
Aşk nedir? Peki ya hayatın sırrı? İkisine de bir çırpıda şöyle cevap versek: “Aşk, uzak bir adada tek başına kalmış bir yabancıyla birleşme hissi gibi bir şey mi? Kendi hayatını yaşarken, başkasının acısını ve mutluluğunu da aynı şekilde hissedebilmek…” desek? Peki “Hayatın sırrı, nereye gittiğin değil, kiminle gittiğindir.” desek? Bu cevaplara katılıyorsanız daha fazlası için Lee Sun-young’un romanı “Botero Ailesi’nin Aşk Eczanesi”nde bir tur atabilirsiniz. Ocak 2025 itibariyle Athica Books etiketiyle raflarda yerini alan kitap en başta şık kapağıyla okuru çağıranlardan. Bu çağrıya cevap verenleriyse beklentilerinin ötesinde şeyler bekliyor.
Önce sözü yazara verelim; “Yıllarca üniversitede öğrencilere ‘Uygulamalı Roman Yazma ve Aşk Temalı Edebiyat’ dersleri verdim. Her hafta edebi eserlerde aşk üzerine dersler verirken, aslında aşk üzerine derin düşüncelerimin olmadığını fark ettim. Belki de aşkı konuşmanın duygusallığına karşı nasır tutmuş olabilirdim.” diyor Lee Sun-young. “O sıralarda Uygulamalı Roman Yazma dersinde, yaşına uygun olmayan, olgun bir ifadeyle aşk hakkında konuşan bir öğrenci vardı. O öğrenci, dersin bir parçası olarak sunduğu romanı tartıştığımız bir zamanda bunu dile getirdi. Öğrencinin özgürce ifade ettiği cinsel tercihleri ve aile yapısı, biraz şok ediciydi. O anda, aşkın ne olduğunu ciddi bir şekilde sorgulamaya başladım. Sonrasında, önyargıları bir kenara bırakarak, o öğrenciye ilgi ve sevgi dolu bir bakış açısıyla yaklaştım. Öğrenci de bana karşı oldukça samimiydi. Dönem bitti, yaz tatili geçti ve ikinci dönem başladı ama yoklama listesinde o öğrenci yoktu. Okulu bıraktığını öğrendim. O öğrenci, uzun bir süre boyunca kalbimde acı veren bir parça olarak kaldı. “Botero Ailesi’nin Aşk Eczanesi” o öğrenciden ilham alan bir eser oldu. Her insanın kendi gölgeleri ve ışıkları vardır. Gölgeler ve ışıklarla dolu bu hayatta, o öğrencinin aşkının bir kaldıraç olmasını dilerim.” Böyle doğmuş roman.
İlk bakışta “aşk romanı” algısı yaratan Botero Ailesi’nin Aşk Eczanesi, aslında okurunu parçalanmış hayatlarla tanıştırıyor. Dağılmış aileleri ve aşkı arayan kayıp ruhları irdeliyor. Uzak doğunun sıklıkla mücadele ettiği ergen zorbalığı da romanın ilerleyen sayfalarında işleniyor. Kolay okunan, su gibi akıp giden, iç ısıtan bir roman yok karşımızda. Kapağındaki sevimliliğin aksine yüzleşilmesi gereken şeyler var. Yazarın usta işi kurgusuyla birbirine bağlanan hayatlar var. Aşk iksiri alıp da her şeyi çözmeyi bekleyen okur için şaşıracağı bolca şey var. Tüm bunların müsebbibi de yazarın ta kendisi. Yer yer okuru zorlayan kurgusu ile dikkati hep üstünde isteyen Lee Sun-young, olayları çağrışımlar üzerinden karmaşık bir yapı ile kurgulamış. Karakterlerini alışık olunduğu üzere hemen en başta anlatmak yerine sırası geldiğinde anlatarak geçmiş ile bugün arasına bir köprü kurmuş. O köprüden geçerken okurun kafasının karışabileceğini göz önünde bulundurmayarak zoru seçmiş. Dolayısıyla okurundan daha fazla dikkat, daha fazla özen istiyor. Peki o özenin karşılığını veriyor mu derseniz koca bir “evet” dedirtiyor. Yani karşımızda çok düşünmeden bir çırpıda biten bir roman yok. Benzerlerinden net ayrılacak şekilde belki de okuruna meydan okuyan bir roman var.
“Hayatta her şey, sen nasıl görürsen öyledir. İyi görürsen iyidir, kötü düşünürsen kötüdür.”
İçeriğine dair ipuçlarını arka kapağından ödünç alalım: “Tercihleri yüzünden zorbalığa uğrayan bir genç, tercihleri yüzünden darmadağın olan bir aile, ailesinin tercihleri yüzünden zorbalığa başvuran bir diğer genç… Sevgi ve bağlılığı artıran hormonlar üzerine çalışan, ancak sevdiği kadını bu yolla elde edip etmediği sırrıyla yaşamak zorunda kalan bir araştırmacı… Ve güzelliğiyle ilgi çeken, ancak asla gerçekten kocasını sevip sevmediğinden emin olamayan bir kadın… Uygun eşi bulmak için evlilik danışmanına mı gidilmeli? Yoksa, Botero Ailesi’nin Aşk Eczanesi’nden, aşk iksiri mi alınmalı?” Bu metindeki herkesin birbirinden bağımsız görünen ailelerin ve bireylerin iç içe geçmiş yaşamlarını anlatıyor roman. Aynı evde su ve zeytinyağı gibi bir arada ama birbirine karışmadan yaşayanları anlatıyor. Her ailenin geçmişte yaşadığı travmaların sonucunda oluşan yaralarıyla yüzleşme sürecine ortak ediyor okurunu. Bu ortaklığa giderken müzikten, sinemadan, romanlardan referans da alarak ilerliyor. Yalanların nasıl anlaşıldığını, müziğin bizi nasıl etkilediğini gayet tatmin edici şekilde açıklarken ülkesinde yaygın olan çöpçatanlık şirketlerinden de yeri geldikçe bahsediyor. Aşktan önce koşulları önemsediklerini “aşk anlıktır, ancak şartlar ömür boyu sürer” sloganıyla eleştiriyor.
“Aşk, belki de kendi başına insanı parlatmaya yeten bir iksirdir.”
Elbette aşka dair de sözleri var. Her şeye sebep olan o sürpriz aşka da yelken açılıyor sonunda. Yazarın yer yer hissettirmesi ve tahmin ettirmesine rağmen ustalıkla sonuna kadar taşıdığı bir aşk var. Romanın aşka dair neler söylediğine de gelin birlikte bakalım.
“Sevgilinizle ilişkiniz sallantıda mı?
Birini sevmek mi istiyorsunuz?
Evlilik hayatınızda bir durgunluk mu var?
Çığır açan bir iksirle hormonlarınızın değişimini hissedin.
Beyninizin harekete geçip kalbinize sevginin işlemesini deneyimleyeceksiniz.”
Bu özenle yazılmış fazlasıyla melodramatik sloganla müşterilerini karşılayan Aşk Eczanesi’nin sattığı bu aşk iksiri nedir diye merak edenlere alıntıyla açıklayalım: “İnsan ruhundaki kıvılcım, büyük bir alev yaratabilir. Bazı ilişkiler bu kıvılcımı söndürürken bazıları ateşleyici olabilir. Bir bakıma, aşk iksiri bu kıvılcımın katalizörü olabilir.” Elbette aşkla ilgili de yargıları var. Eros’un oku gibi bir iksiri almadan önce danışmanla detaylıca konuşulması ve bir form doldurup imzalanması gerekiyor. “Aşk sınır tanımaz sözünü duymuşsundur ama bu eski bir laf. Günümüzde aşk cinsiyet de tanımıyor!” diyen roman sadece fiziksel olarak ruhsal olarak da sevilmenin en büyük mutluluk olduğunun altını çiziyor. Zira, “Aşk kıvılcımı, tek tarafın kendini paralamasıyla oluşmaz. Bir tarafın tek yönlü aşkı, diğer tarafın kaçmak istemesine neden olabilir.” Lakin yanılsamaların da olabileceğini salık veriyor: “Aşık insanlar, her durumu kendi çıkarlarına göre yorumlama ve kalbinin kaydığı kişinin her hareketinin kendisine yönelik olduğunu düşünme eğilimindedir ve bu yanılsama genellikle uzun süre devam eder hatta fosilleşir.” Ya aşkın da bir son kullanma tarihi varsa… şüphesine karşılık vermekten de geri durmuyor: “Aşkı araştıranlar, en tutkulu aşkın bile üç yıllık bir ömrü olduğunu söyler. Üç yıl geçtikten sonra, tıpkı tarihi geçmiş gıda gibi aşk da etkisini yitirir. Peki, ondan sonra geriye ne kalır? Seviye ve şartlara bağlı olarak yasal zorunluluklar ve aile bağlarının MSG gibi eklenmiş hali.” Aşk bir yana peki sevgi? “Sevgi, verilen ve alınan bir hormon etkileşimidir. Sevgiyi almak için önce vermek gerekmez mi? Sevgi dediğimiz şey vermek, kalbini açmak ve fedakarlık yapmak değil midir?”
Sessiz kaderi paylaşanlardan örülü ağıyla gürültüsüz ve gösterişsiz bir roman olan “Botero Ailesi’nin Aşk Eczanesi”, “Herhangi bir eczanede satılan bir ilaç değil. Tabii ki reçeteye ihtiyaç yok. Sadece o eczanede satılan bir ürün. Bu yüzden ‘aşk iksiri’ diyorlar. Merak ediyorsanız, siz de bir gidip bakın. Aşka uyanmak gibi bir his. Sözlerle açıklanamaz. Bunu ancak kendiniz deneyimleyerek anlayabilirsiniz…” diyor. “Çünkü herkes hayatında bir parça olsun aşk ışığını taşıyarak yaşar.” diyen roman, o ışıkla aydınlanmak isteyenler için biçilmiş kaftan. Zira, “İnsanın kendine ait bir gölgesi olduğu gibi, herkesin de kendine ait bir ışığı vardır.”
edebiyathaber.net (21 Haziran 2025)