İnsanlık senin de çağını getirecek: Diren Triffid! | Ümit Mutlu

Haziran 23, 2016

İnsanlık senin de çağını getirecek: Diren Triffid! | Ümit Mutlu

triffidlerin-gunuSaramago’nun Körlük’ünü alın, üstüne Kirkman’ın The Walking Dead evrenini yayın; Spielberg’ün görselliğinden biraz ekleyin, ama onun gibi muhafazakâr olmayıp aksine Darwinist ve evrimci bir bakış açısı yakalayın ve tüm bunları 1951 senesinde yapın!

Tam adıyla “John Wyndham Parkes Lucas Beynon Harris”in Triffidlerin Günü adındaki harika bilimkurgu romanından bahsediyorum. Konu kısaca şu: Radyoaktif tohumlara sahip, Triffid isminde otobur bitkiler -insanların yüzünden- türüyor; bir yandan da, yine insan kaynaklı bir felaket sebebiyle dünyanın yüzde 95’i körleşiyor! Ortaya da, gündelik hayatta ilerleyen bir post-apokaliptik çağ çıkıyor. Yavaş yavaş her şey yok olurken, geriye kalanlar uygarlığı tekrar inşa etmeye çabalıyor.

John Wyndham, muhteşem bir kitap yazmış. Muhteşem. Her şeyden önce, tüm altmetin-üstmetin göndermelerinden, mesajlarından önce; yarattığı atmosfer ve kullandığı dil harika. O kadar renkli, canlı ve detaylı anlatılmış ki her şey, günümüzün en popüler kıyamet izlentisi olan The Walking Dead evrenine rahatça kucak açabiliyoruz zihnimizde. Zombiler yerine bitkileri -ya da kör insanları- koyduktan sonra, geriye kalanların birbirleriyle olan mücadelesi sosyolojik ve psikolojik tabanda kendilerine gayet oturaklı yerler ediniyor. Wyndham’ın H.G. Wells’ten ödünç aldığı dehşetli dil ve hava, roman boyunca diken üstünde oturmamıza katkıda bulunuyor.

Gerçekten de, Wyndham’ın anlatısı özellikle Dünyaların Savaşı’nı tekrar düşündürtüyor, zira ortada yine dehşet altında kalmış ve ne yapacağını bilemez bir Londra var. Fakat Wells’in romanıyla benzeşmesi en çok bu kadar sürüyor, çünkü Triffidlerin Günü çok daha eleştirel; okura yalnızca kaçış edebiyatı tadında bir metin sunmuyor, çoğu yerde çağının da ötesini görerek uyarılarda bulunuyor.

Teknoloji çılgınlığı korkusuna, İkinci Dünya Savaşı sonrası paranoyalar eşlik ediyor. Wyndham’ın haklı olarak durduğu yer, sağlam bir ikaz mahiyetinde, “Bunlar oldu, ama tekrar olmasın” diyor ısrarla. İnsan eliyle ortaya çıkan garip, radyoaktif bir bitkiyi, insanlar önce önemsemiyor; fakat ilk önemsedikleri an onların fazlasıyla yararlı özyağlarını keşfettikleri an oluyor! Yani yarattıkları felaketi önce sömürüyorlar. (Kim bilir, belki de Triffidler, sonradan intikamlarını alıyor!) Körlük olayı da, yine -romanın sonlarında ancak tahmini olarak açıklandığı gibi- insanların senelerce yaptığı radyoaktif denemeler, soğuk savaş vesaire yüzünden gerçekleşiyor. Yani insanlar, bilim ve teknoloji uğruna, savaş ve güvenlik uğruna geleceklerini kaybediyor. Günü kurtarırken soylarından oluyorlar.

“Orada, yukarıda,” diye devam ettim, “orada, yukarıda Dünya’nın çevresinde dönen sayısız uydu silahı vardı, belki hâlâ vardır. Dünya’nın çevresinde dönerek uyuyan ve onları ateşleyecek birini ya da bir şeyi bekleyen bir sürü tehdit. İçlerinde ne vardı? Bilmiyorsun; ben de bilmiyorum. Çok gizli şeyler bunlar. Tek işittiğimiz tahminler: patlayıcılar, radyoaktif tozlar, bakteriler, virüsler… Bunlardan birinin gözlerimizin dayanamayacağı radyasyonlar yayacak şekilde yapıldığını düşün, optik sinirleri kavuracak ya da en azından zarar verecek bir şey.” (313)

Tabii Wyndham’ın bu uyarılarını yeterli bulmadığı da ortada; zira Triffidlerin Günü’nden birkaç sene sonra yazdığı Krizalitler‘de de, belli ki yarattığı bu evrenin kalıntılarını okuyoruz. Birbirlerini tamamlayan kitaplar gibiler.

Söz konusu evrimsel uyarı sırasında, sosyal sınıfların ve toplum psikolojisinin ne kadar değişken -ve yüzyıllardır süregelmesine karşın- ne kadar kırılgan olduğunu da vurguluyor Wyndham; zaten romanın öne çıkan kısımlarından bir tanesi de bu. Mevcut felaket anında insanların nasıl ve neden davrandıklarını incelikle işliyor, yorumluyor. Her şeyin her an değişebilir ve -mesela- on sene içerisinde dahi, tüm insan hayatının soluk bir nostalji duygusuyla kaplanabileceğini vurguluyor.

En basitinden, hayatta kalmak denilen şeyin hiç de kolay olmadığını defalarca anlatıyor. Hele de gelinen teknolojik ortamda ve de tam olarak bunun ironisiyle birlikte. Evet, dünyanın öteki ucuyla aynı anda görüşebiliyoruz ama doğaya çıksak, kendi elimizle ateş yakamayız. Evet, Mars’a bile insan göndermeyi hedefliyoruz ama doğal yollarla yiyecek besin bulmak büyük ihtimalle hiçbirimizin harcı değil. Tuvalet kâğıdı bile olmasa, çekeceğimiz dertleri düşünün!

Yine benzer şekilde, toplumsal rollerin değişimine -hatta belki de olması gerektiği şekle- dair güzel kısımlar var. Yeri geldiğinde dilden düşmeyen kadın-erkek eşitliğini, olağanüstü hal durumunda daha iyi kanıksamamız gerektiğini söylüyor Wyndham, çünkü insanın öz haline dönmesinin yolu kadın-erkek eşitliğinden de geçiyor:

“Şimdiye dek bu tür bir zihinsel tembellik ve asalaklıkla kendimizi eğlendirme lüksüne sahiptik. Nesillerdir cinslerin eşitliği hakkında konuşmamıza rağmen, kadınlar bu tür bir bağımlılıktan o kadar faydalanıyorlardı ki, vazgeçemiyorlardı. Koşullar değiştikçe pek az değişiklik yapmak zorunda kaldılar ama değişim her zaman pek az ve gönülsüzdü.” Duraksadı. “Bundan kuşku mu duyuyorsun? Eh, hem şuh bir kızın hem de entelektüel bir kadının yüksek duyarlılık numarasını farklı şekillerde uyguladığı gerçeğini düşün. Ama bir savaş patlayıp yanında sosyal görevler ve yaptırımlar getirdiğinde, her ikisi de becerikli mühendisler olarak eğitilebildi.” (227)

Romanın sonlarına doğru, artık bir şekilde gündelik düzenlerini oturtan kahramanlarımız, din konusuna uğramadan edemiyor, yine Krizalitler’e nazire yaparcasına. Dinin gerekliliği ve insan eliyle ortaya çıkışına dair birkaç ufak fikir.

“Sence biz… Sence onlara yardımcı olmak için bir mit yaratmamız doğru olur mu? Harika ölçüde akıllı bir dünya, ama o kadar kötü bir dünya ki yok edilmesi gerekmiş ya da kazayla kendi kendini yok etmiş? Tufan efsanesi gibi bir şey. Böylece aşağılık kompleksiyle ezilmezler, bu onları yeni bir dünya kurmak, hatta bu sefer daha iyisini kurmak için teşvik edebilir.” (311)

Tabii ki edebilir, ama yalanların üstüne mi!

*

John Wyndham’ın Türkçede yayımlanan bu ikinci romanı, birçok kez sinema ve televizyona da uyarlanmış. Hakiki bir bilimkurgu klasiği. Beni en çok yarattığı atmosfer ve ayrıntılara karşı özeni cezbetti. Vefakat bir bilimkurgu okurunu her yönden tatmin edecek kadar dolu. Ayrıca Delidolu Yayınları’nın özenli baskısını da es geçmemek şart, özel tasarımlı ve sert kapaklı şekilde basılmış, tıpkı yine Krizalitler gibi. Belli ki Türkiye’de pek az bilinen bu bilimkurgu üstadının diğer romanları da gelecek.

Ümit Mutlu – edebiyathaber.net (23 Haziran 2016)

Yorum yapın