yayılan mekanik seslerle yarım kaldı. Olağan dışı bir hareketlilik olduğunu yan masada donakalmış iki kadının yüzlerinden okuyor, kaygıyla göğüs kafesi sıkıştığından arkasına bakmaya cesaret edemiyordu. Camdaki yansımaya göz attığında gelenlerin silahlı olduğunu fark etti. Dizlerinin bağı çözüldü. Kendisini yere bırakacakken ensesinde devasa bir el hissetti. Kerpeten gibi boynunu saç köklerinden kavrayan el, başını öne bastırıyordu. Boynum kırılacak diye düşündü. Kıpırdamayın, kesin sesinizi, al bunu da al sözleri havada uçuşurken midesi bulanmaya başlamıştı. Elleri ters kelepçeyle bağlanmış, o hengâmede ayağı ezilmişti. Kendisini bir minibüs dolusu sivil polisle bulduğunda Lara’yla Sarper ancak geldi aklına. Arka koltuktaydılar. Ön koltukta oturan saçı sakalı birbirine karışmış polislerden biri telsizden

-Kuklacı lakaplı uyuşturucu kaçakçısını aldık amirim! Yanındakilerle ifadeye getiriyoruz, diye anons etti. Eğilip sandaletlerine baktı. Bağcıklarından biri kopmuş, ezilen ayağının zonklaması hafiflemişti. Ojelerini kontrol etti. Gülümsedi.

edebiyathaber.net (19 Nisan 2018)

Yorum yapın