İlk Kitabı Anlatmak: Büşra Nil | Adnan Gerger

Temmuz 21, 2023

İlk Kitabı Anlatmak: Büşra Nil | Adnan Gerger

İlk Kitabı Anlatmak söyleşilerimizin konuğu Metinlererası Kitap’tan çıkan “Yerkabuğunun Bütün Kırılmışlığı” adlı kitabıyla Büşra Nil. 

“İnsanlardaki kırgınlıkların dünya üzerinde bir kırılma yarattığına inanırım. Duygularla ilgili her şey maddemizi etkiler, maddemiz de eşyayı. Dünya üzerinde ilk insandan bugüne kadar yaşanan her bir kırgınlık benim nazarımda dünyayı doğrudan etkilemiştir.”

Büşra Nil kimdir?

Hayatımda tek bir alan olmadı hiçbir zaman. Her dönemimde pek çok alanla aynı anda ilgilendim. Edebiyatla hep iç içeydim. Kitaplarım ailem gibi oldular çoğu kez. Bununla birlikte resim yapmak ve renklerin, çizgilerin o derin, dinlendirici dünyasında durmayı da çok sevdim. Bunlar dışında bir alanım da ekonomidir. Bu durumda kendimi çok yönlü biri olarak tanımlayabilirim. Nil ismi tarafımdan uydurulmuş bir isim. Bana herhangi birinin vermediği, miras olarak almadığım, kimseyle bağı olmayan bir isim. Bu bağlamda Büşra Nil kazanılmış bir kimliktir de diyebiliriz. 

Yerkabuğunun Bütün Kırılmışlığı, ilk kitabınız… İlk kitaplar çok zordur. Kitabınızı yazarken,  içeriğini belirlerken ismini koyarken nelerden etkilendiniz? Kitabınızın yazma sürecinden yayınlama sürecine kadar duygularınızı, düşlerinizi ve düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?

Yerkabuğunun Bütün Kırılmışlığı, Tanrılar Dağı isimli öykümde geçen bir cümledir. İnsanlardaki kırgınlıkların dünya üzerinde bir kırılma yarattığına inanırım. Duygularla ilgili her şey maddemizi etkiler, maddemiz de eşyayı. Dünya üzerinde ilk insandan bugüne kadar yaşanan her bir kırgınlık benim nazarımda dünyayı doğrudan etkilemiştir. İmkânlar da tam olarak bu kırgınlıktan doğar. Birleşme, ayrılma, dağılma, yıkılma, patlama. Bu ilk kitapta anlatmak istediğim biraz da buydu. Yazmaya lise hatta ortaokul yıllarımda başladım denilebilir. Duygularımın yoğunluğunu, karmaşasını ve düşüncelerimin şamatasını ortaya dökmek için bizatihi seçilen bir yoldu benim için. Öykü yazmaya tam olarak lise yıllarımda başladım. O yıllarda heyecanla öykülerimden birinin bir edebiyat dergisinde yayınlanmasını istiyordum. Bu benim için önemli bir basmaktı. Sonrasında ilk öyküm ben on altı yaşımdayken yayınlandı. Daha sonrasında çeşitli edebiyat dergilerinde yazmayı sürdürdüm. Tüm bu süreçte değerli hocam Gökhan Yılmaz’ın büyük katkıları vardır. Dosyamın benim gözümde tamamlanmış olması on yıl sürdü. İlk kitabın zor olduğunu biliyordum. Ve olabilecek en iyi şekilde olması için çaba sarf ettim. Bugün bütün o yılları ve öyküleri bir kitap şeklinde bağrıma basıyorum.

İlk kitabınız yayımlandı… Kendinizi nasıl tanımlarsınız şimdi? 

İnsanların tanımlama ihtiyacı kenarda kalmak, dışında kalmak, ait olmamak korkusundan geliyor zannımca. Bu açıdan sürekli bir tanımla, bir isim koyma – Ben şimdi neyim? Biz şimdi kimiz?- kendimizden ziyade başkaları için gibi. Dosyam bir kitap şeklinde yayınlanmadan öncede bir yazardım mesela fakat kitabımı fiziki olarak görenler içinde artık “Yazar” olarak bir tanımım var.

İlk kitabınızdan beklentileriniz var mı, neler?

İçtenlikle istediğim sadece kitabımla karşılaşan okurun kitabı okuyup bitirdikten sonra da kitabın hissini bir süre daha göğsünde taşıması. Kitaplığımdaki bir kitapla göz göze geldiğimde o tanışıklık ve birbirimizi anlıyoruz hissi gibi örneğin. 

Yerkabuğunun Bütün Kırılmışlığı’ndaöyküleriniz neyi nasıl anlatıyor? Anlatmak istediğinizi tam ifade ettiğinizi düşünüyor musunuz?

Öykülerim kısa, yoğun, duraklamaları olduğu gibi bazen soluksuz akan, genel olarak bilinçakışının kullanıldığı, monologları olan modern ve içe dönük bir yapıda. Yoğun duygu ve düşüncelere sahip olmak ifade etmeyi zorlaştırabilir. Bazen hissedilen acı o kadar büyüktür ki insanlarda bir korku, bir alarm durumu yaratır. Karakterlerimde bu ussal yoğunluk genellikle vardır. İşte bu yoğunlukta zaman, mekân, düşünceler dolayısıyla kelimeler iç içe geçer. Burada her bir hissi ve düşünceyi bütün açıklığıyla vermek yerine dilin ve edebiyatın imkânlarını kullanmayı tercih ederim. Bu bağlamda ikinci soruya cevabımda evet olacak.  

Okurlar, bu kitabınızı neden okusun?

Açıkçası bilemiyorum. Kitaplar okur ile yazar arasında öznel ve özel bir bağ kurar. Bu bağı ne kadar iyi yazılmış olursa olsun her kitapla kuramayabiliriz. Okurların kendilerinden bir şeyler bulup bu bağı kurabilmesini temenni edebilirim ancak. 

Hangi öykü kitaplarından ve yazarlardan etkilendiniz?  

50 kuşağı öykücüleri başta olmakla birlikte; Tomris Uyar –İpek Ve Bakır, Bilge Karasu-Göçmüş Kediler Bahçesi, Gökhan Yılmaz-Biraz Kuşlar, Azıcık Allah, Vüsat O.Bener- Dost-Yaşamasız, Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken, Onat Kutlar-İshak, Nursel Duruel-Geyikler, Annem Ve Almanya, Mine Söğüt, Filiz Özdem, Nezihe Meriç, Füruzan öncelikli sayabileceğim yazarlardır.

Ona ulaşmak istediğiniz, keşke ben de böyle olabilseydim ya da olacağım yazarlar var mı kim ve neden? Edebi niteliği açısından değerlendirebilir misiniz?

Yukarı adı geçen yazarların tamamını sayabiliriz burada. Her biri ustalıkla kendine özgü bir biçimi, bir öykü dünyası olan yazarlar. Böyle bir ustalığa ulaşmak istemekle birlikte yazarın bizzat kendisine dönüşmek istemem. Aksi takdirde yazarlar zamanın içinde duraksamadan dönen tekerlek gibi bir tekerrür halini alır. Edebi niteliği açısından özellikle Tomris Uyar’ı büyük bir usta olarak görürüm. Öykülerinde günlük hayatta ya tanıdığımız ya da her an karşılaşabileceğimiz insanlara yer verir. Bu karakterlerin yaşantılarını, hissettiklerini incelikle bir dille; renkler, kokular, öylesine yapılmış hissi veren sıradan davranışlar içinde gösterirken başlangıçtan bitişe değin bütün o duyguları incecik bir biçimde göğsümüzde hissettirir. “Akşamüstleri inceliyor gitgide” derken daha girişte okuyucuyu olduğu yerden öykünün içine çeker. Tüm bu akış içinde tek bir nokta dahi eksik ya da fazla hissiyatı yaratmaz. Öykü bittiğinde artık okuyucudan bir parça halini alır. Yani bana göre Tomris Uyar, Dante gibi bir ders niteliğinde okunabilecek en önemli öykücülerinden biridir.

Günümüzde öykü yazarlarında ve kitaplarının yayımlanmasında gözle görülür bir artış var. Geçmişte herkes şiir yazdığı gibi şimdi herkes öykü yazıyor. Bunun nedeni sizce ne olabilir? 

Öykü yazmanın bir basmak gibi görülüyor olmasından kaynaklanabilir. Bu durum şiir için de geçerli… Ortaya koyduğunuz metin bir roman uzunluğunda değil. Bu açıdan bakarsak hızlı bir şekilde edebiyatta yer edinmenin bir yolu gibi görülebilir.

Sizce öykü nedir ve öykünün edebi değeri nasıl belirlenir? Öykü disiplini nasıl sağlanır?

Bana göre öykü her şeydir. Örneğin bir satış ilanı, renkler, ayağı vuran bir ayakkabı, kulağı kesik kedi, ölen bir yıldız, kandil simidi, içine ilk bozukluk atılan bir kumbara. Öyküyü öykü yapansa bu her şeyin arasından sizin içinizde şiddetle yankılanan o hikâyedir. Kabuğunu kırıp dışarı çıkması gerekir, aksi halde bir çöküş yaratır. Öykünün edebi değeri, herhangi bir tekniği iyi kullanmaktan ibaret olamaz. Yazdıklarınızın hem sizinle hem okuyucuyla bir bağ kurması da gerekir. Okur kitabı kapattığında karakter bir yerlerde yaşamını sürdürüyordur mesela. 

Yukarıdaki sorumun bir devamı olarak sormak istiyorum. Sözcükleri bozmak, alt alta konulduğunda şiir sanılacak bir diğer deyişle dize gibi ya da karma karışık anlamsız cümlelerden oluşan metinler yazmak, iyi öykü özgün öykü yazmak sayılabilir mi?

Anlam her zaman hayatın her alanında açık ve müthiş bir düzende değildir bence. “O çok kırmızı baş ağrıları” (Tomris Uyar) cümlesi beni derinden sarsarken bir başkasına anlamsız gelebilir.  Anlam çok katmanlı ve bir manada aramakla da ilgilidir. Evrenin bir patlama ve kaostan oluştuğu düşünülürse insan da edebiyatta kendi içinde bir evrendir. Düşünceler, hisler bir patlama ve kaos halini alabilir. Düzensizlik yeni ve benzersiz olanın ortaya çıkmasına imkân tanır. Edebiyatta çok yoğun hisler ve düşünceler söz konusuyken bu durumu kelimelerin kendisiyle anlatabiliriz. Dilin ve edebiyatın buna imkân veren bir yapısı var. Bu da yeniliğin ve özgünlüğün kapılarını aralıyor. 

Okumakla yazmak arasındaki bağa inanıyor musunuz?

Yazdıklarınızı okunması için yazıyorsanız okumadan yazmazsınız diye düşünüyorum.

Günde kaç saat ve nasıl okuyorsunuz? 

Eskiden günde beş saate varabilen uzun okumlar yapardım. Şimdilerde günde bir saat civarı okuyorum. Seçtiğim metinlerde genellikle altını çizdiğim ve notlar aldığım okumalar yapıyorum.

Yeni dosyalarınız var mı? Bu dosyalarınızı yayınlatmak konusunda neler düşünüyorsunuz?

Yeni bir dosyayla ilgili şimdilik bir dosya adı ve birkaç öyküm var. 

Hazır olduğunu düşündüğümde yayınlatabilirim.

edebiyathaber.net (21 Temmuz 2023)

Yorum yapın