Kuzgun, Kertenkele ve insan… | Burak Soyer

Şubat 17, 2022

Kuzgun, Kertenkele ve insan… | Burak Soyer

Emine Arlı’nın yazdığı, Merve Uygan’nın resimlediği Eski Dostum Kertenkele, bir Kuzgun ile Kertenkele arasında tesadüfen başlayan dostluğun içine bıraktığı hikayesiyle, hayvanlar üzerinden cesaret, acı, merak, dostluk, yabancılık, farklılık gibi duyguları ‘aforizma çılgınlığına’ kapılmadan sade bir dille okura aktarıyor. 

“Büyüklere yazılmış masallar” ya da “yetişkinler için gençlik kitapları” gibi bazı tanımlamalarla çok karşılaşıyoruz. Bu tür ‘metinler’ genelde kişisel gelişim kitaplarından fırlamış, eski köye yeni adet getiren, sanki hayatımızda hiç duymadığımız, bizim hiç bilmediğimiz, karşılaşmadığımız yeni şeyler söylediğini iddia eden cümlelerle örülü cümlelerden oluşuyor ve bizi ‘pozitif düşünce’ sarmalının içine bırakıveriyor. Elde ne var? Koca bir sıfır. Timaş Yayınları’ndan çıkan, Emine Arlı’nın yazdığı, Merve Uygan’ın az ama öz resimleyerek katkıda bulunduğu Eski Dostum Kertenkele ise girişteki kıstasları taşıyan ancak anlattığı mesele bakımından onlardan tamamen farklı duran, kelimenin gerçek anlamıyla hem yetişkinleri hem de gençleri tatmin edecek nitelikte bir roman.    

Kitap, evvel zaman içinde kendisine köstebekler tarafından yapılan bir yuvada, yerin yedi kat dibinde yaşayan kertenkelenin, arada bir kafasını yeryüzüne çıkarttığı günlerden birinde yuvasının daha önce hiç görmediği bir kuş tarafından bozulduğunu görmesiyle başlıyor. Kertenkelenin, Kuzgun’a biraz da kızarak söylediği “Biz burada yabancıları sevmeyiz,” minvalinde cümleler zaten suratı düşük olan kuşu iyice üzüyor ama Kertenkele yelkenleri suya indirip kuşun yüzündeki hüznü öğrenmek için kendisini dinleyebileceğini söylemesiyle aralarındaki dostluk kıvılcımı çakılıveriyor Kuzgun hikayesini anlatmaya koyuluyor.

Her günün birbirinin aynısı olduğu bir yerden geliyor Kuzgun. Onun memleketinde kuzgunlar gündüzleri karınlarını doyurmakla geceleri de Bilge Kuzgun’un yaptığı uzun yolculukları, dağların ardında onlarınkinden farklı yaşamlar hakkında söylediklerini dinlemekle vakit öldürüyor. Yine bir gün Bilge Kunduz yaşadığı deneyimlerden anlatırken bizim Kuzgun’un kulağında sihirli bir biçimde çınlayan ‘su’dan bahsediyor. “O kadar çok ki çokluğu kızdıracak kadar!” diyor Bilge Kunduz. Bu sihirli kelimelerin ardından içine bir kurt düşüyor bizim Kunduz’un. Ya hayatının sonuna kadar olduğu yerde pinekleyerek öleceği zamanın geleceğini bekleyecek ya da yola çıkıp dağın ardında neler olduğunu, o ‘suyun’ neye benzediğini görecekti. Konuyu elbette önce Bilge Kuzgun’a danışacaktı. Onunla konuşmaya karar verdiğinde “Nereye?” diye sormadı Bilge Kuzgun. Net konuştu: “Bizi yaşatan şey hayallerimizdir evlat. Kimimiz için dağın ardındaki yaşamın gizemi, kimimiz içinse suyun varlığının neye karşılık geldiği hayalimiz olur. Sonra da amacımız… Kişinin hayalleri olduğu gibi amaçları da olmalıdır. Mesela, şu gördüğün eğer senin gördüğün en güzel elma ise ona ulaşmaktan kanat çırpmaktan yorulmamalısın. Her kanat çırptığında seni neyin beklediğini bilemezsin tabii. Ama emeğinin karşılığında senin neyi beklediğini mutlaka bilirsin.” Ve bizim Kuzgun, o ‘suyun’ bir adı olduğuna ilk defa duymakla beraber başka yaşamlara, “Benim hayalim en güzel elmayı yemek değil, dağın ardındaki suyun çokluğunu görebilmek,” diyerek kanat çırpmaya başlar. 

Her şeyi hesaplayarak yola çıkmasına rağmen çetin geçer bu yolculuğu bizim Kuzgun’un. Güneşler doğar, güneşler batar. Daha önce hiç karşılaşmadığı şeyleri görür. Ancak bir gün fırtınaya yakalanır ve fırtına hiç bitmeyecekmiş gibi eser durur günlerce. Aç, susuz kalır. Ama dayanır. “Sınanmadan, neye güç yetirebileceğimizi bilemezmişiz. Bilmek için sınanmak gerekiyormuş oysaki,” der. Bu düşüncesi Kuzgun’un kanat çırparak çıktığı yolun rotasının aslında kendi içine çevrili olduğunu anlamasını sağlar. Fırtınada kanadı yaralanmıştır ve iyileşmesini beklemek için vardığı yerde kalmak zorundadır. Ama o hayalinden vazgeçmez. Kanadır kırık olsa da ayakları vardır. Yürüyerek de olsa o ‘suyu’ görecektir. Dağları, tepeleri aşar, ölümüne yorgun düşer ama yine de vazgeçmez ve nihayetinde zamanında Bilge Kuzgun’dan adının okyanus olduğunu öğrendiği suya kavuşur. Burada yine bilge bir balıkçıyla karşılaşır. Dışlanmış bir martının sofrasına konuk olur. Düşünür, dinler, anlamaya çalışır hep yeni karşılaştığı kişileri. Fark etmeden kendi özüne doğru yol alırken etrafını da görmeye başlamıştır artık… 

Eski Dostum Kertenkele, bir Kuzgun’la Kertenkele’nin tesadüfen başladığı tanışıklıktan sonra atladıkları dostluk üzerinden insanın hayata yekten bakışının tersliğini, farklılıkları anlamayı, dinlemeyi, hep birinci sırada olan ‘kendimizin’ yanına başkalarının da hayatlarını koymayı ama en önemlisi de bizi yaşatanın hayallerimiz, gayelerimiz olduğunu ‘aforizma çılgınlığına’ yer vermeden sade basit bir dille anlatıyor. 

edebiyathaber.net (17 Şubat 2022)

Yorum yapın