Orhan Pamuk Türkçe bilmiyor mu? | Onur Bilge Kula

Şubat 1, 2021

Orhan Pamuk Türkçe bilmiyor mu? | Onur Bilge Kula

Bir günlük gazetede (Birgün, 25. 12. 2020) ‘İlber Ortaylı: Orhan Pamuk, Türkçe bilmiyor’ başlıklı haberi okuyunca, yazın tarihinde 19. yüzyılın başına değin varlığını sürdüren ‘sanat yargıcı’ kavramını anımsadım. ‘Sanat yargıcı’, yazın eleştirmenlerinin ya da kendilerini böyle adlandıranların, yazarları ve yazınsal yapıtları, bir yargıç gibi kesin yargılama anlayışını anlatır. İlber Ortaylı’nın Orhan Pamuk’a ilişkin öznel yargısı, tam da bu anlayışın ürünüdür.

Yazınsal üretimin malzemesi ve dolayımı olan dil, yazını tümüyle kuşatır

Ortaylı’nın yazınsal bakımdan hiçbir anlam taşımayan söz konusu yargısını açıklamak için, sanatın, dolayısıyla yazın sanatının başlıca niteliklerini, dil-yazın ilişkisini anımsatmak yararlı olabilir: Her sanat, belli bir malzemeyi ya da malzemeleri estetikleştirir. Sanatları birbirinden ayıran, biçimlendirdikleri malzemedir, malzemenin öz-yapısıdır. Sanatçı, malzemesini özgürce, keyfince biçimlendirir; estetikleştirir.

Dil, malzeme ve dolayım olarak yazınsal yapıtları tümüyle kuşatır. Yazıncı, dili, dilsel malzemeyi biçimlendirir. Dolayısıyla, yazın yapıtında somutlaşan dil, yazarın öznel beğenisiyle biçemselleştirdiği dildir; dilin öznelleştirilmiş kullanım biçimidir.  Hegel’in konuya ilişkin belirlemeleri uyarınca, sanatçı/yazar malzemesi üzerinde şiddet uygular. Her yazar dil üzerindeki biçimlendirici çalışmalarının sonucu olan özgün biçemini oluşturur ve bu özgün biçemiyle ile diğer yazarlardan ayrılır.

Dilin bütün olanaklarını kullanan yazar, ülküsünü dil dizgesiyle karıştırarak, ülküsünü ve dili özgüleştirir 

Dil, yazınsal üretimi kuşatan ‘soyut dışsallıktır.’ Yazıncı, bu soyut dışsallığın olası bütün olanaklarının sonuna değin gitmelidir. Bir başka deyişle, bu olanakların tümünü tüketmelidir. Bunu başaran yazıncı, ülküsünü dil dizgesiyle en yoğun biçimde karıştırarak, hem ülküsünü hem de soyut bir genellik olan dili özgüleştirebilir. Söz konusu özgüleştirme, anlatım araçları yoluyla gerçekleştirilen biçemsel tikelleşme çalışmasının sonucudur. Biçemsel tikelleştirme ise, yazınsal yapıtı, yapıt durumuna getiren estetikleştirme işlemidir.[1] 

Bu nedenle, yazıncı, soyut dışsallık olan dilsel kurallardan kurtulduğu ölçüde özgürleşir. Yazınsal yapıt, yazarın, bir izleği tasarımlama, kurgulama ve dili estetikleştirme anlamında anlatılaştırma süreci sonunda geliştirdiği özgün biçemleştirme ya da yazınsallaştırma tarzının ürünüdür. Bu süreci keyfince belirleyen yazar, tekil eleştirmen ya da okurun yapıtını nasıl yargılayacağını düşünmez.

Yazarın dili biçemleştirme tarzı, onun dil bilgisiyle ilişkilendirilemez

Söz konusu nedenlerle, bir yazarın dilsel malzemeyi estetikleştirme tarzı, o yazarın dil bilgisiyle ilişkilendirilemez. Yazınsallaştırma tarzından ötürü geniş bir okur topluluğunca beğeniyle okunan bir yazar için ‘o Türkçe bilmiyor’ denilemez. Böyle bir söz, söyleyen kişinin, yazara kendi dil beğenisini dayatması anlamı taşır. Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur. İlber ortaylı bir okurdur ve bir okurun, bir yazara ya da yazınsal yapıta ilişkin yaptırımı, ancak o yazarı ya da yapıtı okumamak olabilir. Bir yazarı ‘Okumayın!’ demek, o yazara karşı en azından güçlü bir önyargının dışa-vurumudur; hatta yazın karşıtlığıdır.   

Bir yandan, Ortaylı ve onun gibi düşünenler, Orhan Pamuk’un yazınsal üretimini ve Türk yazının dünya okurlarıyla buluşmasına katkısını görmezden gelmektedir. Öbür yanda, yazar ve yazın eleştirmeni Doğan Hızlan gibi, (Hürriyet 02. 01. 2021) Orhan Pamuk’un yeni yılda yayımlanacak olan ‘Veba Geceleri’ adlı romanını okumayı dört gözle bekleyenler vardır. Bir kez daha vurgulamak isterim: Her okur, Orhan Pamuk’u ya da başka bir yazarı sevmek zorunda olmadığı gibi, yazınsal bilgiden yoksunların, yazıncıları ve yapıtlarını yargılama yetkisi de olmamalıdır.

Orhan Pamuk’un Türk yazınının dünya okurlarıyla buluşmasına katkısı görmezden gelinemez

Orhan Pamuk, Nobel Yazın Ödülü’ne layık görüldükten sonra, başta kendi yapıtları olmak üzere, tüm Türk yazınının dünya okurlarıyla buluşmasına katkı yapmıştır. Bugün Türk yazının, dünya okurlarının neredeyse yüzde doksanı tarafından okunabilir duruma gelmesinde Orhan Pamuk’un yazınsal başarısının payı yok sayılamaz. 1980’li yıllara değin Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu ve adını anamadığım daha nice yazarın, Türk yazınının dünya okurlarıyla buluşmasına yaptıkları katkıyı, 2000’li yıllardan sonra başta Orhan Pamuk olmak üzere, Zülfü Livaneli, Ataol Behramoğlu, Ahmet Ümit ve diğerleri yapmaktadır.

Türkiye’de ve dünyada çok okunan bir yazarı Türkçe bilmemekle suçlayan İlber Ortaylı ‘Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ (2018) adlı kitabında Dil Devrimi kavramını kullanmaz. Bunun yerine Atatürk’ün dile ilişkin yaklaşımı ve beğenisiyle pek bağdaşmayan ‘harf inkılâbı’ anlatımını kullanır. Bunu da bir not olarak burada belirtmek yararlı olabilir.

Orhan Pamuk, Nazım Hikmet, Yaşar Kemal ve Aziz Nesin gibi büyük yazıncılar gibi, ne yazacağını, nasıl yazacağını estetik-düşünsel bir temele dayandırmıştır. Pamuk romanlarını kurgular ve yazarken, Alman tarihçi-düşünür-yazıncı Friedrich Schiller’in ‘Saf ve Duygulu Yazın’ adlı yapıtını esin kaynağı olarak gördüğünü, ‘Saf ve Düşünceli Romancı’ kitabında dile getirmiştir. Schiller ve Pamuk’un anılan kitaplarını yaklaşık on yıl önce Cumhuriyet Kitap’ta (24 Kasım ve 29 Aralık 2011) yayımlanan iki uzun yazımda ve ‘Dil Felsefesi- Edebiyat Kuramı I-II’ kitabımda ele aldığımı anımsatarak yazımı bitirmek isterim.

Zorunlu açıklama: Bu yazıyı 03.01.2021’de yazdım. Aradan üç haftadan fazla zaman geçtikten sonra bazı günlük gazetelerde Orhan Pamuk ile Nagehan Alçı ve Rasim Ozan Kütahyalı’nın birlikte çektirdikleri fotoğraf yayımlandı. Orhan Pamuk’un dışında, anılan kişilerle hiç yüz yüze gelmedim, tanışmadım. Tanışmak da istemem. Orhan Pamuk’un özel yaşamı beni hiç ilgilendirmez.  Yazın bilimci olarak benim görevim salt nitelikli yazınsal yapıtlardan oluşan yazını savunmaktır. 

Onur Bilge Kula – edebiyathaber.net (1 Şubat 2021)


[1] Onur Bilge Kula (2011): ‘Hegel Estetiği ve Edebiyat Kuramı’; Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 125- 126.

Yorum yapın