Nalan Çelik: “Şiir sanatının benim için taşıdığı anlam ‘elektrik çarpması’ gibi.”

Temmuz 28, 2023

Nalan Çelik: “Şiir sanatının benim için taşıdığı anlam ‘elektrik çarpması’ gibi.”

Söyleşi: Mustafa N. Celep

Öpücüksüz, Nalan Çelik’in 8. şiir kitabı. Bir de ne göreyim, Çelik’in ilk öykü kitabı. Şaşkın Balkon Düşçüsü, Çelik’in 4. deneme kitabı. Oldukça üretken ve verimli bir kalem Çelik. Üretkenliğini ve verimliliğini ağırlıklı olarak şiir sahasında değerlendirmiş. Bunun yanında deneme yazıları ve öyküler kaleme almış. Biz de bu çalışkanlığa eşlik etmek adına Çelik’le Klaros Yayınları’ndan çıkan şiir, öykü ve deneme kitabı etrafında kendisiyle konuştuk. İçtenlikli yanıtlar aldık. Buyurun…

2005’ten bugüne daha çok şiir sanatı gönül indirdiğiniz alan oldu. 2005-2023, 18 yıldır şiir çalışıyorsunuz. 18 yılda 8 şiir kitabı kazandırdınız edebiyatımıza. Şiirin açık ara önde oluşunun ve şiirin hayatınızda öncelikli olmasının temel gerekçesi nedir? Klişe bir soruyla devam edelim: Şiir sanatının sizin için taşıdığı anlam? Ve duygu-düşünce dünyanızdaki yeri?

18 yıl, ilk soruda birden şaşırdım. O kadar olmuş mu? Gerekçeli kararım aşkın etkisi şiir yapar insanı. İlk aşık olduğum erkek 15 Ocak’ta Nazım Hikmet’in şiir kitabı armağan ederken; ‘aynı tarihte doğduğun bir şair bu, üstelik ülkemizde okunması yasaklı.’ demişti. ‘Yasaklı’ sözcüğüydü şiire ilk yakınlığım. Evimizde ders kitapları dışında kitap okumak yasaktı. Yakalandığımda dayak yiyor, kitaplarım da sobada yakılıyordu. Çifte yasaktı şiir. Nazım’ın rubailerinden bir bölümünü ezberlememi istedi ilk aşkım. Kitabın yakılırsa ezberinde şiirler olsun. ‘ çifte eyvah’ dedim. Ama ona kendimi beğendirmeliydim. 7, 8, 9. rubaiyi ezberledim. Şu dizelerle bitiyordu. Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha/ güzelim dünya elveda/ ve merhaba / kainat.” Şiir, içerik olarak bana bir şey anlatmıyordu. Gençtim, ölüm uzaktaydı. Aşk ayrılığı nedir bilmiyordum. İlk aşkım kısa süre sonra ailesi varsıl, pembe beyaz balık etli, nazlı nazlı konuşan, nazlı nazlı yürüyen bir kız için beni terketti, daha sonra onunla evlendi. Varsıllara karşı hıncım vardı, bu olayla katmerlendi. Terkedilmiştim. Şiirle kaldım. 18 Yaşımdaydım. Şiirimin 18. yaşı kutlu olsun o zaman.

Şiir sanatının benim için taşıdığı anlam ‘elektrik çarpması’ gibi. Bilinç kaybı. Titreyip kurtulmak. Ama o titremeyi unutamamak, yeniden yeniden çarpılmak için parmağını-kalemini akıma teslim etmek. Şiir, düşüncelerimi duyguya aktarma yeri. Kimi zaman tam tersi; öfkem, başkaldırışım, çaresizliğim, korkularım, yalnızlığı seçmişken yalnızlıktan usanma haykırışım. Düş kırıklıklarım. Doğanın bir parçası olduğumu sürekli kendime anımsatma ritüelim. Kendimle, ayla, yıldızlarla, kedilerle, gecesefalarının geceye fırlattığı kara boncuklarıyla konuşarak yürüyüşlerimdir şiir.        

Öpücüksüz’de imgesel gerçekçilik ve toplumsal meseleleri imgenin süzgecinden geçiren şiir bakışı daha baskın konumda. Şiirinize “imgeci realizm” tanımını getirebilir miyiz? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ayıklamayı severim. Taze fasulye, barbunya, kurutulmuş nane yaprağından vazgeçmeyen son ince dallar. Konuk gittiğim bir evdeki kimi nesneleri zihnimde ayıklayıp eklemek. Sahildeki deniz kabuklarından kimilerini seçmek kimisini olduğu yerden uzağa fırlatmak, belki de denize. Onların dalgayla sahile döneceğini bilsem de. Önümde akıp giden dünyaya ayıklayarak ve ekleyerek bakıyorum. Zebra desenli kabuklarından ayıkladığım barbunya başka bir görüntü artık. Kışın soframda görmek istediğim yeni görüntüsünü oluşturmak için salkımından ayıklanmış birkaç yaş üzüm, sapından ayıklanmış kiraz, dalındaki arkadaşlarından ayıklanmış bir sivri biber, kabuklarından ayıklanmış sarımsak, çekirdeği ayıklanmış mürdüm eriği. Pişirdiğimde ilk ayıklamayı yaşayan barbunyaya eşlik eden öbür ‘ayıklanıp’ da ‘eklenenen’lerle barbunya benim barbunyam, şiirdeki imgesel gerçekliğimdir. Ayıklanacakları seçmek gibi eklenecekleri de ayıklayarak seçmek önümde akıp duran dünyaya bakışım. En çok eklediklerimse toplumsal meseleler.  

Bir de ne göreyim adlı öykü kitabınızda erkek egemen bir dünyada kadınların sorunlarını cesaretli ve gerçekçi bir anlatımda dile getirmişsiniz. Öykü sanatı sizin için ne anlam ifade ediyor? Bugünün şiddet dolu entrik dünyasında ve toplumsal düzeneğinde öykü yazmayı hangi anlamla işlevlendiriyorsunuz? Öykü, bugünün okuruna ne söyler? 

Teşekkür ederim. Öykü sanatı; kavrayabildiğimiz, yakalabildiğimiz dünyanın ayıklamalar ve eklemelerle kurgulanıp ortaya konulması. Şiire uzak bir toplumu bazen de öykü ile yakalama çabası. Onca yayımlanmış kitabıma karşın hiç kitap okumayan yakın çevrem bile ilk öykü kitabımı edinip okudu. ‘Bu öyküdeki ben miyim, şu öyküdeki benim, o öyküdeki kadın sen misin?’ soru ve yorumlarıyla bana düşündürülen insanlar iyi-kötü-gri  karakterde de olasalar bir öyküde var olmak istiyorlar. Öykülerdeki bir karakterle özdeşleşmek. Ya da yazarın özel yaşamına öyküleri aracılığıyla daha çok sokulmak. Öykü, bugünün okuruna Pusula adlı öykümdeki bir cümleyle şunu söyledi: İkinci bir emre kadar annem tecavüze uğrayacaktı sürekli.” Facebook’dan takip eden okurum messenger’dan şu soruyu sordu. ‘Nikahlı karısıyla yatmak nasıl tecavüz sayılır?’ Yanıtım şöyle oldu. ‘Sıkı yönetim nedeniyle evde kalmak zorunda olan, alkolik olduğu için dışarı çıkıp içki alamayacak adam içki yerine kadını becererek kendini oyalayacak. Kadın artık  istemiyorsa bu tecavüzdür.’ Yanıtım sinirlendirmiş olacak ki beni engelledi. Okur, sevişmekle tecavüz arasındaki farkı sorguluyorsa öykünün sezdirme amacı doğru yoldadır diye düşünüyorum.   

Deneme kitabınız Şaşkın Balkon Düşçüsü, ele aldığı konular ve yaklaşım biçimi olarak teknik bakıştan ziyade izleksel ilerleyen ve şekillenen bir kitap. Şairin ve öykücünün yapıtına eğilirken hangi ölçütleri esas aldınız? Ayrıca bir soru: Şaşkın Balkon Düşçüsü’ne şiir ve öykülerinizin ‘arka bahçesi’ diyebilir miyiz?

Saptamanız çok yerinde. Denemelerimde izleksel yol almayı tercih ettim genellikle. Olayları, durumları, sorunları bir başlık altında, sanatın bir çok dalından alıntılarla (roman, öykü, şiir, felsefe, mitoloji, müzik, resim) açımlarken kendi görüşlerimi de aktarmaya çalıştım. Sanat ve Devrim, Sanat ve Delilik, Sanat ve Şansızlık gibi bir çok başlıkta izleksel olarak yol aldım. Bir yapıta eğilirken şairin ya da yazarın yayımlanmış söyleşilerini bulup okumaya çalışırım. Yapıtında sezdirdiğinden daha açıktır söyleşiyedeki sanatı adına yaptıkları ya da neden öyle yaptığına ilşkin yanıtlar. Şiirinde ya da öyküsünde sezdiğiniz, acaba mı dediğiniz, motifler kurmaya çalıştığınızı bu yanıtlar ortaya koyar. Geriye kalan dizeleri ya da cümleleri izleksel olarak kurgulamak. Gülten Akın’a ilişkin denememde, Zeynep Oral’ın kendisine sorduğu ilk soru, yazım için başlangıç noktası olmuştu: “Kitaplarının de öncesine dönelim, şiirini oluşturan yaşam öyküsünü istiyorum.” Sait Faik’in balıklar ve balıkçılarına ilişkin denememde öykülerini bir cümle bile atlamadan yeniden okuduğumda onun hiç balık tutmadığını, tutmayı tercih etmediğini saptamak, ilk telefonu icat eden Graham Bell gibi duyumsattı. Alo, alo bunca balıkçı-balıklara öykülerinde yer veren biri hiç balık tutmamış. Deneme yazmak en çok da alo, alo diyebilmek için. Deneme konusunda ‘ayrıca’ bir soru daha dediğiniz saptamaya gelince, yine çok yerinde bir saptama. Evet, Şaşkın balkon Düşçüsü şiir ve öykülerimin arka bahçesi. Özellikle şiirlerimin. Adı unutulmuş çiçekler, yeni adlar verilmeyi isteyen ağaçlar, adıyla seslenilmeyen kadınlar, gençler. Verilen ada layık olması beklenenlerin çaresizlik gölgelerinin dolaştığı, gece olduğunda perdeme yansıyıp ‘beni gör, beni yaz, beni unutma’ diyenlerin bahçesi. Herkesin görebildiği-yazabileceği, ama benim ayıklayarak seçtiklerimin bahçesi.          

Şiir mi, öykü mü, deneme mi, desem hangi edebi türü sanatınızın ‘şahı’ olarak görürsünüz? Türler arası geçişkenlik mümkün mü? Yazınsal türlere bakışınız nedir? 

Kıymetlim oğlum ‘anne şiir yazma, öykü yaz, daha sağlıklı ve normal görünüyorsun, şiir modundayken psikopat gibi görünüyorsun’ dese de sanatımın şahı elbette şiir. Gılgamış Destanı’ndan bu yana türler arasında geçişkenlik olmuştur. Bilinen ilk destan; hikaye, şiir, roman, anı türlerinin geçişleriyle dönemin yaşayış tarzını, bir kentin nasıl kurulduğunu, evlenecek kızın ‘ilk gece hakkı’nın Gılgamış’a ait olduğunu görürüz. Yazınsan bütün türleri seviyorum.    

“İstanbul Sözleşmesi” kırmızı çizginiz. Şiir, öykü ve denemelerinizde eleştirel ‘feminen’ bakış ve kadın duyarlığı belirginlikle yer alıyor. Erkek egemen bir okur-yazar ortamında bu feminize bakışın ‘önemi’ üzerine neler söylemek istersiniz?

Kırmızı çizgimizi eril sistem kendilerince sileceğini sanıyor. Çizgileri onlar bahşeder, onlar siler ezberi. Bu ezberi bozmaktır edebiyat. Duymadığımız yakıştırma kalmadı; ‘kadınlar çalışmasın, evinde oturup çocuk yapsın. En az üç diye de eklerler. Erkekle kadın eşit olamaz, fıtrata aykırı.Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün, günahı ne? Anasın ölsün öyleyse. Çalışmak isteyen kadınlara; Evdeki iş yetmiyor mu? Kadın çalışarak fuhuşa hazırlık yapar. Kahkaha atan kadın iffetsizdir. Hamile kadın sokakta dolaşamaz. Tek kariyer annelik. Acuze, sürtük. Tüm bu cümleler de kadına uygulanan şiddettir. Bunca kadın katledilirken, kadınlar mezarda bile suçlanırken, yeni öldürüm şekli balkon ve pencerelerden fırlatılırken eleştirel feminen olmamak olanaksız. 6284 sayılı yasa şiddet gören yoksul kadınlar için  tedbir alınması için çok önemli. Kadımları şiddete teslim etmemek için mücadelemiz sürecek.  

Erkek egemen okur-yazar ortamında kadınların eve çekilmemesi, kendilerine inançlarını yitirmemesi, hem çalışıp hem de sanatla yol alabilmeleri için önemli. Feminen bakışla yazmam benim için  okur ve yazar kaybı olsa da hiç umurumda değil.      

Beğendiğiniz feminist duyarlığı taşıyan hangi yazarlar var? Bu yazarların yapıtlarının hangi yönleri ilginizi çekiyor? 

Virginia Woolf’ün tüm eserleri özellikle Kendine Ait Bir Odası’ndaki  Shakespeare’in kız kardeşi olarak kurguladığı, abisi gibi oyunlar yazmak, tiyaroda oynamak için  mücadele ederken eline toz bezi verilip tecavüze uğrayan ve doğumda ölen Judith karakterinin susturulan sesi için yazmak. Para kazanmak, kendimize ait bir odamızın olması. Kollantai’nin İşçi Arıların Aşkı’ndaki genç işçi kadınla sezdirilen erkek egemen bakışın kadına yakıştırdığı rolün eleştirisidir. Romanın sonunda ana karakter ‘Feminist Edebiyat Kuramı’nın hedeflediği özgürleşmiş kadının erkek egemen baskıya karşı güç olacağını ortaya koyar. Simon de Beauvoir’in İkinci Cins kitabında ‘kadın doğulmaz, kadın olunur’ saptamasına ulaşır. Füruğ, feminizmi bir toplumsal devrim yaratma niyeti olmadan anlatan bir şairdir. “Güçsüzlük bilmezliğin değil yoksulluğun özelliklerindendir” diyen şair feminist doğmamıştır ama feminist yaşamış ve yazmıştır. Sosyal, psilolojik, maddi-tinsel yoksul ve yalnız bırakılan kadına seslenir.
Marx, “Filozoflar dünyayı sadece farklı yorumladılar, fakat aslolan onu değiştirmektir.” derken filozofların cinsiyeti muallaktır. Derisi istiridye kabuklarıyla yüzülerek katledilen Hypatia’yi anımsarız. Piskopos Cyril; “Kadın sessizliği ve uysallığı öğrenmelidir. Kadının ne ders vermesine ne de erkeğin üzerinde yetki sahibi olmasına izin vermeyeceğim. Suskun olacak ve sessiz kalacaktır. Çünkü önce Adem, sonra Havva yaratılmıştır” cümleleriyle halkı kışkırtarak ölüm emrini vermiştir. Gioconda Belli, Portal Ağacında Oturan Kadın romanında kadın kahramanını, devrim yapmaya yolundaki öbür kadınlar için şunları düşünür: Aynı anda toplumu değiştirmeye bu denli inanıp erkeklerin değişimini kendilerine nasıl yasaklıyabiliyorlardı? Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sındaki Raif Efendi karakteriyle kadın ve erkeğe biçilen rolün eleştirisi vardır: “Erkeğin koluna asılarak baygın gözleriyle etrefa tebessüm saçan kadınları ve yürüyüşlerinde hala asker adımlarını muhafaza eden erkekleri seyrederdim.” Edebiyat cinsiyetçi rollerden kurtulmak içindir en çok da.

Ezen-ezilen ilişkisi ve her türden baskının kadına reva görüldüğü bir toplumda kadın yazarlara ve genel olarak yeni yazar adaylarına önerilerinizle söyleşimizi bitirelim.

Kadınlar ezilenin de (erkek) ezilenidir. Erkeğin ilk sömürgesidir. Sömürge kalmaktan kurtulmalı, çalışmalı para kazanmalılar. Her tür ilişkide kendilerine ait alanlarının olması ve bunu kabul ettirmek. Kendine inanmak. Kendinle yarışmak. Gereksiz edebiyat dedikodularından uzak durmak. ‘Ben oldum artık’ dememek. Öğrenmeye ve değişime açık olmak. Çok okumak, araştırmak. Sokakta, insanların arasında olmak, dinlemek, gözlemek, sormak, konuşmak. Uzun uzun yalnız yürümek, kelebeklerle, karıncalarla, cırcırböcekleriyle, kuşlarla konuşmak. El veriyorsa seyehat etmek .Mario Vargas Lİosa’nın dediği gibi, edebiyatı bir din gibi kabul edip zamanlarını, enerjilerini, gayretlerini bu uğraşa adamaya hazırlıklı olmak. 

Son olarak, yol ayrımında bir soru: ‘Hikâye anlatmak’ mı ‘şiir söylemek’ mi?

Şiir dışına çıkmak istemeyen ama hikaye anlatmak isteyen Mevlânâ, Fuzuli, Şeyh Galib gibi birçok yazar mesneviler yazmışlardır. Şiir söylemeyi tercih ederim. Kimi şiirler de söylenmek için değil, kendi kendine sessizce okunmak içindir.   

Sorularımıza yanıt verdiğiniz için teşekkür ederiz.

Zorlayıcı sorular için ben teşekkür ederim.

edebiyathaber.net (28 Temmuz 2023)

Yorum yapın