Nafi Candeğer Bize Ne Anlatır? | Tacim Çiçek

Mayıs 16, 2025

Nafi Candeğer Bize Ne Anlatır? | Tacim Çiçek

1967 Samsun doğumlu ve yaklaşık 25 yıldır tutuklu yazar Metin Turan’ın daha önce Siyah Gökkuşağı, Ama Bir Gün Bir Şey Olur, Başka Türlüsü, Hepsi Yalnızlıktan adlı öykü kitapları; Her İnsan Bir Zamandır ile Parçalanmayı Bekleyen adlı romanları yayımlanmıştı. Neredeyse tümünü okumuş ve hakkında da birkaç yazı yazmıştım. Onun 8 kitaptan oluşan Zozi-Dodi ile Arkadaşlarının Maceraları ve 3 kitaplık Keşfetmenin Güzelliği adında çocuk kitapları da var. Bunları okumadım. Turan, ‘Öbürkü’ adlı öyküsüyle ‘2019-Ümit Kaftancıoğlu Öykü Yarışması’nda birincilik, Bursa/Nilüfer Belediyesi’nce düzenlenen 2021-Gülten Akın’a Mektup Ödülü Yarışması ile 2022-Sait Faik Öykü Yarışması’nda Mansiyon ödülü alarak rüştünü ispatlamıştır. Ayrıca, 2023’te yayımlanan Kendi Kalemleriyle Yazarların Odası adlı kitapta, Bırak Havalansın Zihin Kuşların yazısıyla; 2024-4. Oğuz Atay Öykü Ödülü’ne katılan birkaç yazarla birlikte etkinlik anısına hazırlanan kitapta Kıymık Gibi öyküsüyle de yer alarak yazarlığını perçinlemiştir, en azından bana göre.

Yazar, bu defa da Kaçak Ânın Büyüsü (Nisan 2025, Favori Yayınları, Ankara) adlı üçüncü romanıyla okurunun karşısında.

Metin, ‘içeri’den yazıyor yazı, öykü ve romanlarını. Öykülerinde, romanlarında değişik ve özgün bir anlatımla kıstırılmış, kendisi olup kendisi kalmaktan bir biçimde uzaklaştırılmış bireylerin kişisel hayat hikâyelerini anlatıyor daha çok. Bunda kendisinin de uzun zamandan beri tutuklu olmasının bir yanıyla etkisi olabilir tabii ki. Akıp giden hayatın en mükemmel anlatıcı olduğunu bilerek ve yine her insanın sayısı kadar ama birbirinden farklı hikâyelerinin toplamı olan hayatla yazdıkları aracılığıyla da yüzleşiyor bir bakıma, belki bir bakıma da kendi kıstırılmışlığını, yalnızlığını yazarak yalnızlığını çoğaltmaya çalışıyor.

Bu romana, iki sayfalık bir sunuşla başlamış. Başkarakter / tip diyebileceğimiz yaş almış, hangi branştan ya da sınıf öğretmeni mi olduğu belirtilmemiş, ama öğretmenliğe emek vermiş Nafi Candeğer’in çevresindekiler tarafından ‘münasebetsizlik’ olarak görülen bir günlük ilginç hikâyesini 27 bölümde (160 sf.) anlatıyor yazar. Tabii ki kullandığı ironik ve karikatürize dille anlatı daha da ilginç ve bir o kadar da ilgi çekici olmuş.

Metin, öykülerinde ve diğer iki romanında kullandığı elöyküsel ya da benöyküsel bir anlatım dilini kullanmamış bu romanında. İkisinin arasındaki ikinci tekil şahıs dediğimiz sen anlatımlı dili kullanmış. Kimi yerde; belki de zorunluluktan, bilinmez ama Nafi Bey’e yapıp ettiklerini adeta hatırlatmak istercesine anlatan anlatıcının dili sürçüp elöyküsel anlatıma kayıyor olsa da yazar amacına ulaşmış. Böylece, yani anlatıcı Nafi Candeğer’e, Hera’ya, köpeği Mercimek’e ve çevresindeki diğer kişilere dediklerini, yaptıklarını ve o bir gün içinde geçmişini ve gelecekte yapacaklarını anlatırken, biz okurlar da onun gizemli, ilginç hayatına dinleyerek (pardon okuyarak) tanık oluruz.

Peki, bir yanıyla Laurence Sterne’in Tristram Shandy Beyefendi’sine, bir yanıyla da Don Kişot’a benzetebileceğimiz Naci Candeğer’le ilgili neler anlatır bize anlatıcı, diye kendimize sorduğumuzda özetle diyeceğim şudur: 

Karısı Nevra ölünce, oğlu Oktay, gelini Binnur ve yeniyetme torunu Betül’le yaşamak zorunda kalır Nafi Bey. Evini kapatırken ancak hobisi olan resim yapma malzemelerini, kütüphanesindeki kitaplarını ve bazı özel eşyalarını alabilir yanına, bir bavul içinde… Adeta kutu biçimindeki evin nohut gibi arkadaki odasına kapatılır, hapsedilir bir bakıma; ona göre.

Yedi yıl süren bu kapatılmışlık, soyutlanmışlık ve bir tür hapislik bir cumartesi sabahı, pikniğe giden oğlu, gelini ve torunuyla son bulur. Çünkü onu evde yalnız bırakırlar. O da bunu bulunmaz bir fırsata çevirir. İşe, ötekilerin ne tik takını duymak ne de ahşabını görmek istediği duvar saatini asarak koyulur. Böylece hapsedilen, bir bakıma durdurulan zamanını başlatır kendince. Bavulunu hapsedildiği dolaptan alır. Bir türlü el sürmediği resim malzemelerini çıkarır. Ama bundan önce torunu için aldığı ve neredeyse hiç dokunulmayan treni çıkarıp kurar salonun orta yerine ve seyre dalar… Apartman komşularını çileden çıkarır, yarattığı şamatayla.

Lavabonun küçük havalandırma penceresinden görebildiği gökyüzünü ve denizi anımsayarak evin her tarafına resim yapmaya başlar. Denizi, dalgaları, kumu, güneşi, vapurları eve taşır yaptığı resimlerle. Sonunda çıkar evden, çocuklar gibi apartmanın trabzanından kayar, canının yanması pahasına… Elini balon ve çiçekle, ceplerini de oyuncak ve atıştırmalıklarla doldurup ruhsal sorunları olanların sözde sağaltıldığı bir kuruma sızar… Oradan çıkıp tanıdığı Cafer Cafe’nin yakınındaki bir parka gider. Orada yarı yaşından da genç olan Hera’yı bir bankta otururken görür, onunla hem o kaçak ânın büyüsüne kapılır, hem de o gün içinde yapıp ettiklerini ve konu konuyu açarken de geçmişlerindeki olayları, kişileri de anlatırlar birbirlerine… Böylece onların hem kişisel hayat hikâyelerine hem de birlikte oldukları kişilerle olan ortak hayat hikâyelerine tanık oluruz… Dediğim gibi bunu doğrudan birinden değil de Nafi Bey’e, gün içinde yapıp ettiğini ve de Hera’nın ona, onun da Hera’ya anlattıklarını anımsatmak istercesine aktaran anlatıcının dilinden öğreniriz…

Elindeki koca bir papatya buketiyle parkta karşılaştığı Hera’ya 2. bölümden itibaren anlatır Nafi Bey hayat hikâyesini, yedi yıl önce kaybettiği karısı Nevra ile başlayan hayatının sürgünü olma hâlini, evin bir odasına ve onun deyimiyle, ‘takma diş, yakın gözlüğü, baston’ üçgeninin dehşetli hapishanesine kapatılmak istenmesini… Neredeyse her bölümde Cafer’in Cafesi’ne prostatı yüzünden teşaşüşe gidip gelir, her seferinde de; ilkinde su olmak üzere iki büyük bardak kahve ve yanında atıştırmalıklar alarak gelir Hera’nın yanına. Kaldığı yerden yaptıklarını, yapmak istediklerini anlatır… 16. bölümün(95.sf) sonuna geldiğimizde Cafer’in ağzından çıkan ‘Anlaşılan o ki, Hera göründü!’ cümlesinden anlarız ki, eve alınmadığından yaşadıkları apartmanın sokağından ayrılmayan köpeği Mercimek ne kadar gerçekse, Hera da o kadar gerçekdışıdır. Aslında Hera diye biri yoktur. Nafi Candeğer’in yarattığı ve yaptıklarını paylaştığı hayali biridir. Sona geldiğimizde(156. Sf) Hera, beyaz bir arabayla kendisini almaya gelen babasını gösterirken Nafi Bey’e günün kararması, en son vapurun da gitmiş olması yüzünden Nafi Bey için kaygılanan Cafer, olmayan Hera’nın varlığıyla âni bir şok yaşar… Oysa cafesine işemek için ilk geldiğinde su alan ve sonraları da defaten gelip tuvaleti kullanan ve iki kişilik şeyler alan Nafi Bey’i ilk andan vapuru kaçırdığı âna kadar göz hapsine alır, çaktırmadan; başına bir şey gelmesin diye. Onu hep köpeğiyle konuşurken görür.

Aslında, okur; Nafi Bey cuma gecesinden gördüğü rüyada mı yoksa ertesi gün gerçekte mi yaşar ya da her şey anlatıcının kafasında mıdır anlamayabilir. Çünkü sunuş yazısında anlatıcı yazarın bunu ima eden açıklamaları da var.

Nafi Candeğer, her şeyi göze alarak, kendisi olmak ve öyle kalıp doğru bildiğini de yaparak; istemediği bir hayatı yaşamak istemeyen, kapatılmışlığını, kuşatılmışlığını yıkmak isteyen biridir. Onun kendisinin içindeki çocuğun elinden tutması, dışarıdan görenlerin de bunu münasebetsizlik olarak görmesi kaçınılmaz bir sonuç. İşte; bu yüzden de, ‘gördüğümüz her şey bir başkasını gizler ve biz her zaman görünenin gizlediğini merak ederiz.’ Kendisini hiçbir zaman, Hera’ya anlattıklarını yaptığı zamandaki kadar özgür hissetmemesi anlatının akışı içinde oldukça normal ve olağandır… Nafi Bey, adeta kendin olmayı, istediğin gibi yaşamayı hatırla; gerisini unut anlayışını önemseyen biri de aynı zamanda. Kapatılmışlığına, ona uygun şeylerin yasaklanmasına ve engellenmesine karşı olması boşuna değil. 

Sona geldiğimizde, işte; hayatım istediğimi yapmakla geçsin isterim. Yani yaşamaya değer olduğuna inandığım gibi yaşamalıyım diyen Nafi Bey’in gelecekte başına nelerin gelebileceğini düşünmemiz için; sanırım yazar bilerek-isteyerek, bildik ve beklendik bir sonla onun kişisel hayat hikâyesini sonlandırmamış.

Kim bilir, belki de Nafi Bey, iskelede yalnızca kendisi için gelecek olan bir vapuru; üstelik de ihtimal ki onu merak edip evden kaçan Hera ve ‘kızım’ dediği can dostu Mercimek’le beklemektedir…

edebiyathaber.net (16 Mayıs 2025)

Yorum yapın