Kitaplar canavar mı? | İhsan Kurt

Ocak 13, 2022

Kitaplar canavar mı? | İhsan Kurt

Böyle bir soru olur mu diyenler bulunacağı gibi yahut da “hiç öyle şey olur mu, kitaplar niçin canavar olsun” diyenler de çıkacaktır. Bazı okuyucular da bir tebessümle bu soruyu geçiştireceklerdir belki de.

Kitabın adı bile düşündürücü. Kimilerine göre sevindirici, kimilerine göre korkulan bir nesne. Çoğu defa aydınlıklardan korkanların, gerçekleri kabullenmek istemeyenlerin, alışkanlıkların yıkılmasına dayanamayanların, önyargılarının tuz-buz olup dağılacağı kaygısını yaşayanların nesnesidir kitap. Kitaplardan kaçanlar kitaplara kaçanlara daima muzır, tehlikeli gözüyle bakmışlardır. Kitaplardan korkanlar aynı zamanda kitaplarla kaçanları da hayatlarına girmiş karıştırıcı, öcü olarak görmüşlerdir. Maalesef son zamanlarda da evlerde boşuna yer işgal ettiği düşünülen ve gerektiğinde çöplüklere atılan birer çöp muamelesi görmektedir kitaplar. Büyük kentlerimizde çöplükten toplanarak el arabalarında eski kitap satanlar da böyle ortaya çıkmışlardır.

Nitekim kitapların yakılmasına, yasaklanmasına tarih boyunca rastlanılmıştır. Kitaplara ve kütüphanelere açılan savaşlar insanlığın içinde yaşatılan adaletsizlik, hukuksuzluk, esaret, eşitsizlik, sömürü gibi canavarlara karşı açılmamıştır. Oysa kütüphaneler en büyük canavar ya da tehlikeymiş gibi saldırılara uğramıştır. Endülüs, Bağdat, Buhara ve daha birçok medeniyet merkezlerinde kurulan kütüphaneler insanlığın en gaddar vahşi yüzüyle yok edilmiştir. Aslında kitaplarla birlikte medenilik, insanlığın uygarlık birikimleri kazınmıştır. İnsanlığın insanca, hakça, hukukça, barış içinde birlikte yaşayacağı geleceği geciktirilmiştir. Her bir kitabın imhasıyla belki de geleceğe ışık tutacak olan fenerleri söndürülmüştür.

Kitap, düşmanları tarafından peşine düşülen olduğu için o da zaman zaman kaçmayı, kaçırılmayı seçme mecburiyetinde kalmıştır. Bazıları savaşlarda, yangınlarda ebediyen yok olmuş, şanslı olanlar da zamanımıza kadar gelebilmişlerdir.

Kitabın tarihine bakıldığında onların el değiştirerek bir yerden bir yere, bir ülkeden başka bir ülkeye taşındığını, göç kervanları arasına onların da katıldığını görüyoruz. Umulmadık yerlerde, umulmadık zamanlarda, çeşitli sebeplerle kitaplara layık olduğu değerlerin verildiği de olmuştur. Değer bilen sultanların, kralların saraylarının en kıymetli köşelerinde kendilerine yer verilen kitaplar geleceğe kalmada daha şanslı çıkmışlardır.

İşaret edeceğim bir başka husus da kitapların sürgünü ya da tutsaklığıdır ki bu verilen örneklerin dışında, tamamen ve doğrudan okuyucuyla ilgilidir… Okuyucunun okuduklarını uyguladığı veya yaşattığı bazı durumlar psikolojik bir olgu olarak kitapların tutsaklığı veya sürgünü şeklinde de ortaya çıkmaktadır. Nitekim Peter Mendelsun’un, Okurken Ne Görürüz adındaki eserinde bu konuyu açıklayan şu cümlelerine rastlıyoruz. “Kendi aşina olduğumuz şeylerle kitapları sömürgeleştirir ve karakterleri kendi vatanlarından ayırıp daha iyi bildiğimiz diyarlara sürgün ederiz.”

Yazarın, okur açısından ifade ettikleri elbette bir gerçeği yansıtır. Her okur farklı da olsa okudukları kitaplardan değişik çıkarımlar yapmakla kalmaz o kitaplarda okuduklarının bir kısmını öncelikle kendi yaşadığı, kendi bildiği, hatta kendisinin hayal ettiği mekânlara ve atmosferlere taşır. Bu konunun daha iyi anlaşılması açısından bir okur olarak kendimden bir örnek verebilirim.

Çok iyi hatırlıyorum ortaokulda Tom Sawyer’in Maceraları’nı okurken, olayların geçtiği yerleri, kırları, mağaraları kendi yaşadığım yöreye, çocukluğumun geçtiği bazı yerlere benzettiğimi hatırlıyorum. Yani kitapta anlatılan yerleri bildiğim, yaşadığım yerlerle birlikte hayal etmiştim. Kitabın mekânları benim yaşadığım, gördüğüm, en azından hayal kurarak ürettiğim yerlerdi.

Ayrıca lise son sınıfta okuduğum ‘Sefiller’ de geçen kilise motifi, ilçemizde çok eskiden yıkıntı halinde kalmış olan bir kilise binasını hayal dünyamda büyüterek olayların bir kısmını buraya taşıdığımı hatırlıyorum. Belki bazılarına çocukça gelecek ama kitapta geçen mekânlarla bu bildiğim yerleri özdeşleştirmiştim.

Benzer durumlarla birlikte kitaplar okurun hayatına şöyle veya böyle doğrudan giriyor, onunla birlikte bir yaşam sürebiliyor. Üzüyor, sevindiriyor, düşündürüyor, hayata bakışında zengin ve anlamlı ufuklar da açmış oluyor. Bu durum kitapların okur tarafından farklı ve kendince daha güzel diyarlara sürgününden ziyade bir başka göçü, göç ettirilmesi olarak da düşünülebilir. Güzel bir göç.

Zaten biraz da kitapların etkisi, gücü, hayatla içiçeliği hiçbir zaman dışlanamıyor, belki de birazda bunun için kitaplardan korkuluyor. Kitaplardan korkanlar düşüncelerden korkanlardır. Aydınlıktan, umut etmekten, özgürlükten, adaletten, yaşamaktan, insan gibi yaşatmaktan ve yönetmekten korkanların en büyük korkularıdır kitap. 

Belki de bilinçaltı karanlıklarının görülmesini istemeyenler, şimdiye kadar edindiği doğrularının yıkılmasından çekinenler, kitapla gelecek olan değişimin ne olacağı belirsizliğinden kaygılananlar için kitap bir canavar olabilir. Yahut benzer düşünceler içerisinde olanlar hayallerinde böyle bir canavar yaratabilirler.

Ülkemizde kitapların çöplere atılması tarihte kütüphanelerin yıkılmasından, kitapların yakılmasından daha vahim bir durumdur. Kitap okumayı bir “ceza” olarak düşünmek, hatta uygulamaksa düşüncenin vitesten attığı yerde yuvarlanmaktır.

edebiyathaber.net (13 Ocak 2021)

Yorum yapın