Hepimiz birer ‘Eşekli Kütüphaneci’ olsak? | Peyman Ünalsın Gökhan 

Nisan 1, 2024

Hepimiz birer ‘Eşekli Kütüphaneci’ olsak? | Peyman Ünalsın Gökhan 

Kitaplar, geçmişle aramızda bir huni gibi… Geniş gövdelerinde biriken bilgileri ince bir koridordan geçirip bize ulaştırıyorlar. Bazen o koridora birden fazla metin kayıveriyor. Hafif tıkanıyor ama damla damla da olsa hepsi gitmesi gereken yerde, zihnimizde, sona eren yolculuğunu tamamlıyor. Hangisine öncelik vereceğimizi bilmiyoruz. Okumayı öğrendiğimizden itibaren okumaya teşvik edildiğimiz ya da öz seçimimizle elimize aldığımız kitapların hangisine öncelik vermeliyiz, kimi zaman bizim elimizde olmuyor maalesef. Treni hangi vagondan yakalarsak artık, tümden kaçırmaktan iyidir.

Okullarda müfredata dahil edilen kitapların seçimi, onların ışığından faydalanmak açısından çok önemli. Öyle kitaplar var ki, içlerindeki bilgi hayatımız boyunca önümüze çıkmayabilir. Kurgu metinler de olsa, içerikleri mutlaka bizi tarihe, mitolojiye, yaşanmış gerçek hikâyelere ulaştırabilir. Bu noktada iyi bir okur muhteviyatı anlar, irdeler ve dahi bilgiyi yayar.

İçimizden kaç kişi Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve aydınlığı yayma yolundaki çabalarına vâkıf? İşte bir itiraf! Açıkçası ben, hatta defalarca doğduğu ve büyüdüğü Ürgüp’e gitmiş olsam da, onun hikâyesini bilmiyordum. Fakir Baykurt’un Eşekli Kütüphaneci isimli biyografik romanını okuyuncaya kadar.

Kaçımız Ürgüp Temenni Tepesi’nde ilk temeli atılan sonra da Mustafa Güzelgöz’ün çabaları ile bugünkü yerine taşınan Tahsin Ağa İlçe Halk Kütüphanesi’nden haberdar? Asmalı Konak önünde fotoğraf kuyruğu oluşturan kitleler, bu hikâyeyi biliyor mu meselâ?

Köy Edebiyatı deyince aklımıza gelen ilk isim Gönen Köy Enstitüsü mezunu Fakir Baykurt. 1929 Burdur doğumlu Fakir Baykurt’un asıl ismi Tahir. Gönen’de okurken fotoğrafçılığa merak sarar. O yıllarda makineler analog tabii. Fotoğrafçıda tab edilmesi lâzım. Bir fotoğrafçıya teslim eder makinanın içindeki filmi. Postane yoluyla fotoğraflar adresine gelecek. Gel zaman git zaman fotoğraflar yok ortada. Nihayet bir gün posta gelir ve zarfın üzerinde Fakir Baykurt yazmaktadır. O günün anısına yazın dünyasına ismi Fakir Baykurt olarak miras kalır.

Kitaplarında köy insanlarının acı, tatlı yaşanmışlıklarını, sıkıntılarını konu eder. Yerel lehçeyi o kadar güzel kullanır ki, betimlemelerinin gücüyle birleştiğinde kendinizi Anadolu’nun bir köşesinde buluverirsiniz.

1948’de Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra köy öğretmeni olarak çalışır. 1955’de Gazi Eğitim Enstitüsü’ndeki eğitimini tamamladıktan sonra çeşitli illerde Türkçe Öğretmenliği yapar. Demokrat Parti yönetimi tarafından öğretmenlikten alınarak pasif göreve getirilir. Kitapların okuma yazma bilen herkese ulaştırılması misyonu belki de Mustafa Güzelgöz’ün biyografisini kitaplaştırma ilmeğini zihnine atan sebeptir. Bazı kaynaklar, ölümünden yaklaşık iki yıl önce bir röportajda biyografik bir roman yazmak istediği yer alır. “Yarın bir yolculuğa çıkacağım. Ve Orta Anadolu’da bir zamanlar eşekle köylere kitap taşıyan ve Eşekli Kütüphaneci diye ün yapmış olan Mustafa Güzelgöz’ü arayıp bulacağım ve onunla konuşacağım. Elimden gelirse onun biyografisini yazacağım.” (Cevizoğlu, 2000:87)

Baykurt’un ölümünün ardından Mustafa Güzelgöz, yazarın Ürgüp’e yaptığı geziden şu ifadelerle söz eder: “Kütüphanenin olmadığı Ürgüp köylerine merkeplerle kitaplar ulaştırdık. Bu çalışmamız bazı dünya ülkelerinde bile değerlendirildi. Sayın Baykurt bu çalışmanın özüne inmek istedi… Bu amaçla Ürgüp’e 1997 yılında geldi. Ürgüp ilçesi ve köylerinde bir haftaya yakın bir çalışma yaptı. Hastaneye yatmadan önce benim biyografimi yazmak için yeniden Ürgüp’e gelmek istediğini belirtti. Ama nasip olmadı kavuşmak.” (İleri ve Talipoğlu, 2006: 132)

Eşekli Kütüphaneci, Fakir Baykurt’un kitabın sunuş bölümünde aktardığı üzere üç farklı hikâyenin örge bütünlüğünden oluşur.

Tekil örge ile başlayan roman, ilk hikâyede, Yunanistan’ın Larisa kentinden Ürgüp’e gelen Dimitrios Katsikas’ın, mübadele ile Başköy’den Yunanistan’a dönen büyükanne ve büyükbabasının doğup büyüdükleri toprakları ziyarete gelerek Ürgüp’lü antikacı Aziz Baba lâkaplı Aziz Güzelgöz ve ailesi ile tanılması anlatılır. Aziz’in babasıdır kitaba adını veren Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz. Dimitrios’un, büyükannesinden duyduğu mantı ve yöresel lezzetlerle donanmış bir sofrada atılan dostluk temelleri Larisa ile Ürgüp’ün kardeş kent olması ile neticelenir.

Peki kimdir bu Mustafa Güzelgöz? Soyadının hakkını veren güzel bir insandır. 

Dimitrios’u kalacağı otelden alıp evlerinde ağırlayan Mustafa Güzelgöz, ona, kendisine neden Eşekli Kütüphaneci adının takıldığını anlatır ki bu kitabı oluşturan ikinci hikâyedir.

“Babama Eşekli Kütüphaneci derler. Ürgüp’ün içindeki kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için ona bu adı taktılar. Emekli olduğu halde hâlâ bu adla çağrılır. Bütün köylere tek tek gidip, yetişkinlere, çocuklara kitap verdi. Millet kitap okusun, kadınlar da kitap okusun diye yıllarca çırpındı babam.” diye anlatır Aziz. (Syf. 13)

Mustafa Güzelgöz Ürgüp ve çevresinde toplam 36 köye eşeklerle kitap ulaştırır. Halk bilinçlenmeye başlar. 1963 senesinde Amerika’da düzenlenen bir yarışmada “The Lane Bryant Uluslararası İnsanlık Hizmetinde Gönüllü Takdirnamesi” ile ödüllendirilir.

Üçüncü hikâye ise Mustafa Güzelgöz’ün Dimitrios’u tanıştırdığı, yörenin zenginliklerinden biri olan Ürgüp’lü saz ustası türkücü Refik Başaran’ın hikâyesidir. Refik Başaran güçlü hafızası sayesinde oluşturduğu geniş repertuarı ile tanınır. 38 yaşında ölen türkücü, Larisa-Ürgüp arasında kuvvetli bir köprü olmuştur.

Bir romanı estetik kılan unsurlardan örge ve nesneler bağlamında romanı incelediğimizde kurguda kıymık yaratan, boşluk oluşturan bir detay görmedim. Bir ülkenin kültür alt yapısını oluşturan etnik zenginliklerin yaşandığı topraklarımızda, nifak tohumlarının yeşermesi, halkın göçe zorlanması gerek gidenler gerekse kalanlar için pek kolay değil.

“Başköy’den gidenlere orda hükümet tütün tarlaları vermiş. Ama burada hiç tütüncülük yapmadıkları için zorluk çekmişler. Göç yollarında, Anadolu’dan çıkıp giderken İzmir’de, orda burda çok insan kırılmış, yollarda ölmüş. Çok acı anıları vardı.” (Syf. 135)

Kalanlar da vâkıf olmadıkları işlere soyunarak kendilerine yeni kazanç kapıları açarak, memleketlerini terk etmek zorunda kalmadan geçinmeyi öğrenir. Bölgedeki üzüm bağlarından pekmez ve şıra üretiminde faydalansalar da kazanç düşüktür. Mustafa Güzelgöz bölgenin kalkınması için kooperatifler kurulmasında aktif rol oynayarak şarap üretimine başlanmasına da ön ayak oluyor.

Çevre köylerin hocaları içimi günah olanın yapımı günah olmaz mı diyerek cami önlerinde halkın kafasını karıştıracak fetvalar verir.

“Ama Çökek Köyü’nün imamı Yılmaz Efendi öbürlerine benzemiyor. ‘Olmaz, olmaz; hayır, hiç bile günah olmaz! Kârı, kazancı Cenabıallah mübah saymıştır. Asma dikiyor, üzüm sıkıyor, şarap yapıp kârımızı, kazancımızı sağlıyoruz. Cenabıallah yukarda bunu görüp durur. Biz işimize bakalım!’ diyor.” (Syf. 73)

İmam, Baykurt’un bir hayal ürünü mü bilemiyorum ama pek çoğumuzun arzusu aydınlık bir Türkiye değil mi? Ve fakat aydınlık, bu ülkenin vampirlerinin korkulu rüyası olmuş. Mustafa Güzelgöz gibi insanlar medeniyetin gönüllü elçileri.

Mustafa Güzelgöz’ün kütüphaneciliği, askerden sonra da öncesinde olduğu gibi ekmek peşinde İstanbul’a dönüp dönmemek konusunda kararsız olduğu dönemde başlar. Bir gün Ürgüp’lü gençleri toplar ve ayak topu bilgisini onlarla paylaşırken tesadüfen oradan geçmekte olan Kaymakam Fahri Çıvgın’ın dikkatini çeker. Kaymakam ona İstanbul’a gitmemesini, ona Ürgüp’te kütüphanecilik işi verebileceğini aynı zamanda da gençleri ayak topunda eğitebileceğini söyler. Ve 1944’te Güzelgöz’ün kütüphaneciliği böylece başlar.

Kitaplık kayıtlarında yazma, basma, eski yazılı 2300 kitap görünür ama gerçekte o kadar kitap yoktur.

“1928’de Türkiye’de yeni ‘abece’ kabul edilince, eski Arap ‘abece’si yasaklandı gibi anlaşıldı. Bu nedenle eski ‘abece’li kitapları bodruma attılar. Onlar da nem içinde kaldı orda.” (Syf. 35)

Mustafa Güzelgöz bütün kitapları çıkarır, güneşe serer, onları kurutur. Olabildiğince kütüphaneye kazandırır.

Pes etmez. Kütüphanenin onarım işleri, daha büyütülmesi için Ankara’ya gider. Cesur, atılgan, akıllı, vizyoner bir adam. Bir garip huyu var; kafasına taktığını elde etmek için kimin ayağına itmesi gerekiyorsa gider, isteği geri çevrildiğinde çocuk gibi oturup ağlar, gözyaşları ile dediğini yaptırır. Kitapta sıkça karşımıza çıkıyor çocuk gibi ağlayan adam.

Fakir Baykurt estetik unsurlardan itkiyi de ön plana çıkartıyor kitapta. Öncelikle Mustafa Güzelgöz’ün itkisi halkı kitaplarla kaynaştırmak. Bilgiye ulaşan halk, uyanıktır. Kendini ezdirmez, kandırtmaz. Çevrede artan cahilliğin boyutu arttıkça Güzelgöz kamçılanır. Bakar ki kütüphaneye gelen giden yok, kitapları insanların ayağına götürür. Eşeğiyle başlar köy köy dolaşmaya. Futbolcu gençlere şart koşar; verdiği kitapları okumayanlara ayak topu antrenmanı yok.

Kadınları da kütüphaneye çekmek için bir yöntem bulur. İstanbul’daki hâli vakti yerinde hemşerilere ulaşır. Kullanılmayan dikiş makinalarını Ürgüp’e göndermelerini ister. Kadınlar dikiş dikmeye, el işi yapmaya ve tabii kitap okumaya kütüphaneye gelirler.

Aydınlı çiftlikler sahibi Adnan Menderes’in Vanlı köy ağası Kinyas Kartal Ağa ile oy karşılığında, iktidara geldiğinde kapatacağına söz verdiği Köy Enstitülerini bitirmesi gibi, Mustafa Güzelgöz’ün kütüphaneciliği de maalesef 1972 yılındaki jübilesi ile emekli olmaya zorlanarak bitirilir.

“Yurdumuzda aydınlığa karşı güçlü bir direnme vardır. Bnlar, ortaya Atatürk gibi güçlü adamlar çıkına sinsi sinsi yatıp uyur görünse de, buldukları ilk fırsatta başlarını deliklerinden çıkarırlar. Anlattım: Halkevlerini, Halkodalarını öyle kolayca kapatıverdiler! Hele Köy Enstitüleri’ni… Rahmetli İsmail Hakkı Tonguç’u düşünüyorum. O büyük adama kan kusturdular.” (Syf. 92)

Toplumsal çözümlemeler bağlamında da zengin bir roman Eşekli Kütüphaneci. İlk oğluna ismini karısı Hanife’ye koydurtan Mustafa Güzelgöz bu anlamda da aydınlık bir kişilik. Kadınların kütüphaneye gitmesinin caiz olup olmadığını sorgulayan halkı bu fikre ısındırır.

Dimitrios’un Ürgüp’e gelirken otobüste gördüğü genç bir kadınla sohbetini şöyle kelimelere döker Baykurt:

“Ankara’dan binip geldiği otobüs tam doluydu. Bir arkasındaki koltukta, iki çocuğuyla, başörtülü genç bir hanım oturuyordu. Ankara’dan çıktılar; önce çocuklarla, sonra genç anımla konuşmayı enedi. Baktı oluyor; buna da şaştı. Anadolu’da başörtülü Türk kadınlarının çok bağnaz olduğunu, erkeklerle asla konuşmadığını işitmişti. Ama çocuklar her tülü insanla bağlantı kurabilmek için sevimli küçük köprülerdir.” (Syf. 6)

Ürgüp-Larisa kardeş kent ilişkilerinde de işler çok kolay yürümez. O dönem Belediye Başkanı olan Kürşat Numanoğlu’nu karalama çalışmalarından vize sorununa kadar pek çok sorun yaratılır. Bir kesim halkı yine etkisi altına alıp, kent kardeşliğini sabote etmeye kalkar.

Romanın şiirsel yanı sadece Refik Başaran türkü sözleri ile kalmıyor. Melih Cevdet Anday’ı, Nazım Hikmet’i, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı ve romanın örgesi dahilinde Yunanlı şair Yannis Ritsos’un dizelerini de sayfalarında ağırlıyor.

Barış, sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların

Sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.

Barış bir annenin gülümseyişinden başka bir şey

değildir.

Ve toprakta derin izler bırakan sabanların

bir tek sözcüktür yazdığı: Barış.

Ve bir tren ilerler geleceğe doğru

kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden

buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.

Bu tren barıştır işte.

(Syf. 116  Yannis Ritsos’un Barış isimli şiirinden. Ataol Behramoğlu’nun çevirisi)

Fazıl Hüznü Dağlarca’nın dediği gibi:

Öyle dalmış ki

Yüzyıllar süren uykusuna

Uyandırmazsan uyanacak değil.

Cehaletin önüne kitaplarla duvar örebiliriz. Uzak ve yakın tarihimizi ancak okuyarak öğrenebiliriz.

Hepimiz kendi çevremizde Mustafa Güzelgöz hareketi başlatsak, bilgiye ulaşmakta bir katkımız olur.

Neden olmasın?

Hani dedik ya bilgiye ulaşmak için kitaplar en sağlam köprülerimiz; Literatür Yayınları tarafından yayımlanan kitapta bir hata konusunda bu yazıyı okuyanlara, gözüme ilişin bir hataya dikkat çekmek isterim. Ürgüp’ün Mustafapaşa Köyü de romanın nesnel uzamlarından biri. Eski adı ‘Fineson’ olarak yazılmış. Oysa köyün eski adı Sinasos’tur. (Syf. 57) Bilgi, doğru olduğu müddetçe faydalıdır.

edebiyathaber.net (1 Nisan 2024)

Yorum yapın