İki Yeşil Su Samuru’nun Huzurunda, 50 Yılın Toplu Öyküleri’ni saygıyla selamlıyorum | Nilgün Çelik

Ekim 4, 2025

İki Yeşil Su Samuru’nun Huzurunda, 50 Yılın Toplu Öyküleri’ni saygıyla selamlıyorum | Nilgün Çelik

Buket Uzuner’i İki küçük Su Samuru adlı kitabıyla tanıdım.  Beni hayli etkilemişti. Hayatı başka bir pencereden anlatıyordu. Merakla, hüzünle okumuştum, benzer bir hayatı yaşayacağımı bilmeden. Sonradan yayımlanan Kumral Ada Mavi Tuna ve Tabiat Dörtlemesi, (Su, Toprak, Hava, Ateş) serisini de diğer kitapları gibi aynı zevkle okudum.

Şu an elimde Everest Yayınlarından çıkan 50 Yılın Toplu Öyküleri var. Kitabı elime alır almaz büyük bir emekle hazırlanmış olduğunu düşünüyorum. Bir enerjisi var kitabın. Herhangi bir sayfasını okumadan geçersen haksızlık edersin duygusu yaşatıyor.

Girişteki “Yayıncının Notu” ile başlıyorum. Samimiyetle yazılmış kısa bir not ama kitabın tamamında ne olup bittiğini özüyle anlatıyor. Eseri hazırlarken, Buket Uzuner’in “yazım ve imla tercihini esas” aldıklarını vurguluyor. Daha önemlisi sansüre uğramış öykünün siyah bantla neden kapatılmış olduğunu açıklıyor.  Türkiye gerçeği olan ifade özgürlüğü (!)’ne bu sansürü ayıp, bu açıklamayı önemli buluyorum. Yayıncının eseri okurla buluşturmasının, Buket Uzuner’e “bir saygı duruşu” olarak değerlendirmesini yazar için ne mutlu ve ne haklı, okur için de büyük bir keyif olduğunu düşünüyorum.

Kitabın önsözü elbette Buket Uzuner’e ait. Yine aynı içtenlikle yazılmış bu yazı bir değil birçok konuyu içeriyor. Kadın yazar olmayı, yazarak yaşamanın yaş almanın güzelliğini anlatıyor. Yazar-okur ilişkisinin analizini yaparken zaman zaman tatlı bir sitemi de var. Ama kesinlikle belirttiği, altını kalın kalın çizdiği, kadın yazarların kadın okurlarla daha güçlü olduğu ve dayanışmanın mutluluğu. Bu tespit hem kültürel ve sosyolojik hem de psikolojik açıdan tam destek alacak kuşkusuz.

Hepimizin hissettiği bir konuyu da tatlı bir tebessümle belirtmiş:

“50 yıl mı?

Bir yanlışlık olmasın?”  

Zamanın hızla geçmesine, yaş almaya böyle zarif bir sitem…

Uzuner önsözünde hem hissettiklerinden hem yazarlık deneyimlerinden bahsederken bir iç döküşten çok deneme tadında yaşam öyküsünü anlatıyor. Kendi hayatını yaşarken, bir yandan da yarattığı kahramanlarla “ikinci hayatını” yaşıyor. Yaratmanın bedeli olduğunu vurguluyor: Yalnızlık ve sansür. Biri kendinden diğeri tepeden.

Uzuner’in önsözünü bir çırpıda okuma sebebim, kendi öz yaşamına samimi itiraflarla yaklaşıyor olmasından başka, öykünün geçmişini ve bugününü inceliyor olması. Destanlardan, mitolojiden, kutsal kitaplardan etkilenen öykünün insanlık tarihi kadar eski olduğunu ve geliştiğini söylüyor. Bu bakımdan öyküye toplumsal bir bakışla ve cinsiyet perspektifinden bakıyor olması sosyolojik ve psikolojik olarak önsözü önemli kılıyor. “50 yıl” kavramı üzerinden bunu hem bireysel hem de edebiyat tarihiyle rahatlıkla yapıyor. Böylece öykünün ölümsüzlüğünün altını çiziyor. Önemli bulduğu diğer bir konu ise elbette okur-yazar ilişkisi. Uzuner’in, kadın yazarların erkek okurlar tarafından az okunuyor tespiti konuşulmaya, düşünülmeye değer.

Eser yedi başlık, elli dokuz öykü içeriyor. Bu grubun dışında esere tek başına giren Ankara’nın En Güzel Mevsimi adlı öykü ise akıllarda bir hüzün, gözlerde buğu bırakıyor. Hayattan bir kesiti değil hayatın tamamını anlatıyor olması öyküye kafa tutar gibi… Ne kadar bilinmezlikle dolu olsa da aşka saygıyı, geçmişi sorgulamadan anda kalmayı/kalabilmeyi istiyor sanki. Bir ömrün sığdığı dört başı mamur öykü sadece aşkı değil, Ankara’nın, vatanın adım adım kırılmasından, yani 12 Eylül’den önce kültürel ve sosyal anlamda bugünden ne kadar farklı olduğunu: kültürel zenginliği, sosyolojik fakirliği ama sapasağlam bir psikolojide direnildiğini görüyorum. Gençlerin eğitim diye çırpındığı, eğitimlilerin itibarının olduğu bir Ankara düşlüyorum okurken. Ankara, fakir, kömür sisinin içinde buğulu bir inci gibi… Tek başına, o yılların özgürlüğünü anlatırken bugünü de ne güzel çiziyor Ankara’nın En Güzel Mevsimi adlı öykü… “Özgürdük ya nasılsa! Çok özgürdük. Fakat çocukların bile düşündüklerini söyleme özgürlüğünün olmadığı bu coğrafyada yaşadığımızın hala farkında değildik.12 Eylül’e daha birkaç yıl vardı.”

Saf okur olup, bu öyküyü yazanın ya da anlatıcının yaşamışlığını düşünüp kederleniyorum. 

Merakla, ana başlıklar altındaki, deniz derya diğer öykülere geçiyorum…

Her biri diğerinden lezzetli, toplumsal ve kadının iç dünyasına götüren öyküler. Bireyselden toplumsal öykülere, sade öykülerden katmanlı kurgulara, bireylerin ve toplumun psikolojik tavır ve duruşlarına, kadınların feminist bakışla kahramanlaştığı öyküler. Her bir bölüm kendi başına konuşulmalı düşüncesini, eseri okumak isteyen okurlara bırakıyorum.

Buket Uzuner’i, sevdiklerime en çok hediye ettiğim İki Yeşil Su Samuru’nun huzurunda, kıymetli eseri, 50 yılın Toplu Öyküleri’ni saygıyla selamlıyorum.

Yorum yapın