Hasan Saraç, Sigmund Freud’un yaşamı ve yapıtları üzerine yazdı

Mart 20, 2012

Hasan Saraç, Sigmund Freud’un yaşamı ve yapıtları üzerine yazdı

Sigmund Freud: Psikoloji biliminin kurucusu, kokainman bir dahi…

“Bizler üç farklı yönden acı çekme tehdidi altındayız; çürümeye ve yok olmaya mahkûm bedenimizden; acımasız ve yıkıcı güçleriyle dış dünyadan; ve son olarak da diğer insanlarla olan ilişkilerimizden. Bu sonuncu kaynaktan gelen acı, muhtemelen diğerlerinden çok daha ıstıraplıdır.”

6 Mayıs 1856 günü, şimdiki Çek Cumhuriyeti’nin, o yıllarda ise Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan Freiberg adındaki küçük kentin iki katlı bir evinde bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Kırk bir yaşındaki yün tüccarı Jacob Freud ve yirmi bir yaşındaki ikinci karısı Amalia ilk çocuklarına Sigismund Schlomo adını koyarlar.

“İnsanlar düşündüklerinden daha ahlaklı ve hayal edebileceklerinden daha ahlaksızdır.”

İşleri ters giden Jacob, ailesini yanına alıp Viyana’ya taşındığında Sigismund henüz beş yaşındadır. Okuldaki derslerinde çok başarılı bir öğrenci, annesinin sevgili oğlu olan Sigismund liseyi birincilikle bitirdikten sonra on yedi yaşında Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesinde yüksek öğrenim görmeye başlar.

Anadili Almanca olan Sigismund, Yahudi bir aileden gelmesi nedeniyle İbranice, okulda öğrendiği için Latince, Shakespeare okumayı sevdiği için İngilizce, lisan öğrenmeye meraklı ve yatkın olduğu için de Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca bilmektedir.

“Hiç kimse inançlı olmaya zorlanamadığı gibi, hiç kimse de inançsızlığa zorlanamaz.”

Dinlere karşı özel bir yakınlığı olmayan genç Yahudi, yirmi iki yaşında geldiğinde adını Sigmund olarak değiştirecek, nöroloji ve psikoloji ihtisası yapmaya başlayacaktır. Sigmund 1885 yılında Paris’e gider ve orada ruh hastası olarak tanımlanan kişileri hipnozla tedavi etmenin inceliklerini öğrenir. Bir yıl sonra geri geldiğinde hastanedeki görevinden ayrılıp özel hastaları ile ilgilenmeye başlar. Aynı günlerde iki yıllık nişanlısı ve daha sonra kendisine altı çocuk armağan edecek olan hayat arkadaşı Martha Bernays ile evlenir.

Genç psikolog, insan üzerindeki etkilerini araştırması için bir ilaç firmasının gönderdiği yabancı bir maddeyi, yani kokaini, bizzat kendisi denemeye, ardından sürekli kullanmaya, hatta hastalarına kullandırmaya başlar. Bir yandan da sürekli Churchill tarzı büyük purolar içmeye başlayan Freud o yıllarda yazdığı ilginç makalelerle bilimsel çevrelerin dikkatini çekmeyi başarmıştır. İlk önemli eseri Die Traumdeutung – Düşlerin Yorumu 1899 yılında yayınlanır. İlk beş yılında yalnızca üç yüz adet satabilen bu çalışma daha sonraları alanında bir klasik olarak kabul görecektir.

“En derin anlam taşıyan rüyalar, çoğu kez en çılgın görünenlerdir.”

Freud’a göre rüyalar kabul etmek istemediğimiz isteklerimizin bilinçaltı yansımalarıdır. Bir başka deyişle rüyalar korkularımızın, yüzeye çıkmamış duygularımızın, sansürsüz arzularımızın uyku sırasında kendilerini dışa vurmasıdır.

Freud araştırmalarına, düşüncelerine saygı duyanları etrafında toplamaya başlar. Bu harekete Viyana’da yaşayan meslektaşları kadar Zürih’ten gelen Jung da ilgi duyacaktır. İlk yıllarda çok güçlü bir beraberlik yaşansa da zaman içinde psikoloji biliminin önde gelen isimlerinden Jung ve Adler, Freud’un öğretilerinden uzaklaşıp kendi yollarını çizerler.

Yirminci yüzyıla girilirken Freud, Drei Abhandlungen zur Sexualtheorie – Cinsiyet Üzerine, Der Witz und seine Beziehung zur Umbewuβten – Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkiler adlı eserleri ile alanındaki öncü konumunu güçlendirmeye devam eder. Freud’e göre ilkel insan aslında bizim çağdaşımız sayılır. Hâlâ kendi putlarımızı, totemlerimizi yarattığımıza inanan Freud’un, farklı biçimlere bürünse de içimizde yaşatmaya devam ettiğimiz TABU kavramını da irdelediği Totem ve Tabu adlı ünlü eseri 1913 yılında yayınlanır.

“Psikiyatri, insanlara kanepelerde uzanıp yatarken kendi ayakları üzerinde durabilmelerini öğretme sanatıdır.”

Freud’un bilinçaltı çatışmalarının psikodinamik yapısını ve doğasını incelediği makaleler Neue Folge der Vorlesungen zur Einführung in die Psychanalyse – Psikanaliz Üzerine adlı eserinde okurlarıyla buluşur. Bu kez, teorilerini en güçlü şekilde ortaya koyduğu Jenseits des Lustprinzips – Haz İlkesinin Ötesinde ve Das Ich und Das Es – Ben ve İD adlı eserleri ile Freud, psikoloji biliminin temel taşlarından birkaçını yerine oturtmuştur.

“Zihin bir aysberg gibidir, kitlesinin sadece yedide biri suyun üstündedir.”

Freud insanların duygu, düşünce ve davranışlarını etkileyen üç farklı unsurun ID, EGO ve SÜPEREGO olduğunu ortaya atar. Freud’a göre İD temel içgüdüleri organize eder. Amacı acıdan korunmak, kişiyi tutkuları doğrultusunda, haz duyacak şekilde yönlendirmektir. İD değer yargılarını umursamaz; ne iyiyi, ne kötüyü, ne de ahlakı…

EGO ise İD’in isteklerini yerine getirirken fiziki koşulları, hayatın gerçeklerini ve kişinin uzun vadeli çıkarlarını gözetmeye çalışır. Freud’a göre EGO, İD ile gerçek hayat arasındaki arabulucudur.

SÜPEREGO ise mükemmeliyetçidir. Kişiyi uygunsuz davranışları nedeniyle cezalandıran bir vicdandır o. EGO sürekli olarak SÜPEREGO ile İD arasında denge bulmak için savaşır.

“Şairler ve filozoflar BİLİNÇALTINI benden çok önce keşfetmişlerdi. Ben yalnızca bilinçaltının analizini mümkün kılan bilimsel metodu keşfettim.”

Yirminci yüzyılın başlarında kokain bağımlılığını sonlandırarak nefsine hakimiyetini bir kez daha ispat eden Freud, aynı yıllarda hipnozla tedavi yöntemlerini de terk edip çalışmalarını tümüyle psikanaliz üzerinde yoğunlaştırır. Birinci Dünya Savaşı’nın toplumlar üzerindeki etkisini birinci elden yaşayan ünlü psikolog, okumalarını ve düşüncelerini derinleştirdikçe olaylara daha felsefi bir açıdan bakmaya başlar. Ülkeler arasındaki gerginlikler yeniden tırmanmaya başladığında toplumsal olayların, uygarlığın gelişiminin ve sorunlarının açıklanmasında psikanalizin önemine vurgu yapan Freud, Das Unbehagen in der Kultur – Uygarlığın Huzursuzluğu (1930) adlı eseriyle felsefi kimliğini pekiştirir.

“Bir gün dönüp geriye baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların en güzel dönemler olduğunu fark edersiniz.”

Psikolog olduğu kadar filozof, filozof olduğu kadar da edebi bir şahsiyet olan Freud’un kütüphanesi Shakepeare, Goethe, Milton, Zola, Twain gibi ünlü düşünürlerin, yazarların, şairlerin, araştırmacıların eserleriyle doluydu. Edebiyata ilgisi ve bu alandaki yeteneği kendisine 1930 yılında Goethe Edebiyat Ödülü’nü kazandırır. 2011 yılında hayata gözlerini yuman ünlü çağdaş düşünür, psikolog James Hillman onun için ‘O bir Goethe Edebiyat Ödülü sahibiydi, Nobel Tıp Ödülü’nü kazanmamıştı’ diyecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Sovyetler Birliği Stalin’in, İtalya ise Mussolini’nin kontrolü altındadır. 1933 yılında Hitler’in Almanya’nın başına geçmesiyle totaliter rejimlerin vahşi çığlıkları Avrupa’yı sarsmaya başlar. Freud bunun ilk sonuçlarını kitapları yakılmaya başlandığında görür. “Nasıl bir gelişme ama! Orta Çağ’da olsak beni yakarlardı, şimdi ise kitaplarımı yakmakla yetiniyorlar” derken henüz faşizmin gerçek yüzünü kavrayamadığının farkında değildir. Soydaşlarının önce Almanya’da ardından Avusturya’da başına gelenleri görse de ağır hareket eder. Tehlikeyi sezen Salvador Dali, Stefan Zweig, Virginia Woolf, H.G.Wells gibi sanatçılar, yazarlar kendisine davetiye çıkarırlar.

En nihayetinde Freud yapılan çağrılara kulak verecek ve aile fertleriyle birlikte 1938 yılında Londra’ya kaçacak, geride bıraktığı kız kardeşleri ise yeterince tedbirli olmamanın bedelini gaz odalarında canlarıyla ödeyecektir.

Hazırladığı son eseri Der Mann Moses und die monotheistische Religion – Hz. Musa ve Tektanrıcılık, 1939 yılında yayınlanır. Sürekli puro içmenin sebep olduğu ağız kanseri giderek etkisini göstermektedir. Kanserin yol açtığı şiddetli ağrılara daha fazla dayanamayan Freud, kendisi gibi bir Psikolog olan büyük kızı Anna’nın karşı çıkmasına rağmen, morfin kullanarak 23 Eylül 1939 günü kendi iradesiyle hayatına son verir.

“Bir taş yerine bir hakaret savuran ilk insan medeniyetin kurucusuydu.”

Günümüzde televizyon seyredenler, sokaklarda gezinenler, alışveriş merkezlerinde vitrinlere bakanlar; ayakkabılardan giysilere, kozmetik ürünlerden içki reklamlarına kadar her ortamda erotizmin, tutkunun, şehvetin ıslak, yarı çıplak, sarmaş dolaş görüntüleriyle karşılaşıyorlar.  Özetle, aradan yüz yıl geçse de Freud’un iddiaları reklam dünyasının yaratıcılığında somutlaşan rüyalar gibi yeniden vücut bulmuştur.

Freud bir takım tabulara karşı çıkmaya kararlıydı. O nedenle derinlere indi. Çalışmalarını ve teorilerini dinamik bir eksende sürdürdü. Yaratıcılık ve hayal gücüne inanırdı. Bazıları bir dahi, bazıları bir şarlatan der Freud için. Tek bilinen gerçek ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Viyana’da başlayan bu hareketin günümüzde her yöne doğru gelişmeye devam ettiğidir.

Öne sürdüğü özgün kavramlardan bazıları anlamını yitirmiş olsa da güçlü ruhu, olağanüstü zekâsı ve çarpıcı fikirleriyle Freud hala bizimle yaşamaya devam ediyor.

“Freud, Aydınlanmacı felsefenin son temsilcilerinden biriydi. İnsanın sahip olduğu ve onu kafa karışıklığı ve çöküşten kurtarabilecek tek kudretin akıl olduğuna samimiyetle inanıyordu.”  – Albert Einstein

Yazan: Hasan Saraç – edebiyathaber.net (20 Mart 2012)

Yorum yapın