Öykü: Anne güvercin | Zeynep Bayraktaroğlu Gökçe

Mart 15, 2022

Öykü: Anne güvercin | Zeynep Bayraktaroğlu Gökçe

Komşunun penceresinde güvercin kuluçkaya yatmış. Hem de küllüğün içine. Acemi anne. Fark ettiğimde hafiften gülümsedim. Sen de mi hazırlıksız yakalandın a güvercin? Hiç mi ağaç bırakmamışız sana büyük şehrimizde? Al bak, su koyuyorum buraya. İç, güçten düşme.

Bacaklarıma abanan bir ağırlıkla irkildim. Kollarını bana uzatmış, “be be” diyor yedi aylık bebeğim. Burada da buldu beni. Evin içinde bulmadığı yer yok. Benim bile farkında olmadığım kokumu işlemiş hafızasına. Lohusayken göğüslerimde uyurdu. Herkes süt kokusunu alıyor da nasıl uysallaşıyor, derdi. Kimse bilmezdi, süt gelmiyordu göğüslerimden.

Kucaklayıp güvercini gösterdim. Onun da yavrusu olacakmış, dedim. “ Cik cik” çıktı dudaklarından, işaret parmağı güvercini gösterirken. Onun da yavrusu olacak ama küllükte büyütecek. Sonra da uçuracak. Sen ne zaman uçarsın bebecik? O gün gelir mi?

Yürütecine oturttum, uçmuyordu madem otursun bakalım. Biriken ütüleri mi yapsam, bulaşık makinesini mi boşaltsam, çamaşır makinesini mi başlatsam? Bir kahve yaptım. Hepsini bıraktım. Bebek durmadan yürütecinin üstündeki düğmelere basıyor. Polis sireni, araba alarmı, bir iki tane çocuk şarkısı, korna ve anlamsız sesler… Arka arkaya çalıyor. Dün pilini çıkaracaktım. Bebeciğe de        “ Pili bitmiş bak, çalışmıyor. Aaa” diyecektim. Kafa bırakmıyor ki bu sesler. Biri bitse diğeri başlıyor. Tuşlu oyuncak telefonlarda samimiyetsiz cümleler yankılanıyor. “ Merhaba, Nasılsın? Görüşürüz.” Sesli kitaplar, masal okuyan, ninni söyleyen oyuncaklar… Her şey bu kadar sesli miydi?

Bebecik de bağırıyor haliyle. Süt ister ağlar, uyumak ister ağlar, altını ıslatır ağlar… Hele gece uykumdan uyandıran o viyaklama. Tırnağın camda çıkardığı ürküntüyle eşdeğer. O sese tahammül edemediğimden biberondaki mamayı uyumadan hazırlıyorum.

Güvercin hala küllüğün üstünde oturuyor. Az kaldı kuluçka süresinin bitmesine. Diğer kuşlar ötüp uçuyorken güvercinin içinden uçmak geçiyor mudur? Sabahları uykumuzdan uyandıran, camda ötüşen güvercinlerin seslerine nasıl tahammül ediyordur?

Duvardaki saat bana kinlenmiş. Öğleden sonrayı uzatıyor da uzatıyor. Bebecik uyumaya direnince zaman hepten inceliyor, akmıyor, sızmıyor. Tık tık sesler koldan alınmayan nabza dönüveriyor. Bebecik ağlıyor, ben ona bakıyorum. Kocaman bir ağız oluyor. Nasıl da güçlü boğazı var Allah’ım. Sesinde titreme bile olmuyor. Ağlaması bir bombaya dönüşüyor da kafamın içinde patlıyor. El yordamıyla bulduğum çıngırak imdadıma yetişiyor. İki sallayınca ağız kapanıyor. Çın çın. Ağlamaya mı devam etse?

Duyulur duyulmaz sesle ninni söyledim. “Uyusun da büyüsün ninni” Gıcırdayan yatağa usulca koydum, parmaklarımın ucunda odadan çıktım. Kapıyı aralık bıraktım. Tek seferde kapanmıyor. Evin en güzel hali şimdi başlıyor. Evin sessiz hali. Tabii yanlışlıkla ayağım bir oyuncağa takılmazsa…

Mutfakta yemek hazırlarken suyu ipince açarım. Çünkü o sese dahi uyanabilen bir bebecik mutfağın bitişiğinde. Soğanlar yağda sessiz pembeleşir. Salça cızırdamadan kavrulur. Yemeğe konulan su fokurdamaz. Cam bardak mermere konulduğunda çıtlamaz. Her şey sessizliğe hizmet etmeli. Saniyeler sonra deli seslere karışma ihtimaline boyun eğmiyorsa.

Birkaç gün sonra güvercinin yavruları çıkar. Karınlarını doyururken ufak ufak sesleri gelir. Bebeciği doğururken bağıramadım. Avazım boğazımda kaldı. Bağırırsam doğum zor geçermiş. Daha zoru nasıl olurdu? Bu kadar susacağımı bilseydim bağırırdım. Etimden et, canımdan can koparan acı kalbime yük olmazdı.

Bebeciğin yüzüne güneşin ışıkları vuruyor. Pürüzsüz yanak ışıldıyor. Gözlerini aralıyor önce. Sağa doğru bir hamle yapıp yatağın üzerinde gülücükler atıyor. Bir dakika önce uyumuyordu adeta. Hayata bu kadar uyum sağlamak, hayatı sevmekle mi ilişkilidir? Akşam yemeğine başlamadan önce bebeciğin önüne tablette çizgi film açarım. Çocuk şarkıları eşliğinde yemeğimizi yeriz. Yoksa bebecik ağzını aralamaz. “ Mini mini bir kuş doğmuştu, pencereme konmuştu.”

Güvercin hala küllükte. Ben evde kül kedisi misali. Babasının her yemekte ağız şapırdatması. Çocuk şarkılarının boş odada yankılanması gibi kafamın içinde dönüp durması. Bir su damlasına bile tahammülüm yokken bütün apartman sifonlarının, süpürgelerin, tencere kenarına vurulan kaşık seslerinin evime dolması. İsyan bayrağı… Neredesin?

Ağzımda büyüdükçe büyüyen et soluğumu tıkadı. Öksüre öksüre gözümden yaş geldi. Küllükteki güvercinin kanat çırpınışlarını duydum. Yumurtaları ilk günkü gibi, sapasağlam. O da öğrenmiştir anneliğin şakaya gelmediğini. Bir dahaki sefer küllüğe yumurtlamaz. Belki hiç yumurtlamaz. Güvercinin başı dönmüş müdür, günler sonra uçarken? Bu düşünce bile midemi bulandırdı. Yoksa hamile miyim? Kustum. Sustuğum her şeyi. Yumurtadan çıkmayan üç yavru güvercini kustum. Sizin de anneniz olamam. Soluğumu anca aldım.

edebiyathaber.net (15 Mart 2022)

Yorum yapın