Her yazarın bu tür anlatıların üstesinden gelmesi zordur | Onur Uludoğan

Mart 10, 2020

Her yazarın bu tür anlatıların üstesinden gelmesi zordur | Onur Uludoğan

I

1957 Honduras doğumlu Horacio Castellanos Moya, 1960 yılında babasının ülkesi olan El Salvador’da yaşamaya başlar ve orada büyür. 1979 yılında üniversite eğitimi için Toronto’ya gider. Yaşamının devamını Kosta Rika ve Meksika’da sürdürür. Bu süreç 1991’e kadar devam eder. 1991’de El Salvador’a dönen Moya, yaşamını çeşitli dergilerde çalışarak ve yazarak sürdürür.

Moya, 31 Aralık 1995 ile 5 Şubat 1996 tarihleri arasında kaleme aldığı ve 1997’de yayımlanan “El Asco, Thomas Bernhard en San Salvador” isimli romanın ardından aldığı tepkiler ve ölüm tehditleri nedeniyle bir kez daha ülkesinden ayrılmak zorunda kalır.  Bu ayrılığın ardından yaşamını, Meksika, Guatemala ve İspanya gibi ülkelerde devam ettirir.

Horacio Castellanos Moya’nın 2020 itibariyle dilimize çevrilmiş üç kitabı mevcut: 2011 yılında Aynadaki Dişi Şeytan (Sel Yayıncılık);  2015 yılında Yılanlarla Dans (Jaguar Kitap); 2019 yılında ise Tiksinti – Thomas Bernhard San Salvador’da (Notos Kitap) yayımlanır.

II

25 Ocak 2018’de Edebiyat Haber’de “İki Kitabı Işığında Thomas Bernhard’a Bakmak” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı.

Söz konusu yazıda Bernhard’la ilgili şu tespitleri yapmıştım:

“Bernhard, basitleştirerek ifade etmemiz gerekirse, öfkeli bir yazar. Neredeyse tüm kitaplarında, sanat çevreleriyle, Avusturya devletiyle, Avusturyalılarla, Salzburg’la, Viyana’yla, bürokratlarla kısacası neredeyse tüm insanlıkla derin bir hesaplaşma içindedir ve bu hesaplaşmayı yaparken lafını esirgemez. (…)Kitaplarındaki öfkeli içeriği, okurundan büyük bir sabır isteyen bir biçimle yazarak destekler. Yazarın çoğu kitabı yalnızca tek bir paragraftan oluşur, bitmek bilmez uzun cümlelerle ve sarmal döngüler halinde ilerleyen tekrarlarla anlatım pekiştirilir.”

Thomas Bernhard edebiyatının içeriğine dair ipuçlarını yazara yöneltilen şu soruda da bulabiliriz:

“(…) Öbür yandan siz, başkalarını çürüme ve çözülme halinde görmeye, onları bozuk ve hasta olarak tasvir etmeye meyillisiniz. Karakterleriniz çoğu zaman yürüyemiyor, işitemiyor, göremiyor, aslında tek yapabildikleri mızmızlık etmek, sövmek ve çevresine eziyet etmek.” (Hakikatin İzinde, s. 152)

Moya’nın ülkesini terk etmesine neden olan Kitabı Tiksinti’nin alt başlığı, “Thomas Bernhard San Salvador’da”

Kitabın tanıtım bülteninde ise şu ifade yer alıyor:

“El Salvadorlu sürgün yazar Horacio Castellanos Moya’dan hakaret virtüözü Thomas Bernhard üslubunda bir öfke konçertosu.”

III

Tiksinti, sözü biraz uzatmayı göze alarak yaptığım alıntılardan da anlaşılacağı gibi üslupçu ve öfkeli bir yazar olarak tanımlanabilecek Bernhard’ın edebi mirasının izinden giden bir roman.

Kitapta, on sekiz yıllık bir sürgünlüğün ardından annesinin cenazesi için El Salvador’a dönmek zorunda kalan Sanat tarihi profesörü Edgardo Vega’nın monoloğunu okuruz. Yazarın yaptığı kurguda Vega, Moya ile yaptığı konuşmasında Bernhardvari bir öfke seli içinde ülkesine ve yurttaşlarına duyduğu tiksintiyi anlatır.

Vega’nın kurduğu cümlelerin benzerlerini, çoğu zaman daha sert olanlarını Avusturyalılar ve özellikle Salzburglular için kurmuş olan Thomas Bernhard’ın okurları, hiç kuşku yok ki Tiksinti’yi okurken içine çekildikleri oyundan epeyce zevk alacaklardır.

Moya, Tiksinti’yi Thomas Bernhard’ın alametifarikası olarak da niteleyebileceğimiz bir biçimde, tek bir paragraf halinde kaleme almış.

Anlatıcı karakter Vega’nın da tek yapabildiği, mızmızlık etmek, sövmek ve çevresine eziyet etmek. Vega’nın eleştirilerinden de tüm akrabalar, din adamları, politikacılar, akademisyenler, gazeteciler ve sanatçılar kısacası tüm El Salvadorlular nasibini alıyor.

Okuyanlar hatırlayacaktır, Bernhard’ın çoğu kitabındaki anlatıcı veya anlatılan kahraman, bütün yaşamını kısıtlayan bir hastalıktan mustariptir. Bu hastalık çoğu zaman akciğerlerle ilgilidir ve hastalığın getirdiği kısıtlamalar nedeniyle kahramanların öfkeleri sıklıkla yükselir. Tiksinti’nin başkahramanı Edgardo Vega da sinirsel kolit hastalığı çekmektedir. Bu rahatsızlık nedeniyle mızmızlığı, öfkesi ve tiksintisi bir kat daha artmaktadır.

Tiksinti’nin sonunda, yazarın kitabını yazış sürecini ve sonrasında yaşadıklarını anlattığı kısa bir Yazarın Notu bölümü mevcut. Bu bölümde Moya, kendisi ülkesini terk etmek zorunda kalmasına rağmen kitabının bir okur kitlesine sahip olduğunu ve sürekli basılmaya devam ettiğini belirtiyor. Bunun yanında, çevre ülkelere yaptığı ziyaretlerde tanıştığı okurların kendisinden, “kendi ülkeleri için de bir Tiksinti” yazmalarını talep ettiğini belirtiyor.

Bu açıdan baktığımda, Moya’nın her ülke için bir “Tiksinti” yazamayacağını düşünürsek, özellikle demokratik ilkelerin yeterince oturmadığı ülkelerde benzer kitapların yazılmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Kanımca farklı ülke yazarlarının; ülkelerini düşünerek yazacağı Tiksinti’lerde kullanılan ifadelerin ağır, şok edici, rahatsız edici olmaları kısa vadede yıkıcı uzun vadede ise onarıcı bir etki bırakacaktır.

IV

Moya’nın okuduğum ikinci kitabı Yılanlarla Dans ise Tiksinti ile ilk bakışta gerek biçim gerekse içerik olarak uzaktan yakından alakası yokmuş gibi görünen bir roman.

Yılanlarla Dans’ı okumaya başlayıp ilk bölümü bitirdiğimizde en basit tanımlama ile bir “pulp” roman okuduğumuz izlenimine kapılıyoruz.

İlk bölümün anlatıcısı, sosyoloji mezunu işsiz genç Eduardo Sosa, sarı Chevrolet’sinde yaşayan Jacinto Bustillo’ya merakla yaklaşır ve iletişim kurmaya çalışırken bir dizi tesadüf sonucu onun yerini alır. Birden bire, Bustillo’nun arabasında yaşayan dört dişi yılan ile şehirde dehşet saçmaya başlar.

İkinci bölümde, üçüncü tekil anlatıcıya geçilir ve ilk bölümde anlatılanlar bir de polislerin bakış açısından sunulur. Kitabın üçüncü bölümü ise, olan biteni araştıran ve anlamaya çalışan Rita isimli bir gazeteci merkeze alınarak anlatılır. Kitabın son bölümünde ise sözü yine Sosa alır ve roman boyunca atılan düğümlerin çoğu çözüme kavuşturulur.

Yılanlarla Dans; ilk bakışta, kafa dağıtmak için okunabilecek, derinlemesine bir şey anlatmayan, içinde yılanlarla seks yapmaktan tutun da alkol ve uyuşturucu kullanımına, kanlı cinayetlerden patlamalara varan bir dizi tuhaf olayın ardı ardına sıralandığı grotesk bir polisiye olarak tanımlanabilir.

Yılanlarla Dans’ı bireyin iç dinamiklerini merkeze alarak değerlendirdiğimizde ise, okuldan yeni mezun işsiz bir gencin sorunlarla dolu kaotik bir ülkede ortalığı birbirine katmaktan başka çaresinin olmadığını anlatan bir kitap olarak niteleyebiliriz.

Bununla birlikte kitabı, Latin Amerika ülkelerinin iç dinamiklerini de dikkate alıp okursak bambaşka açılardan değerlendirilebilecek bir romanla karşı karşıya olduğumuzu görürüz.

V

Basitleştirerek ifade etmem gerekirse, çoğu Latin Amerika ülkesini, askeri darbeler görmüş, bu darbelerin getirdiği kanlı iç savaşlar yaşamış, uyuşturucu kartellerinin politikacılar ile yakın ilişki halinde olduğu ve sıklıkla cinayet işledikleri, ekonomik olarak darboğazdan bir türlü kurtulamayan yerler olarak niteleyebiliriz.

Yılanlarla Dans’ta anlatılan ülkede, Eduardo Sosa bir anda Jacinto Bustillo’nun yerini alır ve onun yetiştirdiği yılanları kullanarak bir dizi tesadüfi cinayet işler. Olayların kontrolden çıktığı noktada ise beklemeye başlar.

Bu noktada Moya, kitabın anlatıcısını değiştirerek Sosa’nın işlediği cinayetlerin toplumun farklı katmanlarındaki etkilerini görmemizi sağlar. Görünürde birbiri ile alakası olmayan saldırılarda öldürülenler bir arada düşünüldüğünde ortaya; politikacıların, uyuşturucu mafyasının, polis teşkilatının ve ordunun yollarının kesiştiği bir gerçeklik çıkar.

Bu ilişki ağları öylesine birbirinin içine girmiştir ki tesadüfen işlenen bir dizi cinayet bile bu kokuşmuş ortamın içinde devlet krizi çıkarmaya yeter de artar.

Tiksinti’nin anlatıcısının ülkesine duyduğu öfke ile Yılanlarla Dans’ın sunduğu grotesk hayal dünyasını bir arada düşündüğümüzde Moya’nın aslında epeyce sert bir eleştiri yaptığı gerçeğine kolaylıkla ulaşabiliriz.

Roberto Bolaño, Horacio Castellanos Moya’nın savurduğu eleştiri oklarının ne denli yüksek bir isabet yüzdesi taşıdığını şu cümlelerle ifade eder:

“Moya’yı okuyanlar, onu şehir meydanında asmak için bastırılması zor bir arzu duyarlar. Aslında, bir yazar için bundan daha büyük bir onur hayal edemiyorum.”

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (10 Mart 2020)

Yorum yapın