Mehmet Berk Yaltırık: “Korku edebiyatı insanın içindeki karanlığa dokunur.”

Eylül 9, 2022

Mehmet Berk Yaltırık: “Korku edebiyatı insanın içindeki karanlığa dokunur.”

Söyleşi: Okan Çil

Mehmet Berk Yaltırık tarihi korku romanlarıyla isminden hayli söz ettiren bir yazar. Kendisini ilk olarak “Yedikuleli Mansur”, sonra “Istrancalı Abdülharis Paşa” adlı kitaplarıyla tanıdık. Yaltırık’ın geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları etiketiyle “Karanlığın Şahidesi” adlı bir romanı daha yayınlandı. 

18. yüzyıl sonlarında geçen korku dolu bir intikam hikâyesi olarak da değerlendirebileceğimiz “Karanlığın Şahidesi” raflardaki yerini almışken biz de kendisine sorularımızı yönelttik.

“Üç roman taslağı, tek bir hikâyede bir araya geldi.”

Kitabın yazım süreciyle başlayalım. Karanlığın Şahidesi nasıl ortaya çıktı? Size bu kitabı yazdıran şey neydi?

Üç farklı taslağın birleşiminden doğdu Karanlığın Şahidesi. Bir tanesi, Gölge e-Dergi’de Nisan 2012’de yazdığım ve o yılın mayıs ayında 56’ncı sayıda çıkan “Ecelyandı Ateş Behiye” adlı kadın külhaninin öyküsüydü. Bu öyküyü yine Gölge e-Dergi’de tefrikaya dönüştürerek işlemeye başlamıştım sonraki sayılarda, zira epey aklımda yer etmiş karakterlerdendi. Tefrikaya dördüncü bölümünde son verip romana dönüştürmek üzere bir taslak dosyası oluşturdum, hikâyesini daha detaylı işlemek istiyordum. İkinci taslak ise eski İstanbul folklorundaki cinlerle ilgiliydi, cin temasını işleyen ve eski İstanbul’da (dönemi belli değildi) geçen bir roman yazmak istiyordum. Sadece bu notun yer aldığı tek sayfalık bir taslaktan ibaretti. Üçüncü taslak dosyam ise 1800’lerin başındaki çalkantılı İstanbul sokaklarına dair bir hikâyeydi. Reşad Ekrem Koçu’dan ilhamla sokaklarda dolaşan bir konak cariyesinin bu hengâmede ayakta kalış hikâyesiydi. Behiye’nin hikâyesiyle benzer ancak dönem olarak bu anlatıya daha müsaitti. Üçüncü romanımda cinleri anlatmak istediğim için doğrudan ikinci taslağa yöneldim. Hikâyesi üzerine düşünürken aklıma üçüncü taslak dosyası geldi, böylece esirenin mevzusu ile cinlerin mevzusu bir araya geldi. Behiye’yi de başka bir dosyada ayrıca işlemektense bu kanlı intikam serüveninin bir parçası haline getirdim. Üç roman taslağı, tek bir hikâyede bir araya geldi.

Yazım öncesi araştırma süreci nasıl ilerledi peki? Size ilham veren kaynaklar hangileriydi?

Her zaman öykündüğüm ve etkilerini üzerimde hissettiğim Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi ve Reşad Ekrem Koçu’nun yazdıkları, “Erkek Kızlar ve “Dağ Padişahları” eserleri ile, İstanbul Ansiklopedisi’ndeki “Tırnovalı Benli Çengi Behiye” ve “Madam Bela’nın Batakhanesi” maddeleri özellikle etkili oldu. Yeniçeri zorbalarının türlü fiillerinin görülebileceği, devrin Hamamcılar Kethüdası Derviş İsmail’in 1686 tarihli “Dellaknâme-i Dilküşâ” adlı eseri, Merve Köken’in tavsiyesiyle okuma ve not çıkarma fırsatı bulduğum İsmail Parlatır’ın “Tanzimat Edebiyatında Kölelik” adlı araştırması, Ahmet Refik Altınay’ın “Osmanlı Tarihinde Zorbalar”ı, Ercüment Ekrem Talu’nun bir kabadayının hayali yaşam öyküsü mahiyetinde kaleme aldığı “Kodaman” romanı, Mehmet Halit Bayrı’nın “İstanbul Folkloru”, Murat Çulcu’nun “Düşmüş Ocağa Yanıyor” ve “Kan Defteri” adlı araştırmalarını sadece giriş anlamında romanın hikâyesini şekillendirdi.

Tarihi bir roman yazmak, günümüzdeki koşullara nazaran yazarı pek çok açıdan sıkıştırdığı gibi, pek çok açıdan özgürleştiriyor sanki. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Hangi tarafa aşina olduğunuzla, hangi dönemi daha detaylı görüp yaşayabildiğinizle bağlantılı olarak zorluğu değişiyor. Günümüzde içine karışıp dâhil olabileceğim detayları sınırlı buluyorken tarihi detaylar her zaman gözüme çarpıyor, onları adeta yaşamış gibi tahayyül ve tasvir edebiliyorum. Maceralar, hikâyeler kendiliğinden oluşuyor da ben gidip buluyorum sanki. Bunda akademik bilgiden fazla edebi malzemeyle de içli dışlı olmamın faydasını gördüğümü düşünüyorum. Eskinin zorlu koşullarında yaşamayı istemezdim ama tasvir etmeye başladığımda, giysi ve takılarının her birinin hikayesini ayrıca görebileceğim karakterler, günümüzün daha yüzeysel yaşayışına ve hikâyelerine oranla daha fazla kolaylaştırıyor elimi.

“Karanlığa karşı durabilmek için karanlığa kapılmak…”

Kitapta sadece ana karakterlerin değil, yan karakterlerin hikâyesi de oldukça etkileyici. Mesela kitabın girişindeki Topal Ebe başlı başına bir roman doğuracak nitelikte. Karakterlerinizi yaratırken nelere dikkat ediyorsunuz?

Korku yazarken heyecanı veya merakı hep tepede tutmak, okuru bir sonraki paragraf için can atar hale getirmek gerekiyor. Karakterlerimi oluştururken de okurun ilgisini çekecek, o dönemi ve coğrafyayı yansıtacak şekilde olmasına, bir şekilde ana hikâyeyle temas etmesine dikkat ediyorum. Okuyanın ilgisini diri tutuyor ama asıl mevzudan da koparmıyor. Oluştururken de tıpkı ana karakterlerim gibi titiz bir biyografi oluşturuyorum, kusurları, aksaklıkları, yara izleri vs. tek tek zihnimde beliriyor, yaşayan bir karakter olması için çabalıyorum.

Hem bir esir hem de bir kız olduğu için iki kere “hapsedilen” başkarakterimiz Periveş bir korku unsuruna dönüşmeye başladıkça özgürleşiyor sanki. Buradan bakınca Karanlığın Şahidesi’ni bir erginleşme serüveni olarak görebilir miyiz?

O dönem İstanbul’unda ilginç bir denge var. Mahallelerdeki insanlar ve esnaflar dertlerini, sıkıntılarını devrin yeniçeri zorbaları aracılığıyla çözüyorlar, hatta onları merkezi otoriteye karşı bir baskı unsuru olarak değerlendiriliyorlar. Gel gelelim bu “yerel otoriteler” ilk isyanda, gailede konakları, dükkânları yağmalamayı, ahalinin üzerine çullanmayı eksik etmiyor. Bu korku dengesini Periveş için de tatbik etmek durumunda kaldım, zira o dönüşümü geçirmeden İstanbul’da yaşamasına müsaade edilmeyecekti. Karanlığa karşı durabilmek için karanlığa kapılmak durumunda kaldı. Bu bir açıdan intikam hikâyesi, dolayısıyla bir kahramanın dönüşümü olarak görebiliriz. Başka bir açıdan da tekinsiz bir varlığa dönüşümün, gölgelere düşmenin hikâyesi.

Önsözde korku edebiyatının “canavarları canavarlara canavarca” anlatmak olduğunu söylüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Korku edebiyatının bir şekilde, insanın içindeki karanlık tarafa dokunduğunu düşünmüşümdür hep. Karanlığın Şahidesi’ni yazarken bu kanaatim daha da güçlendi, yazdıklarımla anlattığım canavarların, ruhların daha gölgeli kısmına hitap ettiğimi hayal etmeye başladım. O yüzden bunu okurla da paylaşmak istedim. “Korkunç bir şeyler okuyayım” diye başlanan bir serüvenin daha ötelere uzandığını kendimce ifade etmeye çalıştım.

“Günümüz romanı eskiye oranla daha çoksesli ve renkli.”

Günümüz romanına dair neler düşünüyorsunuz. Beğendiğiniz ve beğenmediğiniz şeyleri bizimle paylaşır mısınız?

Türk edebiyatının spekülatif kurgu örnekleri her zaman ilgimi çekiyor. Korku dışında, fantastik ve bilimkurgu alanında da güzel üretimler var, nitelikli isimler var. Bunun dışında polisiye okumaktan hayli keyif alıyorum. Şu sıralar ağırlıkta olarak yerli isimleri okuyorum bu türde. Eskiye oranlar günümüz romanını -en azından spekülatif kurgu alanında- daha çoksesli ve renkli olduğunu düşünüyorum. Beğendiğim tarafı bu, çok farklı okur gruplarına hitap edebiliyor, onları yakalayabiliyor. Beğenmediğim tarafı, okurların yeni isimleri keşfetmeye yönelik önyargıları. Sevebilecekleri, muadilini arayabilecekleri yeni çalışmaları es geçebiliyorlar. Bu yüzden Türkiye’de 2020’lere doğru iyi bir ivme yakalamış fantastik, korku, bilim kurgu gibi türlerin daha fazla sesini duyurması, daha çok okura ulaşmasını temenni ediyorum.

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz. Masanızda bizim için neler var?

İthaki Yayınları’ndan biri resimli (Ebrahel Lurci’nin illüstrasyonları ile) müstakil bir novella olan “Hunâşamzade” gelecek. 1900’lerin başında Edirne’de geçen bir vampir hikayesi, belki okurlar “Istrancalı Abdülharis Paşa” romanından kendisini hatırlayacaktır. Bir de yine İthaki’den çıkacak bir seçki için, “Kan Sahibi” adında bir novellamı bazı eklemelerle yeniden düzenledim. Tepedelenli Ali Paşa döneminde Arnavutluk taraflarında geçen bir vampir öyküsü, bazı kıyıda köşede kalmış Balkan geleneklerine dayanıyor. Bunun dışında Seçkin Sarpkaya ve Ömer Faruk Yazıcı ile birlikte hazırladığımız “Türk Kültüründe Gulyabani” adlı araştırmamız yayımlanacak. Bir de iki farklı öykü seçkisi için “Peri Ayazması” ve “Fetbaz Neriman” adlı iki öykü kaleme aldım, yayımlandıkları zaman duyuracağım. Şimdilik bir süreliğine dinleniyorum, kışa doğru yeni dosyalar için çalışmaya başlayacağım. Birkaç dosya var masamda, onları belirledikten sonra yine yoğun bir araştırma ve yazma süreci başlayacak.

edebiyathaber.net (9 Eylül 2022)

“Mehmet Berk Yaltırık: “Korku edebiyatı insanın içindeki karanlığa dokunur.”” üzerine bir yorum

Yorum yapın