İlk Kitabı Anlatmak: Ayla Burçin Kahraman | Adnan Gerger

Şubat 3, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Ayla Burçin Kahraman | Adnan Gerger

İlk kitap söyleşilerimizin bu haftaki konuğu İthaki Yayınları’ndan çıkan “Onuncu Ay” adlı öykü kitabıyla Ayla Burçin Kahraman.

“Hikâyelerini gerçek hayattan esinlenerek kurguladığım öykülerimde insanların yaşadığı uç durumları, hayatın olağan akışı içindeki sıkışmışlıklarını, iç çatışmalarını göstermek istedim.”

Ayla Burçin Kahraman Kimdir?

Bu soruyu bugüne kadar hep ben sordum yazarlara, zorluğunun farkında değildim. Zormuş. Kendimi nasıl tanıttığımdan daha önemlisi nasıl tanındığımdır galiba. Bunun da cevabını ben veremem. Kendimle ilgili en tarafsız cümlelerim şöyle olur: 43 yaşındayım. Hatay-Antakya doğumluyum. Ankara’da yaşıyorum. Türkçe öğretmeniyim. Bir kızım, yüzlerce öğrencim var. 

Onuncu Ay, ilk kitabınız… İlk kitaplar çok zordur. Kitabınızı yazarken,  içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar duygularınızı, düşlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? 

Yazmayı seven herkes yazdıklarının bir gün kitaplaşmasını ister. Benim hayalim de buydu. Kitaba hazırlık dönemim okumak, öykü yazıp kenara ayırmaktan ibaret. Bunun dışında yazdıklarımın geneline bir içerik belirleme veya belli bir tema üzerinden ilerleme gibi çabam olmadı hiç. Kendimi kısıtlamayı sevmiyorum. Beni heyecanlandıran her konu öykülerimin hikâyesi olabiliyor, zihnimde kendini var edebilen her karakter öykü kahramanına dönüşebiliyor. Bazen yazdığım öyküden bağımsız bir sahne kurguluyor zihnim, onu yazıyorum o an ihtiyacım olmadığı halde. Bir kenara ayırıyorum, daha sonra bambaşka bir zamanda yazdığım bir öykünün içine yerleştiriyorum o sahneyi. İsim konusuna gelince, öykülerimi bir dosyada toplamaya karar verdiğim ilk andan itibaren adında kararlıydım. Onuncu Ay, öykülerimden birinin adı ancak onun dışında da anlamları var benim için. İnsan, anne karnında var oluşunun onuncu ayında dünyaya gelir. Bize küçücük gibi gelen karanlık bir haznede geçirdiği dokuz ayın sonunda, belki de geldiği yerden daha sıkışık bir dünyaya gireceği bir kapının eşiği Onuncu Ay. Bir tamamlanma anı. Doğumun, başlangıcın simgesi.

Kitabınızın içeriğinden bahsedin. Onuncu Ay öyküleri okura neyi nasıl anlatıyor?

Hikâyelerini gerçek hayattan esinlenerek kurguladığım öykülerimde insanların yaşadığı uç durumları, hayatın olağan akışı içindeki sıkışmışlıklarını, iç çatışmalarını göstermek istedim.  Sıkışmışlık duygusu etrafında dönen, hayatlarının eksenini değiştiremeyecek kimliklere, anlık kırılmalar kurgulayarak içlerindeki saklı benliklerini ortaya çıkaran karakterler yaratmaya çalıştım. Öykü kahramanlarım kimi zaman mutluluğu yazdığı öykülerde arayan amatör bir yazar kimi zaman acı veren aile sırrını öğrenen bir delikanlı  oldu.  Vicdanları ile mantıkları arasında kalmış kadınları, yaşayamadıklarını yaşamış gibi anlatan hatta hayal ettiklerini yaşadığına inanan erkekleri, toplum normlarının içinde kalmışlıklarına ani manevralarıyla son veren insanların hikâyelerini yazdım.

İlk kitabınız yayımlandı… Kendinizi nasıl tanımlarsınız şimdi? 

Kendimi, emekleme ve tutunarak sıralama evrelerinden geçip ilk adımlarını atmaya hazırlanan biri gibi tanımlayabilirim sanırım. Buraya kadarı bildiğim, çok kereler prova ettiğim kısımdı. Bir fikrin peşine düşme, yazma, dinlendirme, dostlarımın görüşlerini alma ve kanara ayırma. Bundan sonrası benim için yeni. Öyküler iki kapak arasına girdi ve okura ulaştı. Evet, ellerimi bıraktım, ayaktayım artık. Kolaylıkla mı yürüyeceğim yavaş yavaş mı adımlayacağım bilmiyorum. Belki sendeleyip tutunurum bazen, dengemi kaybedip düşerim, dizlerim kanar belki. Ama pes etmem, biliyorum. Ayağa kalkarım muhakkak. Denerim, çalışırım, her koşulda azmeder koşmayı öğrenirim mutlaka.

İlk kitabınızdan beklentileriniz var mı, neler?

Kitabım çok kişiye ulaşsın isterim. Öykülerim, okuyanları rahatsız etsin. İçlerinde örtmeye çalıştıkları bir acıyı, isyanı, umudu açığa çıkarsın. Sorgulatsın. Kısaca herkes kendinden bir parça bulsun. Anlattıklarım okurun belleğine yer etsin ve zaman zaman kendini hatırlatsın. Bunların dışında, dönütler alsın isterim. Olumlu, olumsuz bütün eleştirilere açığım elbette. Olumlu dönüşlerle mutlu olduğum kadar olumsuz dönüşleri göğüslemeye hazırım. Çünkü biliyorum ki olumsuz her eleştiri beni bir üst noktaya taşır. 

Dil, ilk kitabınızda sizin için ne anlam ifade ediyor? 

Dil, yalnız kitap için değil günlük hayatın her aşamasında önem verdiğim bir konu. Necip Tosun, “İyi öykülerde dil, sadece duygu ve düşüncelerin dışa vurulduğu bir araç değil, aynı zamanda biçimsel yapı oluşturmak, güzellik ‘yaratmak’ için de kullanılan bir malzemedir,” der. Ve ben de malzemeyi iyi kullanmanın ürünün değerini belirleyeceğine inananlardanım. Söylemeye çalıştığım her şeyi doğrudan ve etkileyici şekilde anlatmayı önemli buluyorum. Tekrar vurgulamak gerekirse sadece yazın hayatı için değil sözlü iletişim için de geçerli. Bunun metinlerde suni bir çaba olarak hissedilmemesi için yazarken, konuşurken hatta düşünürken bile dili özenli kullanmaya dikkat etmek gerekiyor.  Dil kuralları zaten taviz vermediğim ve mesleğim gereği öğretmek zorunda olduğum bir konu. Bir nevi sorumluluk benim için ve ileri boyutlara ulaşabiliyor çoğu zaman. Arkadaşımı ziyarete gittiğim bir gün asansöre yapıştırılmış, “Hasansöre üç kişiden fazla binmeyin,” yazısını görünce hiç üşenmeden, çantamdan kalem çıkarıp hasansör kelimesinin üstünü çizip asansör yazmışlığım var mesela. Bir çeşit meslek hastalığı olarak düşünebilirsiniz bunu.

Yazmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında bir karar verip masa başına geçmiş değilim. Çocukluğundan beri okumayı, kelimelerle oynamayı seven biriyim. Küçükken en sevdiğim şey bulmacalar hazırlamaktı. Çengel, kare, ne olursa. Elimde sözlük, yukarıdan aşağı ne yazsam, soldan sağa nasıl denk getirsem diye saatlerce uğraşırdım. Sonu kafiyeli biten bilmeceler uydururdum. Boş zamanlarımda sözlük okuyup anlamını bildiğim kelimelerin üstünü kırmızı kalemle çizer sonra bu çizgileri sayarak kendi rekorumu geçmeye çalışırdım. İşim gücüm kelimeler, cümleler oldu hep. Buna rağmen otuzlu yaşlarıma kadar yazma tecrübem sevdiklerime mektup yazmaktan ibaretti. Bir gün bir arkadaşımın ricası ile onun internet sitesinde editörlük yapmaya başladım. Sonra yine aynı arkadaşımın ısrarıyla ilk öykümü yazdım. Yazdığım öykünün geri dönüşleri beni çok heyecanlandırdı.  Bir tane daha yazdım. Sonra bir tane daha. Yazdıklarım çeşitli dergilerde yayımlanmaya başlayınca yazma isteğimin önünü alamadım. Yarışmalardan gelen güzel sonuçlar da motivasyonumu artırdı. Öykü okumaları, editörlük derken bir taraftan öyküler yazıp biriktirdim.

Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz? Bu bağ sizde nasıl çağrışım yapıyor?

Elbette inanıyorum. Okuma eylemi dil becerilerinin hepsiyle yakın ilişkili. Dinleyerek ve okuyarak dış dünyayı algılarız, konuşarak ve yazarak da düşüncelerimizi aktarırız. Yazma becerisinin temeli okuma birikimlerine dayanır. Okudukça yeni kapılar açılır, yeni deneyimler edinir zihnimiz. Ne kadar çok biriktirirsek de o kadar rahat harcarız.

Etkilendiğiniz yazarlar var mı? Bu yazarların sizde bıraktığı etkiye neden olan yapıtlar hangileri? Bu yapıtlardan birkaç örnekleme yaparak bu etkiyi açıklayabilir misiniz?

Sanırım bir yerde okumuştum, nerede olduğu şimdi hatırımda değil.  Yazan kişi her zaman üzgündür, diyordu yazıda. Ya okuduğunu çok beğenip bunu neden ben yazmadım diye üzülür ya da okuduğu metni beğenmez ve bu konu böyle mi yazılır, diye düşünüp yine üzülür diyordu. Bende de olay tam bu şeklide. Bazen bir metni okuduktan sonra, ben olsam bu konuyu nasıl yazardım diye düşünüyorum. Tüh ya, bunu yazmak benim aklıma niye gelmedi dediğim zamanlar da oluyor. Mesela Oğuz Atay’ın “Unutulan” öyküsünü okuyup da bunu ben niye yazmadım diye düşünmeyen var mıdır? 

Ona ulaşmak istediğiniz, keşke ben de böyle olabilseydim ya da olacağım yazarlar var mı kim ve neden?

Ona ulaşmak ya da onun gibi olmak istediğim yazarlar olarak düşünmedim hiç. Ama elbette kalemine gıpta ettiğim ve dönüp tekrar tekrar okuduğum yazarlar var. Bunlardan aklıma ilk gelen isim Ayfer Tunç mesela. Yusuf Atılgan, Latife Tekin, Oğuz Atay’da adlarını saymadan edemeyeceğim yazarlardan birkaçı.

Bu soruyu her arkadaşa soruyorum ve samimi bir yanıt istiyorum. Günde kaç saat ve ne tür kitaplar okuyorsunuz? 

Okumadığım zaman vicdan azabı çekecek kadar çok önemsiyorum okuma işini. Ne tür kitaplar tercih ettiğim sorusuna gelince, kurmaca okumayı seviyorum, daha çok roman ve öykü kitapları… Bunların dışında, öykü yazmaya başladıktan sonra kuram yazıları ve eleştiri türünde kitaplara da merak sardım. 

edebiyathaber.net (3 Şubat 2023)

Yorum yapın