Ömür İklim Demir: “İyi kötü çoğu hayat yarım kalmıştır.”

Temmuz 19, 2021

Ömür İklim Demir: “İyi kötü çoğu hayat yarım kalmıştır.”

Söyleşi: Ayşe Yazar

Muhtelif Evhamlar Kitabı’yla öykülerinin sularında dolaştığımız Ömür İklim Demir, bu kez paralel kurgu ile oluşturduğu,  türler arası geçişlere tanık olduğumuz romanı Kum Tefrikaları ile okurlarıyla buluştu.  İklim Demir ile Şevket Kemâl ve Mithat’ın tayyareler ve kumların puslu atmosferinde kesişen hikâyesini konuştuk.

Jung, yazdıkları için “Yaşamım bir anlamda, yazdıklarımın özünü oluşturuyor, yazdıklarım yaşamımın özünü değil. Kişiliğim ve yazma biçimim bir bütün.” diyor. Siz yazma haliniz ve yazdıklarınız için neler söylersiniz?

Yaşamayı beceremediğim, gerçek anlamda sosyal bir hayatın içinde var olamadığım için yazdığımı düşünüyorum; benim için bir çeşit kaçış sanırım. Harflerden ibaret kalana kadar eksilmek… yazma hâlimi böyle özetleyebilirim. Neler yazdığımı ise ben de bilmiyorum ve de bu bilinmezlik -ve hatta karmaşa- hoşuma gidiyor.

Kitap üç bölümden oluşuyor. Bu bölümleri okurken insan hayatını değiştiren ya da geleceğe yön veren unsurların öne çıkarılan ya da dikkati ilk anda çeken şeyler olmadığını düşündürdü bana. Hayatın kendisinin bir  “fata morgana “ olduğu hissine kapıldım. Bölüm adlarını nasıl belirlediniz? Kitabın adında ve bölüm adlarında yer alan “ya da” ifadelerine nasıl yaklaşmalıyız?

Kum Tefrikaları’nın iç kapağında kitabın alternatif adı olarak “Kum Tefrikaları ya da Dünyanın Kenarı Salonun Ortası” yazar; burada Kum Tefrikaları daha çok Şevket Kemal Bey’in hikâyesini, Dünyanın Kenarı Salonun Ortası ise Mithat’ın hikâyesini temsil ediyor. Aynı şekilde bölümler için de bu ikili yapıyı kullandım.

Umudu hep geleceğe ait gibi düşünürüz. Romanda geçmişe doğru bir umut izleği var. Kasvetli, amaçsız, buğulu bir dünya olsa da Mithat yaşamaya devam etti. Tersine umut, roman kurgunuzu nasıl etkiledi?

Mithat’ı umut değil de, nasıl söylesem, geçmişin o sınırları belli, bir noktaya kadar da güvenli suları ayakta tutuyor. Tabii bir yandan da yine aynı sebeplerle zamanın en dibine çekiliyor Mithat. Bu durum romanın kurgusundan çok, Mithat’ın anlatım tarzını etkiledi.

Salonun ortası, gamze, sakal yolma, yağmur, elektrik kesintisi gibi tekrarlar var kitapta. Bu tekrarlar ile hem karakter hem de atmosfer oluşturmada ayrıksı bir üsluba ulaşmışsınız. Ömür İklim Demir’in ayrıksı karakterleri nasıl beliriyor ve şekilleniyor?

Bunu ben de bilmiyorum.

Romanda hikâye anlatanlar var. Mithat’ın babası Metin, Mithat’ın çocukluk arkadaşı Erman, Mithat’ın Suruç’taki tek arkadaşı Murat Hoca ve Mithat’ın kendisi. Bunlardan sadece biri gerçeği eğip bükmeden daha müdahalesiz aktarıyor. Okur ile bu anlatıcılar arasında nasıl bağlar hayal ettiniz, nasıl dönüşler alıyorsunuz? 

Yazarken metindeki karakterlere belli görevler yüklemiyorum; en büyük derdim hikâyeyi anlatmak oluyor. Sayfaya bakarken aklımdan geçen tek şey: Güzel, duru bir cümle yazmak, ardından bir cümle daha yazmak, bir cümle daha, bir cümle daha… Günün sonunda içime sinen birkaç paragrafa ulaşmışsam bana yetiyor, olaylar böyle gelişiyor genelde. Geri dönüşler iyi, özellikle Şevket Kemal Bey’in ve Murat Hoca’nın üslubunu çok seven olmuş.

Zamanı anlatırken bazen necefli maşrapa, bazen bıçak oyunu, bazen tüplü televizyon, pek çok kez küf rengi ile zaman takdimi çıkıyor karşımıza. Kitabın sonunda tekrar Murat Hoca’nın balkonuna dönüş ile yarattığınız zaman algısında, Şevket Kemâl’in çölde gördüğü seraplarda sarmal bir zamanın içinde dönüp durduk. Tomris Uyar’ın romanda yer verdiğiniz sözüyle tecelli eden kitabın zamanında, okur olarak epey dolaştık. Şevket Kemal’in postalının içindeki kuma, çalışma masasındaki kadim küle sıkıştırılan zamana bir tefrikanın yayımlanışı gibi, parça parça sürüklendik. Sizin beş yıla yayılan yazma süreciniz ve kitabın zamanı nasıl şekillendi? 

Romana başladığımda, son cümleye ulaşmamın beş yıl kadar süreceğini hiç düşünmemiştim; araştırdıkça konu konuyu açtı, harf harfi doğurdu, uzadı gitti. Biraz detaycılıktan, biraz takıntıdan, çokça da meraktan, alakalı alakasız yerlere dalıp kayboldum. Kitabın zamanı ise uçaklarla birlikte belirgin hâle geldi. Bahsettiğim uçakların kullanıldığı dönemi ve Kahire Seferi’ni düşününce, günlük kısımları için 1913 sonları, 1914 başları iyice netlik kazandı.

Kitabın dil, kurgu ve tema bakımından etkisini güçlendiren paralel kurgusu ile tarihsel bir döneme, günümüze ve geleceğe tekabül eden olayları okuyoruz. Kitabın sonunda Mithat’ın bu kitabı okuyanların başvuracağı oldukça cazip bir teklifi var. İthaf cümlenizi ve başvurulacak cazip teklifte saf dışı bırakılan iki grubu düşündüğümüzde siyaset paralel kurgunun birinde var birinde doğrudan yok dolaylı şekilde var. Siyasetin olmadığı karakterin hayatını bu derece etkileyen şey ise siyasetle ilgili bir görevin kabul edilmesi neticesinde oluyor. Yani Şevket Kemâl görevi kabul etmeseydi Mithat’ın hikâyesi olmayacak mıydı?

Şevket Kemal Bey bahsettiğiniz görevi kabul etmeseydi muhtemelen romanın başka türlü bir hikâyesi olurdu. Böyle bir versiyonda dahi Mithat’ın hayatının belli bir ölçüde değişebileceğini düşünüyorum. Tabii bu sefer, Mithat kendi hikâyesini anlatmaya değer görür müydü ondan emin olamıyorum. Belki yine Murat Hoca’nın uzun vadeli etkisiyle hayatı hakkında bir şeyler yazardı.

Murat Hoca karakteri aracılığıyla tercüme edilen günlük ve edebiyat tarihi ile ilgili anekdotlar ile renkli bir okuma deneyimi yaşıyoruz. Bu anekdotlar bir çeşit ahde vefa olarak görülebilir mi? 

Edebiyat öğretmeni olan karakterin edebiyat hakkında konuşmaması tuhaf olurdu. Zaten ben yerine göre sayfada sustursam bile Murat Hoca kafamda konuştu da konuştu. Anekdotları seçerken ise en büyük kriterim, anekdotun diyaloğa doğal bir şekilde uyum sağlaması oldu. Tabii bir de ilginç olmalarına dikkat ettim. Bütün bunlar bir çeşit ahde vefa mıdır bilmiyorum; bana daha çok kafamdaki karaktere sadık kalmaktan ibaretmiş gibi geliyor.

Romanın kendi ritminin yanında metne dâhil edilen müzikler ile de ayrı bir ritim ve hava tesis edilmiş. Mithat Suruç’tan Yurdanur Hala’nın evine taşındığında, annesinin ördüğü şişlerinin ucunda yarım kalan kazağı koltuğun kenarına koyuyor. İnsan bir zamana ya da mekâna gidemiyorsa o yarım kalmışlığı bazen bir eşya ile bazen de müzik ile telafi etmeye çalışıyor. Kitapta müzik yer yer tamamlayıcı bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Kum Tefrikaları’ndaki yarım kalmışlık ve müzik üzerine okurlara neler söylemek istersiniz? 

İyi kötü çoğu hayat yarım kalmıştır, elbet bir yerlerde bir hayal unutulmuştur, bir laf edilmemiştir, bir laf çok edilmiştir, bir yerlere hiç gidilmemiştir, bir yerlere çok gidilmiştir, bir yerlere ise hâlâ gidilecektir… Binlerce alternatifin içinden birisini seçip devam etmişizdir, ediyoruzdur. Tek sebebi bu. Müzik konusuna gelince, atmosferin en yoğun parçalarından birisidir bana göre. Sadece filmler ya da kitaplar özelinde konuşmuyorum, hayat için de öyle. Bu sebeple müziği kullanmayı seviyorum. 

edebiyathaber.net (19 Temmuz 2021)

Yorum yapın