Muhteşem bir dönem romanı: “Üç İstanbul” | İlkay Yılmaz

Eylül 12, 2019

Muhteşem bir dönem romanı: “Üç İstanbul” | İlkay Yılmaz

Tarihsel derinliğin yanı sıra yirmiyi aşan karakter tahliliyle okumakta geç kaldığım için hayıflandığım bir eser oldu Üç İstanbul.                     

Bu eseri gözümde değerli kılan kuşkusuz yazarı Mithat Cemal Kuntay’ın 1885 – 1956 yılları arasında İstanbul’da geçen ömrü sebebiyle muhtemel tanıklığı. Ayrıca, Osmanlı Saltanatının son yıllarındaki çürümeyi, yozlaşmayı, İstibdat dönemini, İttihat ve Terakki’nin doğuşunu, yükselişini ve Sarıkamış faciasından sonra çöküşünü gerçekçi bir kurguya dönüştürürken kullandığı edebi dil.

Romanın baş karakteri Adnan, İstanbul’da, Aksaray’daki evinde veremli anasıyla yaşayan, hukuk okumuş, hiç bitiremeyeceği romanı yazan, Namık Kemal’in resmini göğsünde taşıyan, Tolstoy’la arasında benzerlik arayan, kadınlara düşkün ama çirkin yakıştırmalar yapılacak kadar güzel bir gençtir. Miralay babası 93 Harbinde şehit olduğunda sekiz yaşındadır. Anasıyla birlikte Sait Paşa’nın köşküne sığınan 157 muhacirin arasındadır.

Adnan, gündüz saraydan para alan, gece saraya söven Hidayet’in köşküne sık davet edilmektedir. Hidayet’in ihtişamlı köşkü kalburüstü kesimin ziyaret ettiği yeridir. Adnan’ın arkadaşları Moiz ve Tevfik Hoca avukatlık yapmaya başlamıştır. Hidayet, işsiz Adnan’dan Maliye Nazırı’nın kızına edebiyat dersi vermesini ister. Süheyla, temiz ve neredeyse boş olan yirmi sekiz odalı konağın, konak kadar sessiz kızıdır. Adnan önce küçümsediği kızla evlenmeyi düşünür fakat sonradan ders vermeye başladığı evli olan Belkıs’a tutulur. Belkıs örtünmeden dolaşan serbest bir kadındır. Erkânıharp Müşiri olan babasının mermer köşkünde yaşamakta, Avrupa şehirlerinden mektupla alışveriş yapmaktadır. Belkıs’ın ve köşkün ihtişamı Adnan’ın gözlerini kamaştırır. Süheyla’nın babası kızını Adnan’a vermeyi kabul eder ama Adnan istemez. Arkadaşı Fransızca Hocası Kadri’nin karısıyla ilişki kurar. Vicdan azabı yaşasa da bu ilişkiyi sürdürür. Kadri kanserden ölünce kadını yüzüstü bırakır. Sırada Tapu Müdürünün karısı Macide vardır. Macide ile olan ilişkisini kadın, hamile olduğunu itiraf edince sonlandırır. Kendince kadını çocuğu düşürmeye ikna eder. Ancak kadın onu aldatır. Adnan’ın on dokuz yıl sonra oğluyla karşılaşması trajiktir.

Romanda Adnan’ın inançsız olduğu vurgulanır. İttihat ve Terakki yanlısıdır. Çünkü Sait Paşa, Adnan’ın Galatasaray İdadisine girme iznini Abdülhamit’ten alamadan görevden azledilmiş ve Adnan Darüşşafaka’ya gitmek zorunda kalmıştır. Ayrıca, yakın arkadaşlarına kendi evinde Mithat Paşa’nın memleketten nasıl kovulduğunu Sait Paşa’nın hatıralarından büyük bir gizlilik içinde okumuştur.

Ama Adnan’ın İttihat ve Terakki’yle irtibatı olduğunu tutuklandığında öğreniriz. Kitapta bu ilişkinin niteliği ve niceliği hakkında bilgi yoktur. Birkaç yerde Enver Paşa ve Talat Paşa’nın adı geçse de örgütün sadece adı vardır romanda.

Adnan sürgünden döner, 10 Temmuz İnkılabı yani 2. Meşrutiyetle birlikte yıldızı parlamaya başlar. ‘Bir Taksim Üç İttihat ve Terakkidir’ artık.  Belkıs’ın Erkânıharp Müşiri babası 10 Temmuz İnkılabı yüzünden sürgüne gönderilir. Adnan büyük davalar almaya başlar, hızla zengin olur. Belkıs’la evlenir. Ama Belkıs’ın gözünde kocası eskinin fukara öğretmenidir. Adnan karısını aldatmaya başlar. Belkıs’la niçin evlendiğini ise ancak romanın sonlarına doğru anlarız. Veremli anasıyla fukaralık çektikleri günlerde Naciye, kocasının hediyesi olan elmas küpelerini satması için Adnan’a verirken: “Zaten bilirsin Mehmet, ben elması sevmem; gelinime inşallah daha âlâsını alacaksın sen!” demiştir. Belkıs gibi bir kadın Adnan’a satın alacağı elmaslar için gereklidir. Onun için bu güzel, modern, görkemli, üç dil bilen ve gerektiği zaman bir hizmetçi ağzıyla küfredebilen güçlü kadınla evlenmiştir.

Adnan’ın yıldızı Sarıkamış Faciasından sonra İttihat ve Terakki’nin gözden düşmesiyle söner. Karısı onu terk eder, bir Rus prensiyle evlenir. Zor günler geçiren Adnan’a Süheyla kucak açar. Evlenirler. Adnan, Süheyla’nın köşkünde yaşarken Ankara’dan çağrılacağı günün hayalini kurmaktadır. Öyle ki gizlice bir kalpak bile edinir. Ama haber gelmez. Her türlü giderini Süheyla’nın gizlice ödediği yazıhanede Adnan’a iş getiren yoktur. O perişanlık içinde bile Süheyla’yı, boşanma davası – Cumhuriyet kurulmuştur – getiren kadınla bürosunda aldatır.

Yanında çalıştığı insanlardan para çalan Jön Türk Süleyman, muhalif duruşlarıyla şair Raif ve Dağıstanlı Hoca, önceleri cüppe ve sarıkla gezerken bir fahişeyle evlenen, Avrupalı kadın sevdalısı, hukuk mektebi mezunu Tevfik Hoca, çok zengin olduktan sonra İtalya’da intihar eden Moiz, karısının parasıyla yaşayan Mısır prensi Hasan, esen rüzgara göre yön değiştiren Sakallı Vasfi, genç ve isterik Macide’yle evlenmiş yaşlı tapu müdürü Senih Efendi, Fuhuş yapan kadınların sırtından para kazanan ve bu işi kurumsallaştıran mahalle kabadayısı Çilli Mahmut, mahallede kıyılacak nikahı, kılınacak cenaze namazlarını sayan imam, 93 kaymesini tanımayan yaşlı kadının elinden parasını alan, yerine on beş tane birer liralık vermekten çekinmeyen Tekirdağlı Cemile, aslında geleneksel bir kadın karakteri olduğunu düşündüğüm Süheyla’nın, sevmediği annesi Cemalifer, evlendiği gece gerdek yatağından sevgilisi Seniha’ya kaçan Melahat, romandaki ifadeyle; evi, birbirine kıvrılıp bükülen kadınların mekânı olan bohçacı Hayriye, eve gelen kocasının arkadaşlarını, kapı çatlaklarından seyretmeyi iş edinmiş daha sonra dilenmeye başlayan Şark çıbanlı Zehra, ülkesindeki devrimden payına düşeni almış Rus Prensi, alkolik bir dilenci haline gelen Belkıs’ın eski kocası Bahriye Miralayı Hüsrev, şaka gibi bir adam kötü gün dostu Dilaver, Meczup Ahmet, Jigolo Alfred Cevat, eşcinsel olduğunu su sızar gibi iri göğsünden çıkan çocuk sesiyle konuşmasından ve romanın çeşitli yerlerinde yapılan imalardan anladığımız Hacı Hulusi Paşa, Müstantik Behçet, Burhan, Sait, Sacit, Ratip, Naşit, Sefaret Müsteşarı Nail daha pek çok karakterle o günlerdeki çürüme, yozlaşma, ikiyüzlülük, menfaat ilişkileri, yoksulluk, yoksulluktan doğan hastalıklar, çaresizlik, savaşın kötülüğü, muhacirlerin dramı anlatılmış romanda.

Hayran olduğum romandan iki soru kaldı bana. İlki 74. Sayfada Burhan’ın Behçet’e sözünü ettiği üç şapkadan bugüne kaç şapka kaldığı sorusu. …İstanbul’da üç sapka vardır. Çamlıca tepesinden evvel bu üç şapka görünür. Rejideki Rambert’in, Düyun-ı Umumiye’ci Berje’nin, Şimendiferci Hügnen’in kafasında duran üç serpuş! Bu üç şapka, bu üç kafadan bazen kaldırıma iner, bazan bulutlara fırlar; şimdi iki elde bir topaç olur, durur. Osmanlı İmparatorluğu denen uşak odasını bu üç şapka idare eder. Hidayet’in konağına bu üç şapkadan biri girdiği gün Hidayet yerlere kadar eğilir…

İkinci soru ise 688. Sayfada Prens Hasan ve Naşit arasında geçen konuşmada yalancı olduğu ima edilen, Enver Paşa’yla evlenmesinin öncesinde Naciye Sultan’ı almak için çırpın Ahmet Rıza Bey’in kim olduğu sorusu.

Dağarcığımda Tolstoy’un Savaş ve Barış’ı, Pasternak’ın Dr. Jivago’su, Celine’in Gecenin Sonuna Yolculuk adlı şaheseri neyse, o mertebede yerini aldı Üç İstanbul. Bize Üç İstanbul gibi muhteşem bir dönem romanı bırakan Mithat Cemal Kuntay’ın ruhu şad olsun. Roman boyunca yer yer Osmanlıca kelimeler olmakla birlikte sözlüklerde anlamlarını bulmak mümkün. Tek eleştirim Oğlak Yayıncılığa olacak. Bölüm başlarında yer alan isimlerin sıralı olduğu bir fihrist koyulamaz mıydı kitabın başına veya sonuna? Bence iyi olurdu!

İlkay Yılmaz – edebiyathaber.net (12 Eylül 2019)

Yorum yapın