İzinsiz gelen misafir | Havanur Taflan

Mart 1, 2021

İzinsiz gelen misafir | Havanur Taflan

Demokrasi hatırlamaktan korkuyor, dil söylemekten korkuyor. Siviller askerlerden korkuyor, askerler silahsız kalmaktan korkuyor ve silahlar savaşsız kalmaktan korkuyor… Kadının erkeğin şiddetinden korkusu ve erkeğin korkusuz kadından korkusu… Hırsız korkusu, polis korkusu… Kalabalık korkusu, yalnızlık korkusu, olandan ve olabilecekten korku, ölme korkusu, yaşama korkusu… Tepetaklak kitabında sıralar bunları Galeano. Ne çok korku var hayatımızda… Jonathan Noel’in güvercin korkusunu da ekledik mi tam oldu galiba. Aslında farklı bir bakış açısıyla başlayacaktım yazıya… Ama korku üzerine mizah yapmak hiç doğru gelmedi. (Bugünlerdeki toplumsal korkularımızı düşününce…) 

Alman yazar Patrick Süskind’in Güvercin adlı romanının kahramanı Jonathan Noel. Bir bankanın bekçiliğini yapan Noel’in 1984 Ağustos’unda Paris’te geçen bir gününü anlatır yazar romanında. Çocukluk döneminde annesinin Naziler tarafından toplama kampına götürülmesinin ardından hiç tanımadığı amcasının evinde savaş bitene kadar saklanmak zorunda kalan, tekdüzeliğe, dinginliğe kavuşabilmek için evlendiği karısının başkasıyla kaçması sonucu tamamen yalnızlığına gömülen hayattan kopuk bir karakterdir kahramanımız. Hayatını allak bullak eden o güvercinle karşılaşana kadar da her şey yolundadır onun için. Günaydın, iyi akşamlar, teşekkürler gibi sözcükler dışında kimseyle iletişimi olmayan Noel, dış yaşamın ona karmakarışık gelen olaylarından nefret eder. Her günü aynı tekdüzelikle geçen hayatının yirmi yıllık bir süresini de geride bırakmıştır. Günün birinde gelecek olan ölümden başka, önemli herhangi bir şeyin karşısına çıkabileceğini aklının ucundan bile geçirmemiştir. Kırmızı, pençeli ayaklarıyla koridorun koyu kırmızı taşlarının üstünde oturup duran bir güvercin ile karşılaşmasıyla altüst olur kahramanımızın hayatı. Kafka’da görülebilecek bir insanlık tragedyası gibidir hikâye.

Odasından çıkıp aynı kattaki ortak banyoya gidecekken gördüğü bu güvercinden ölesiye korkar Noel. Bu beklenmedik misafirden korkmasının nedenini hayvanın “utanma bilmeyen dışadönüklüğü, gözündeki çekingen sinsiliği, ona dikilen bakışsız canlılığı” olarak tarif eder. Güvercinin tüy kabartması ya da ayak değiştirmesi ile paniğe kapılan Noel hemen odasına kaçarak ve güvenli alanına yani evine sığınır.

Fransız filozof, yazar Gaston Bachelard Mekânın Poetikası adlı eserinde “Evimiz bizim dünya köşemizdir. Bizim ilk evrenimizdir. Ev, manzaradan çok bir ruh halidir. Yalnızca dış cepheden ibaret olarak yeniden üretilmiş bile olsa bir içselliği dile getirir” der. Noel için de anlamı budur çatı katındaki tek gözlü evinin. Ruhunu yansıtan bu mekân onu terk eden yaşamın ona verdiği tek sığınaktır.

Noel için hayvanın, vücudunun bir tarafına değebileceği, sözgelimi ayak bileğini gagalayacağı ya da havalanarak ellerine ya da boynuna dokunabileceği fikri dayanılmaz bir hal alır. İşe gitmek için evden çıkmak zorundadır. Kışlık bir manto ve kaba çizmeler, eldivenler giyen Noel, eline de bir şemsiye tutuşturur ve güvercinin olası saldırısını önlemek ister.“Kokuların öyle bir inandırıcılığı vardır ki; sözden, gözle görmekten, duygudan, iradeden daha güçlüdür. Savılıp atılamaz bu inandırıcılık, soluduğumuz havanın ciğerlerimize işleyişi gibi, o da içimize işler, doldurur bizi, hepten ele geçirir, çaresi yoktur.” der Patrick Süskind.

Hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Süskind’in en büyük başarısı tüm insancıl duyumlardan ve duygulardan yoksun, yalnızca kokulara karşı görülmedik derecede duyarlı, istediği kokuları üretebilmek için cinayet işlemekten çekinmeyen bir katili anlattığı 1987 yılında Türkçeye Koku adıyla çevrilen romanıdır. İnsan içine çıkmaktan hoşlanmayan, fotoğrafının çekilmesine izin vermeyen ve neredeyse hiç röportajı olmayan yazar Süskind’nin karakterine benzeyen bir yönü var sanırım. (Karakterlerinin toplumdan kendilerini soyutlayan yaşamlarının olması bu yüzden belki de.)

Kendisine bir otelden yer ayırttıktan sonra akşama kadar yaşadıkları ve gözlemleriyle ilerler hikâye. İçinde biriktirdiği her şey, tüm hisler, nefret ve kıskançlıklar ortaya çıkar. Bekçilik yaptığı alanda gözlemlediği garsonlar, müşteriler, şoförler ve dilenciler varlıklarıyla ona iğrenç gelmeye başlar. Noel’in iç huzuru sekteye uğramıştır artık. Baştan ayağa nefret dolmuştur. Korku onun içindeki öfkeleri açığa çıkarmış tüm düzenini altüst etmiştir.Akşamtabut izlenimi verdiği otel odasına gider Noel. Son yemeği olduğunu düşündüğü için akşam yemeğini yavaşça tadını çıkarırcasına yer. Şu sözleri sarf ederek uykuya dalar: “Yarın öldüreceğim kendimi.” “…Paris’te iğrenç ihtiyar bir bekçi, ama sen çocuksun ve annenin babanın bodrumunda oturuyorsun, dışarıda savaş var ve sen yakalanmış, enkaz altında kalmış, unutulmuşsun. Niçin gelmiyorlar? Niçin beni kurtarmıyorlar? Niçin bu ölü sessizliği? Nerede öbür insanlar? Yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan!” Gördüğü bu kâbusla uyanan kahramanımız sabaha karşı oteli terk eder. Evinin merdivenlerinde cesaretini toplayıp sığınağına gitmeye çalışır. Ev sahibinin dairesinden gelen kahve kokusu kahramanımızın tüm korkusunu alıp götürür. Zaten güvercin de gitmiştir. Noel sığınağındadır artık. 

Yazar kahramanının karşısına neden başka bir kuş değil de güvercin çıkarmıştır? Sanırım okur bunu da sorgulayacaktır hikâye boyunca… Belki yazar Noel’i toplumla barıştırmak istemiştir. (Güvercin umudun ve barışın sembolü olduğundandır belki de…) Bilmiyorum… Belki siz farklı düşüneceksiniz okuyunca…

Sağlam bir temel üzerine döşenmiş gibi gözüken hayatımız gerçekten de öyle midir? Aslında yazar nasıl yaşanamayacağını göstermek istemektedir. Korkularımızı hatırlatarak… Baş edemediğimiz… Engelleyemediğimiz korkularımızı… Ama her şeye rağmen bir çıkışın olabileceğini de gösterir bize. Korkuyla karşılaştığında insan en yalın haliyle sorgular her şeyi. Eskiden cam gibi saydam olan dünya aniden kendi gölgesiyle karararak bir aynaya dönüşür çünkü. Noel’in yaşadığı tam da budur. Artık baktığı, izlediği, bilinçaltına ittiği her şey gerçeklik kazanmıştır birdenbire. Gördüğü kâbusu da gerçekte dile getiremediği duygularının yansımasıdır: yaşayamam ki ben öbür insanlar olmadan! İletişim kurmasa da (kuramasa da) etrafında insanların varlığının ona güç verdiğini fark eder. Bu korku ona varoluşunu sorgulatmıştır.

Ne yaşarsak yaşayalım, önümüze hangi engel çıkarsa çıksın, hayata bizi bağlayacak bir şeyler var… Yeter ki dünyaya kendi gölgesiyle bakabilelim. Tüm gerçekliğiyle… Dünyanın içinde başka dünyalar da var biliyorum. Korkuların olmadığı bir dünya bu… İnsanın insandan korkmadığı… Benim de görmek ve yaşamak istediğim gerçeklik bu…

Kaynaklar

https://margot-quotes.livejournal.com/18544.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Patrick_S%C3%BCskind

Patrick Süskind, Güvercin, Can Yayınları

Havanur Taflan – edebiyathaber.net (1 Mart 2021)

Yorum yapın