Kairos: alt üst olan yaşamlara bir saygı duruşu | Şule Tüzül

Mayıs 6, 2024

Kairos: alt üst olan yaşamlara bir saygı duruşu | Şule Tüzül

Jenny Erpenbeck, Doğu Berlin doğumlu bir yazar. Can Yayınları tarafından yayınlanan son romanı Kairos, Berlin duvarının yıkılışıyla alt üst olan yaşamlara bir saygı duruşu gibi. Bu yıkımın tüm ağırlığını taşıyan bireysel deneyimlerini edebi ustalığı ile buluşturduğu kusursuz bir eser diyebilirim.

Roman, birbirine yaslanan iki paralel hikâye üzerine kurulmuş: Berlin duvarının yıkılması ile iki kutuplu dünyanın dönüşüm sürecinde yaşananlar ve bu sürecin gölgesinde filizlenip büyüyen ana kahramanlarımız Hans ve Katharina’nın aşkı.

Romanın odağına yerleşen aşk hikâyesi aslında çok sıradan ve bilindik bir hikâye. Ellili yaşlarını süren evli bir adamın henüz on dokuz yaşında cıvıl cıvıl bir genç kızla yaşadığı tutkulu bir aşk hikâyesi. Kitap adını Hans’la Katharina’nın karşılaştıkları, bir daha asla yaşanamayacak olduğu için de biricik olan o rastlantı anından alıyor. Her aşk gibi, dünyada bir benzerinin olmadığı hissi ile yaşadıkları aşk bir süre sonra yerini toksik bir ilişkiye bırakıyor. Jenny Erpenbeck’in romandaki ustalığı ise, 1986-1992 yılları arasında Doğu Almanya’da ne yaşandıysa hepsini tek tek Hans – Katharina aşkının her evresine ustaca yansıtabilmiş olması.

Tarihi ve toplumsal bir hikâyeyi tarih ve siyasetin içinde boğulmadan, sıradan denebilecek bir aşk hikâyesini sıkılmak bir yana kahramanlarının tüm duygularıyla içimizde yaşatan Jenny Erpenbeck bunu romanın dili ve anlatımı ile başarıyor. Bir yandan Doğu Berlin halkının özlemlerini, umutlarını, acı ve hayal kırıklıklarını paylaşırken, diğer yandan Hans ve Katharina’nın tutkusunu, çaresizliklerini, isyanlarını, acı ve sevinçlerini okuruna da hissettirmeyi başarıyor. Bunu nasıl yapıyor?

Erpenbeck romanı şimdiki geniş zaman cümleleri ile anlatıyor. Her şey sanki şimdi oluyor. Farklı zamanlar art arda sıralanıyor. Olaylar hiç kesilmeden akıp gidiyor. Konuşma işaretleri yok. Hans ve Katharina’nın birbirlerine söyledikleri, o sırada içlerinden geçenler, yaşadıkları olaylar peş peşe sıralanıyor. Bu metne müthiş bir hareket kazandırıyor. Diğer yandan yoğun ve sıkışık bir metin değil bu; uzun olmayan paragraflar ve paragraflar arasında kimisi tek kimisi birden fazla satırdan oluşan boşluklarla ilerliyor hikâye. Bu boşluklar aynı zamanda sürüp giden hikâyedeki boşluklar, Erpenbeck’in anlatmadığı tamamlanmasını okura bıraktığı boşluklar. Aynı zamanda okura nefes alanı sağladığı boşluklar. Erpenbeck öyle bir anlatım inşa etmiş ki romanda tek bir fazlalık ya da eksiklik yok. Her şey tam dozunda, tam da okuru etkilemek istediği dozda.

“Hiçbir heyecan, olasılıklara karşı duyulan kadar büyük değildir. Gerçekte yaşananlara duyulandan da mı büyük? Çok daha büyük, diyor adam, çünkü yalnızca hayaller noksansız ve kusursuzdur.”

Hans ve Katharina ilişkisinin ileri safhalarında, özellikle ilişkinin toksik hale geldiği, Hans’ın Katharina’yı sistemli biçimde ezdiği, örselediği, manipüle ettiği ve acı çektirdiği bölümlerde Hans’a müthiş öfkeleniyorsunuz, Katharina’ya ve hatta olanlara seyirci kaldıkları için ailesine kızdığınız zamanlar oluyor. Erpenpeck sizi öfkelendirmeyi başardıktan sonra tüm bu bireysel travmaların kökenindeki tarihi ve toplumsal nedenleri romanın kurgusuna öyle güzel yerleştiriyor ki, hem bireylerle hem de toplumlarla okurun empati kurmasını, onları anlayabilmesini sağlıyor. Edebiyatın tam da yapması gereken şeyi yapıyor yani.

“Hiç kimse bir başkasının içinde tamamen eriyemez, diyor Rosa. Ama farklılıkların olması iyidir.

Yani geride daima bir parça kalır.

Cazip olan tam da bu parçadır işte.

Ne var ki bu parça, ilişkiyi dağıtabilecek olanı da içinde barındırır.

Ya da barındırmaz. En başından beri uyumlu olduğumuz birini seçmeliyiz, diyor Rosa.

Her iki tarafta da bulunan bilinmezle birlikte mi?

Evet.”

Jenny Erpenbeck, Doğu Berlin’de yaşadığı dönemde tiyatro ve opera yönetmeni olarak çalışıyor. Duvar yıkıldığında binlerce Doğu Berlin’li gibi işini, yaşam düzenini, geleceğe dair planlarını ve hayallerini kaybediyor. Erpenbeck şanslı olanlardan; dünya çapında okunan bir yazar olmayı başarıyor. Ancak elbette bu hiç kolay olmuyor. Bugün verdiği söyleşilerde içinde kalan ukdeleri, özlemleri, üzüntü ve acıları sık sık dile getiriyor. Bir söyleşide şöyle diyor:

“Satmanın ve satın almanın, bugün oynadığı gibi büyük bir rol oynamamasını çok seviyordum ben.”

Duvar yıkılmadan önce Doğu Almanya’da dilenci yok. Batıya izinle geçilebiliyor ancak. Katharina akrabalarını görmeye batıya gidiyor bir gün. Trenden indiğinde bir dilenci görüyor ve çok etkileniyor. O göz kamaştıran Batı’nın tam ortasında bir dilenci görüyor, ama sanki sadece kendisi görüyor, kimsenin umurunda değil. Hans’ın şu sözü geliyor aklına: “Marifet doğal olanı doğaya aykırı hale getirmektir.” Başka bir dilenciyle tatilinin ikinci gününde karşılaşıyor. Ama daha az etkileniyor artık. “İnsan başkalarından daha şanslı olmasına bu kadar hızlı mı alışıyor?”

Tarih iktidarlar tarafından yazılıyor. Neye inanıp neye inanmayacağımızı iktidarlar belirliyor, çünkü bugün medya ve ana bilgi kaynakları iktidarın elinde. Sosyal medyada iktidarlar tarafından yönlendiriliyor. Edebiyat biraz da sesini duyamadıklarımızın sesi. Berlin Duvarı’nın yıkılışını, korkunç koşullar altında “gri” bir ülkede yaşayan Doğu Berlin halkının özgürlüğe kavuşması olarak öğrendi dünya. Oysa Kairos başka şeyler söylüyor. Hans, eşi Ingrid, Katharina’nın ailesi bir gecede işsiz kalıyorlar. Geçmiş ve gelecek Hans – Katharina aşkında büyülü biçimde buluşurken, duvarın yıkılışı bu aşkın da yıkılış sürecini başlatıyor. İki ülke birleşirken Hans ve Katharina ayrılıyorlar. Doğu ve batı birleşmiş olsalar da, başka biçimde ayrışıyorlar. Batı Almanya, duvarın yıkılışının ardından Doğu Almanya vatandaşları hoş geldin parası veriyor. Katharina reddediyor bu parayı almayı.

 “Özgürlük böyle bir şey miydi? Düşmanın adının bile konamaması mıydı?”

Erpenbeck, günlük yaşamda ilgi alanımıza girmeyen, önemsiz ayrıntıları bir aşk hikâyesinin içinde ve iki kutuplu dünyanın sancılı birleşmesinde iç sızlatan cümlelere dönüştürüyor. Katharina, duvarın yıkılmasından sonra aile evine yemeğe gidiyor. Annesi, nihayet evindesin, diyor. Oysa Katharina o sırada afallamış durumdadır, evi gerçekten evi midir, çünkü trenden indiğinde Coca-Cola satıldığını görmüştür. Milyonlarca insan için hiçbir önemi olmayan bu görüntünün ne kadar sarsıcı olduğunu anlatır Erpenbeck.

“Marksist felsefenin ulaşamadığına Coca-Cola ulaştı, bütün ülkelerin emekçilerini simgesinin altında topladı.”

Jenny Erpenbeck’in eşi bir orkestra şefi. Müzik hayatı boyunca yaşamının önemli bir parçası olmuş. Doğu Berlin’de yaşamak aynı zamanda kültür ve sanatın içinde yaşamak. Erpenbeck, müzik ve entelektüel birikimini romanına yoğun bir şekilde yansıtmış. Öyle ki çoğu paragrafta müziği duyabiliyoruz, paragraflar sade ve basit bir dille yazılmış olsa da çok sesli müzik parçaları gibi yoğun, derin, düşündürücü. Brecht, Erpenbeck’in çok etkilendiği yazarlardan biri; roman boyunca sık sık Brecht’e göndermeler yer alıyor.

Kairos ile çevirmeni Regaip Minareci 2023 Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’ne layık görüldü. Regaip Minareci’yi tebrik eder, okur olarak teşekkürü borç bilirim.   

Bazı anları en elverişli, en uğurlu, en büyülü yapan nedir? Bir daha asla yaşanamayacak olması mı? Peki ya gerçek, insanın seçebileceği bir şey mi? Yorumu Kairos okuruna bırakıyor Erpenbeck. Romanındaki pek çok boşluğu da okuruna bırakması gibi.

edebiyathaber.net (6 Mayıs 2024)

Yorum yapın