Murakami’nin “Uyku”su ya da gerçeklik içinde ve ötesinde uyuyama hali | Işıl Bayraktar

Eylül 14, 2015

Murakami’nin “Uyku”su ya da gerçeklik içinde ve ötesinde uyuyama hali | Işıl Bayraktar

uyku-822845-Front-1Japonya’daki uykusuz gecelerimin ortasında Murakami’nin Uyku isimli öyküsünün Türkçe’ye çevrildiği haberlerini  okumamla, İstanbul’a ayak bastıktan sonra Uyku’yu başka bir uykusuz gecede bir solukta bitirmem arasında oldukça kısa bir zaman var.

Uyku, dilimize Hüseyin Can Erkin tarafından kazandırılan, Doğan Kitap tarafından basılan Haruki Murakami’nin son kitabı.

Murakami, uyuyamama halinin bilinçaltı izdüşümlerini okura yansıtırken, bir yandan da uyuyamama halinin gündelik hayatta yaşattığı değişimlerin peşinden koşturuyor okuru. Uyumayı reddeden bir bilinçle, uyumamayı kabullenmiş bir bedenin birbirine uyum sağlama çabasının etrafında şekillenen, aile yaşantısıyla, uykusuzluğunun arasındaki ince çizgide kendine dair  bilmedikleriyle karşılaşan bir kadının, 17 günlük uyku çığlıklarının öyküsü.  Karabasanların dahil olduğu uyumama halini lanetleme aşamasıyla başlayan, uykusuzluğuyla barışarak uyuyamama haliyle yüzleşen, uykusuzluğuyla, uyuyabilen “normal” aile bireyleri arasındaki düşünsel farklılıklarının ayrımına varan, uykusuzluğunun kendini gerçeklik ötesinde bir düzleme taşıdığının farkındalığıyla, uykusuz zamanlarıyla yaşamını üçte bir oranında genişlettiğini düşünen bir zihne varmaya kadar giden çoklu çığlıkların öyküsü.

Diş hekimi  eşi ve her gün okula gönderdiği, yemeklerini hazırladığı oğluyla geçirdiği hayatında, her tür ev işinin bir tekrar olduğunu düşünürken, yaşantısına uykusuz geçirdiği gecelerin birbirini tekrar etmesi gerçeği çöküveriyor. Ancak bir süre sonra uykusuzluğun kendine yarattığı zamanların farkına varıp eskiden, çok eskiden yaptığı gibi kitap okumayı düşünüyor. Bu sürede de uykusuzluğu onun kendisiyle hesaplaşmasını sağlıyor, kitap okuyamayan, sadece ev işleri yapan o kadının bugünü ve geçmişiyle içten, çok içten bir hesaplaşma izliyoruz.

Bu hesaplaşmadan uykusuz zamanlarına ortak olması için seçtiği Anna Karenina ile  çıktığını ve geceler boyu bu kitabı okuduğunu görüyoruz. Anna Karenina okuma sürecinde zaman zaman yaşadığı geri dönüşlerle geçmişte yaptığı şeyleri hatırladığına, ancak evliliğinde kocasının ve oğlunun yaşam tarzına uymak gerekliliğinin bu hatırladıklarıyla çeliştiği için onları bıraktırdığına ve bunlara o anda müthiş bir özlem duyduğuna tanık oluyoruz. Bir şeyler yiyerek kitap okumak bunlardan biridir mesela; kocası tatlılardan nefret ettiği için, oğluna da çikolata vermedikleri için evde tatlı bulunmadığını dile getirir. Kendi tercihlerini hiç sorgulamamış, ailesinin tercihlerini ön Haruki-Murakami-001plana çıkarmış bir kadının uykusuzluğuyla kendine kalan zamanlardaki kendini keşfediş öyküsüdür satırların altından bize yansıyanlar. Ve yaşadığı gerçeklikteki tüm tercihlerinin aksine kendi istediklerini yapmaya başlar, çikolata yiyerek Anna Karenina okumak kadar basittir istediği şeylerden biri.

Her gece kocası uyuduktan sonra yataktan kalkıp, koltuğuna ve kitabına gömülmeye devam eder, içkisini alır, bütün gece okur, sabah kahvesini yapar ve kocası eve gelene kadar yeniden okur, öğle yemeğinden sonra yeniden okur, yüzmeye gider.

Uykusuzluğu ona enerji vermiş,  her gün yarım saat yüzerken yüzme süresini bir saate çıkarmaya başlamıştır. Fiziksel ve zihinsel olarak dönüştüğü halin arkasında kendisinin ifade ettiği saklı bir gerçek vardır: içindeki bir şeyleri dışarı atmak istemektedir. Neyi dışarı atmak istediğini bilmediğini söylese de, kendisiyle yüzleşmelerinde içinde ona acı çektiren gerçeklikten kurtulma istemini okuyabiliyoruz. Ona göre ev işleri, aile işleri, kocayla yapılan seks, havadan sudan sohbetler hepsi bir tekrardan ibaret ve üzerine kafa yormadan yapılan gerçekliğin içindeki şeylerdi ve o artık gerçeklik dışı başka bir düzlemde yaşıyordu.  Varoluşuyla, gündelik hayatı ve ailesiyle ilişkileri arasında bir mesafe görüyordu ve o varoluşunu kendi kendine yaşarken, ailesi başka bir boyutta yaşadığı yeni hayatının farkına varmıyordu. Vücudu kendi başına hareket ederken, kafası kendisine ait bir boşluğun içinde yüzüyordu ve o boşluğun içinde ailesinin gerçekliği yer almıyordu. O boşlukta kalabilmek için de bu gerçeklik denilen şeyleri içinden atmaya ihtiyaç duyuyordu.

Zihnindeki tanımlamalar, geçmişindeki alışkanlıkların geri dönüşü, yediği çikolata, kurabiye, içtiği Remy Martin,  her gün düzenli bir saat yüzüşü, Tolstoy’dan sonra okuduğu Dostoyevski kitapları, kaybolan yorgunluk algısı, güzelleşen bedeni, kendisiyle barışması,  kitap okurken duyduğu heyecan, çıktığı gece yürüyüşleri ve bazen de gece yarısı evden ayrılıp arabayla çıktığı kısa turlar, uykusuzluğunun ona getirdiği gerçeklik dışı yeni hayatının ögeleridir artık.

Kocasını uyurken seyrettiğinde bile ortaya çıkıveren ona yönelik kızgınlığı ve oğlunu da gelecekte tutkuyla sevemeyeceğine dair inancı, onun tekdüzelik ve kendini tekrar eden gerçeklik karşısındaki direnişini simgeleyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

Uyku, uyuyamaz hale gelen bir kadının belleği, bedeni, zihni,  bilinci, geçmişi, bugünü, aile yaşantısı, bireysel kimliği arasındaki gel-gitlerle yaşadığı gerçek ve gerçek ötesi yaşantısının, gözlerini kapattığında uykuyla buluşmayan zifiri karanlıkta sakladığı düşlerinin ve karabasanlarının öyküsü.

Murakami’nin illüstrasyonlarla hareketlendirdiği kitabını, Japonya’da uyuyamadığım zamanların aksini görerek okuduğumdan, öykü karakterini gecenin bir yarısı sokaklara taşıyan o nedenle kendi nedenlerim arasında paralellik kuruyorum.

Neden uyuyamayız sahiden? Murakami her kitabında yaptığı gibi buna bir cevap vermiyor, okuru kendi uyuyamama haliyle başbaşa bırakıyor.

Işıl Bayraktar – edebiyathaber.net (14 Eylül 2015)

Yorum yapın