Iris Murdoch’u Okuyor muyuz? | İhsan Kurt

Şubat 8, 2025

Iris Murdoch’u Okuyor muyuz? | İhsan Kurt

Felsefe, Platon’un zamanında, edebiyattan, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda doğal bilimlerden ve yirminci yüzyılda da psikolojiden ayrıldı. Edebiyatın kusurunu her şekilde bağışlamak eğilimindeyiz ama felsefenin kusurunu bağışlamayız. İris Murdoch

İrlanda doğumlu İngiliz romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, felsefeci ve senarist İris Murdoch, felsefi çalışmalarıyla da tanınır. Kara Prens, Rüya Sakinleri, Melekler Zamanı, , Ateş ve Güneş: Platon Sanatçıları Niçin Dışladı? Kesik Bir Baş, İyinin Egemenliği ve İtalyan Kızı gibi eserleri Türkçeye çevrilmiştir. Bu çeviriler, Murdoch’un Türkiye’de de ilgiyle takip edildiğini gösterir. Bu yazının odağında ise onun hacimli eseri Edebiyatta ve Felsefede Varoluşçular ve Mistikler(*) yer alıyor.

Eserin ilk bölümünde Murdoch, edebiyat ile felsefe arasındaki ilişkiyi ele alır. Felsefeyi geniş kitlelere ulaştırmasıyla tanınan İngiliz filozof ve yazar Bryan Magee ile yaptığı söyleşi, Murdoch’un düşünce dünyasını derinlemesine anlamaya olanak tanır. Bu söyleşide Murdoch, edebiyatın ve sanatın insan ahlakını ve düşünce yapısını keşfetmede nasıl güçlü araçlar olabileceğini tartışır. Edebiyatın felsefi tartışmaların bir parçası haline gelmesi gerektiğini savunur ve bunun yazarın üslubunun da bir yansıması olduğunu belirtir. Bu görüşleriyle, Derrida’nın edebiyat-felsefe ilişkisine dair fikirlerini anımsatan bir yaklaşım sergiler. Ayrıca, Mme de Staël’in Edebiyata Dair adlı eserinde vurguladığı “Edebiyat olmadan bir felsefe çağı düşünülemez” görüşünü de çağrıştırır.

Murdoch, eserinde felsefi dilin zorluklarına ve gerekliliklerine değinir; özellikle de metafizik ile etik arasındaki ilişkilere odaklanır. Edebiyat ile felsefeyi özgün bir bakış açısıyla karşılaştırarak değerlendirir. Bu söyleşi, Murdoch’un eserlerinde sıkça rastlanan ahlaki kaygıların ve insan doğasına dair derinlemesine incelemelerin bir ön izlemesi niteliğindedir.

Kitabın İkinci bölümü “Özele Nostalji” (1951-1957) başlığını taşıyor. Murdoch, 1950’lerin başlarındaki düşüncelerini ve bu dönemde yazdığı eserlerden bazılarını ele alır. Bölüm, dil ve düşünce arasındaki ilişkiyi, metafizik ve etiğin sınırlarını, ahlaki görüş ve tercihin doğasını inceleyerek dikkat çekiyor. Murdoch, eserinde bireyin öznel deneyimlerini ve bu deneyimlerin dil aracılığıyla nasıl ifade edilebileceğini tartışıyor. “Özele Nostalji” başlıklı denemesi, bireyin içsel dünyasını, derinliklerini keşfetmenin ve bu dünyayı anlamanın ahlaki ve felsefi temellerini ele alıyor. Özellikle, dilin ve düşüncenin sınırlarının ve bu sınırların ahlaki seçimlerde ve görüşlerde nasıl bir rol oynadığının üzerinde dururken felsefenin yaklaşımlarında geziniyor​. Bu şekilde “Ahlakta görüş ve tercih” yazısında konuyu tarihi bütünlüğü içinde Hume, Kant, Mill, Russell görüşlerinin bağlamını dikkate alarak derinlikli çözümlemeler yapıyor.

Murdoch’un varoluşçulukla olan ilişkisi “Varoluşçulukla Karşılaşma” adı verilen üçüncü bölümde inceleniyor. Bu bölümde, varoluşçuluk felsefesine dair görüşlerini ve özellikle Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir, Albert Camus gibi varoluşçu düşünürlere karşı eleştirilerini okuyoruz. Murdoch, varoluşçuluğun bireyi nasıl yücelttiğini ancak bu yüceltmenin toplum karşıtı bir tavır takındığını ve bu nedenle de sınırlı olduğunu belirtir. Varoluşçuluğun getirdiği bireysel özgürlüğün ve bu özgürlüğün ahlaki sonuçlarının altını çizerken, modern etik ve ahlak anlayışının da bu bağlamda yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinin savunusu da görülüyor​.

Bu bölümde, Murdoch, modern dünyada teorilere/kuramlara olan ihtiyacı ve bu teorilerin insan doğasını ve toplumu anlamadaki sınırlılıklarını tartışıyor. “Büyük bir edebiyat eleştirmeni en etkili ahlakçılardan biri olabilir ve Eliot bu rolüyle en önemli ahlakçılarımızdan biridir” diyen Murdoch bu bölümde T.S. Eliot’un bir ahlak kuramcısı olarak rolü ve kitle, iktidar, mit gibi temalar üzerinden ahlaki ve sosyal teorilerin eleştirisini yapıyor. Murdoch, teorilere olan ihtiyacın ve bu ihtiyacın ahlaki ve felsefi sonuçlarının derin bir analizini yapmaktan da geri durmuyor. Özellikle, teorilerin insan doğasını ve toplum yapısını anlamadaki eksikliklerini vurgulayarak, ahlaki ve sosyal teoriye daha derin ve kapsamlı bir yaklaşım öneriyor​. Bu bölümün beşinci ve son yazısı olan “Pratik Aklın Karanlığı” başlığını taşır ve Kant’ın “Saf Aklın Eleştirisi”ni çağrıştırır. Nitekim yazar bu yazısının içinde de Kant’a göndermede bulunarak açıklamalar getiriyor.

Beşinci bölüm, Murdoch’un mistisizmle ilgili düşüncelerini ve bu düşüncelerin pratiğe nasıl uygulanabileceğini ele alıyor. Bölüm, “Yüce ve İyi” ve “Varoluşçular ve Mistikler”, “Sözlerle Kurtuluş”, “Sanat Doğanın Taklididir” gibi temalar etrafında döner. Murdoch, mistik deneyimlerin, ahlaki ve felsefi yaşamın bir parçası olarak nasıl işlev görebileceğini tartışır. Ayrıca, sanatın doğanın bir taklidi olduğunu ve sanatın insana doğrudan bir anlam kazandırma yeteneğine sahip olduğunu savunur. Bölüm, hem mistisizm hem de ahlaki felsefe üzerine derin düşünceler sunarak, okura Murdoch’un felsefi yaklaşımlarını daha iyi anlama olanağı veriyor​.

 Altıncı bölüm “ Edebiyat Felsefedeki Hastalıkların İyileştirilmesine Yardım Edebilir mi? (1959-61)” gibi ilgi çekici bir başlık taşıyor. İris Murdoch, edebiyatın felsefeye nasıl katkıda bulunabileceğini ve felsefede var olduğunu düşündüğü mevcut “hastalıkları” nasıl iyileştirebileceğini tartışıyor. Bu bölümde Murdoch, edebiyatın, yalnızca estetik bir form değil, aynı zamanda insanın varoluşsal ve ahlaki zorluklarını keşfetmenin ve anlamanın bir aracı olduğunu anlatıyor. Bölümde “Yücelik ve Yeni Yenibaştan” ve “Kuruluğa Karşı” başlıklı makalelere yer verilmiş. “Yücelik ve Yeni Yenibaştan” makalesinde Murdoch, modern toplumun ve felsefenin yüce ve yeni değerlere olan ihtiyacını, bu yeni değerlerin, insanları daha derin ve daha karmaşık bir şekilde ele alacak, onları yüzeysel fantezilerden ve basitlikten kurtaracak bir sanat ve edebiyat biçimi tarafından nasıl şekillendirilebileceğini ele almış​. “Kuruluğa Karşı” makalesinde ise, Murdoch, modern felsefenin “kuruluğunu” ve bu kuruluğun insan ruhu üzerindeki etkilerini ele alır. Edebiyatın, kuruluğu yenmek ve insanlara yeni bir deneyimin dilini sunmak için bir araç olabileceğini öne sürer. Ona göre, edebiyatın gücü, basitçe öğretici bir içerik sunmakta değil, aynı zamanda okuyucunun ahlaki duyarlılığını ve estetik algısını şekillendirmekte yatar​. Murdoch bu görüşleriyle T.S. Eliot ve Ezra Pounda gibi benzer yazarların düşüncelerini paylaşır veya onlara destek verir.

Platon’u Yeniden Okumak (1964-86) adını taşıyan bölüm kitabın yedinci ve son bölümü. Bu bölüm İris Murdoch’un Platon’un eserlerine yeniden bakışını ve bu eserlerin modern felsefi ve ahlaki tartışmalar için ne anlama geldiğini derinlemesine inceleyen bir dizi yazıdan oluşuyor. Bu bölümde, Murdoch, Platon’un felsefesinin ve özellikle “İyi” kavramının modern etik ve metafizik üzerindeki etkisini tartışıyor.

“Kusursuzluk İdeali” başlıklı makale, Murdoch’un Platon’un ahlak anlayışını yeniden yorumlamasını ele alır. Ona göre, Platon’un ahlak anlayışı, insanın kusursuz bir iyilik idealine ulaşma çabasıdır ve bu ideal, modern toplumlarda sıklıkla göz ardı edilen bir mükemmeliyetçi bakış açısını temsil eder. Murdoch, bu idealin, bireysel ve toplumsal düzeyde bir ahlaki dönüşüm sağlama potansiyeline sahip olduğunu savunur​.

“‘Tanrı’ ve ‘İyi’ Üzerine” adlı diğer bir makalede ise, Murdoch, Platon’un “İyi” kavramını ve onun metafiziksel anlamını modern bağlamda tartışır. “İyi”, Platon’un felsefesinde, ahlakın ve bilginin temelidir ve Murdoch, bu kavramın günümüz toplumlarında yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Bu bağlamda, Platon’un felsefesinin, insan doğasına ve toplumun etik yapısına dair derin bir anlayış sunduğunu belirtir​.

Bölümde ayrıca “Ateş ve Güneş: Platon Sanatçıları Niçin Dışladı” ve “Sanat ve Eros: Sanat Üzerine bir Diyalog” başlıklı yazılar da yer alır. Bu yazılar, Platon’un sanat ve estetik konusundaki görüşlerini yeniden değerlendirir. Özellikle “Ateş ve Güneş” başlıklı yazı, Platon’un sanatçılara yönelik eleştirilerini ve bu eleştirilerin altında yatan felsefi ve ahlaki sebepleri analiz eder. Murdoch, Platon’un sanatçıları dışlamasının aslında sanatın toplum üzerindeki etkisine dair derin bir endişeyi yansıttığını öne sürer​.

Bu kitap, insanın kendini aşma çabasını ve anlam arayışını, felsefi bir derinlikle ele alan özgün bir düşünce yolculuğu sunduğundan Varoluşçulardan Sartre’ın, Beauvoir’ın, Camus’nun ve Mistiklerden Platon, Simone Weil, Plotinus ve kısmen Kierkegaard gibi düşünürlerin fikirlerine de işaret etmiştir.

Buraya kadar yazılanlardan da anlaşılacağı gibi İris Murdoch’un Varoluşçular ve Mistikler adlı eseri, edebiyat ile felsefe arasındaki derin bağları keşfederek insanın ahlaki ve metafizik arayışlarını inceliyor. Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Albert Camus gibi varoluşçularla, Platon ve Simone Weil gibi mistik düşünürleri karşılaştıran Murdoch, bireysel özgürlük, ahlaki sorumluluk ve iyiliğin doğası üzerine çarpıcı analizler sunuyor. Ancak bu analizleri sadece “Varoluşçular ve Mistikler” başlığı altında ayrı bir yazının konusu olarak ele almayı düşündüğümden kitabın genel çözümlemesine daha fazla yer vermedim.

Bu eseriyle Murdoch derinlikli okumayı ve düşünmeyi hak edenler için önemli bir düşünür, iyi bir yazar olarak dikkatli okunması gereken biri olduğunun mesajını da vermiş oluyor.

……….

(*) İris Murdoch. Edebiyatta ve Felsefede Varoluşçular ve Mistikler. Çeviren Süha Sertabipoğlu. Ayrıntı Y. 2.basım 2020

edebiyathaber.net (8 Şubat 2025)

Yorum yapın