“İstanbul’da Kedi” | Şule Tüzül

Ocak 30, 2015

“İstanbul’da Kedi” | Şule Tüzül

istanbulda-kedi-Front-1“Destansa,

Köpeklerin kahramanlıkları

Kediler şiir yazar.”

Kendimi bildim bileli kedi ve hayvan sever biriyim, ama sevgili kedim Pati hayatıma girdiğinden beri bu sevgi sözcüklerle ifade edilemez bir aşka dönüştü. Yıllar önce, Pati henüz hayatıma girmemişken, evime gelen kedi sever dostlarımdan biri “kedisiz bir evde nasıl yaşanır asla anlayamayacağım” dediğinde şaşırmış ve içimden “amma da abarttı” demiştim. Pati’den sonra ben daha iddialı düşüncelere sahip oldum; “kedi sevmem” diyenlere hangi gezegenden geldiler diye bakıyorum. Sanırım onları sevemiyorum da. Kedisi olmayan yazar, şair, fotoğrafçı ve sanatçılara soru işaretleri ile bakıp sanatçı kimliklerini de pek kabullenemiyorum galiba.

Bu yazdıklarımı hayatında bir kez olsun bir kedi ile dostluk kurmamış olanların şaşkınlıkla, benim gibi bir ya da birden fazla kedi ile yaşayanların ise “hikâyenin ardındaki tüm detayları biliyoruz” edasında derin bir gülümsemeyle okuduklarına eminim. Bu yazı, özellikle bu ikinci grubun ilgisini çekeceğine inandığım, Gündüz Vassaf’ın kedisi Billy’ye ithaf ettiği İstanbul’da Kedi isimli kitabı için kaleme alındı.

Farklı konularda sıra dışı yazıları ve kitapları ile tanıdığımız Gündüz Vassaf aynı zamanda yurtiçi ve yurtdışında önemli başarılara imza atmış bir psikolog. Türkiye’nin ilk zekâ testini geliştirmesine rağmen, sonradan buna pişman olmuş ve yıllarca zeka testlerinin bir tür zeka katliamı olduğuna dikkat çekmiş. İstanbul’da Kedi’yi yazmadan önce iki seneye yakın kediler hakkında okumuş. İnsana kedilerin gözünden bakmaya başlamış.

İstanbul’da Kedi’nin arka kapağındaki tanıtımda “Gündüz Vassaf’tan şiir-romanla kediler…” ifadesi yer alsa da kitabın tamamı Gündüz Vassaf’ın kedinin gözü ile dünyaya bakan bir anlatımı tercih ettiği şiirsel, mizah vurgusu yoğun metinlerden oluşuyor. Kitapta kedilere dair edebiyat, tarih, mitoloji, din ve toplumsal inanışlar açısından geniş bir bilgilendirme ile karşılaşıyoruz.

Kedileri ya da hayvanları konu edinen bir eser olup da insana yönelik bir eleştiri olmaz mı? Kainatın en kötü özelliklere sahip canlılarıyız ki elbette olacak. Kitap boyunca bu eleştiri okları ile karşılaşıp kimi zaman yazılanlara hak veriyor, kimi zaman kendimizle yüzleşiyoruz.

gunduz“Astsız, üstsüz

Rütbesiz, apoletsiz

Canlılar aleminde

Kendini taçlandıran

Hayvanlığının inkarında hayvan

Tahtına yapışmış şımarık insan”

“Dini olsaydı hayvanların

İnsan olurdu şeytanları”

Kedi severlerin belki birçoğunun bildiği geçmişten günümüze gelmiş toplumsal inanışlar kitabın ilgi çekici bölümlerinden:

“Hapşıran kedi uğur getirir.” (İtalyan Atasözü)

“Allah’ı memnun etmek için yakalamaz fareyi.” (Afgan Atasözü)

Kitapta yazılanlara göre; kediler, dinozorlar göktaşı ile yok olduktan sonra ortaya çıkmışlar. On bin yıl önce Kıbrıs’ta bir mezarda, sahibi ile gömülen bir kedinin kemiklerine rastlanmış ilk defa. Baudelaire kedi için “Tanrı mı?” diye sormuş. Montaigne “Kendisinin mi kedi / kedinin mi kendisiyle” oynadığına takmış. Mark Twain “Kedilerle çiftleşebilseydi / Kazançlı çıkardı türümüz” demiş.

Papa “Kediler lanetli, öldürülmeli” buyurmuş zamanında. Maalesef insanın katliamcı ruhuna binlerce kedi kurban gitmiş. Rembrandt ve Leonardo da Vinci ise İsa-kedi ikilisini resimlerine konu yapmışlar. Rivayete göre Müslümanların peygamberinin arkadaşı Ebu Harra’ya bir yılan dil uzatınca, Muhammed yılanı yakalayan kedisinin başını okşamış, Tekir’in kafasında gördüğümüz o dört şerit peygamberin dört parmağının iziymiş. Ve yine peygamber başka bir zaman Müezza isimli kedisini rahatsız etmemek için eteğini kesmiş.

Kuzey Avrupa mitolojisinde güzellik ve aşk tanrıçası Freya kedilerin anası olarak kabul ediliyormuş. Freya, Cuma gününün de isim anası. Freya zamanında dişiler erkeğini seçermiş. Dünya erkek egemen bir kimliğe büründükçe kediler ve kadınlar bu egemenliğin cefasını çeker olmuş Freya’dan sonra.

Kedi kapısının mucidi Isaac Newton’muş. Jül Sezar ve Napolyon kedi fobisi olan, Mussolini ve Hitler ise kedilere tahammülü olmayan isimlermiş.

Kitabın ismi İstanbul’da Kedi, çünkü kitabın birçok yerinde kedilerin politika ve ticari malzeme olarak kullanılması, özellikle de İstanbul’un tanıtımı için kedilerin kullanılması eleştiriliyor. Kitabın farklı bölümlerinde günümüz dünya ve Türkiye politik gündemi bir kedinin gözünden hicvediliyor.

Kitaptaki şiirsel metinlere Paul Klee’den Leonardo da Vinci’ye, Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nda Cahit Burak’a birçok isme ait resim, illüstrasyon ve fotoğraflar eşlik ediyor.

Eğer kitabın bütününe şiirsel bir kedi romanı gibi bakarsak, Gündüz Vassaf, azıcık iletişim kurduğumuzda büyülenip bize hayran olmaktan başka seçenek bırakmayan kedileri anlatırken okuyucuya bir yandan keyifli anlar yaşatıyor, diğer yandan sözünü sakınmadan yüzümüze acımasız bir ayna tutuyor. Bizden farklı olan canlıları yok ederek ya da yok sayarak bu dünyada yaşamamız mümkün değil. İnsanoğlunun bugüne kadar yaptıkları ile bugün geldiğimiz nokta ortada. Bir yerde bir yanlış yaptığımız kesin. İstanbul’da Kedi; bu dünyayı paylaştığımız canlıların sesine kulak verebilsek, doğayı bizden çok daha doğru ve verimli kullanan bu canlılardan çok şey öğrenebileceğimizi kabullenebilsek ve böylece birbirimizin yaşam alanlarına zarar vermeden yaşamayı başarabilsek her şeyin çok daha güzel olacağını tekrar ve tekrar hatırlatıyor.

Kitap Ulus Baker’den bir alıntı ile başlıyor. Bu yazıyı da bu alıntı ile sonlandıralım:

“Sorun, hayvanlarla sürdürülecek ilişkinin ‘insanca’ olması gerektiği düşüncesinden çıkmaktadır.”

Şule Tüzül – edebiyathaber.net (30 Ocak 2015)

Yorum yapın