
Burcu Yalçınkaya İlhan’ın Girdaptaki Göl Çiçeği kitabında yer alan “Kreissparkkasse” başlıklı öykü, hafızanın, dilin ve göçün toplumsal-tarihsel izlerini çocukluk algısında şekillendiren bir anlatı olarak öne çıkar. Bu kısa ama yoğun öyküde, tek bir kelime —yabancı, anlaşılmaz ve “fazla büyük” bir kelime— çocuk zihninde kimlik, aidiyet, hasret ve kayıp gibi katmanlı anlamlara evrilir.
“Kreissparkkasse”, Almanca’da sıradan bir banka adıdır. Ancak öykünün öznesi olan çocuk, bu kelimeyi bir türlü çözemediği, telaffuz edemediği, ama anlamını hissettiği bir bilmece gibi taşır içinde. Yazar, bir çocuğun yabancı bir kelimeyle kurduğu sezgisel ilişki üzerinden göç olgusunu, ayrılıkları, bekleyişleri ve sessiz kırılmaları anlatır. Kelimeye ait eşyalar —poşetler, kül tablaları, defterler— geçmişten kalan kırıntılar gibi karakterin elinde kalır. Asıl olan gitmiş, geride “eşya” kalmıştır.
Bu öykü, yalnızca göçle oluşan mekânsal ayrılığı değil, zamanın bir türlü kapatılamayan yarığını da taşır içinde. Zamanla kelimenin anlamı değişir; ilk başta kavuşma heyecanı olan o kırmızı harfler, sonraları telafisizliğin, yarım kalmışlığın simgesine dönüşür. Dil, burada bir iletişim aracı değil, eksikliğin ve suskunluğun taşıyıcısıdır.
Yalçınkaya İlhan’ın dili sade ama derinliklidir. Gündelik detaylar, bir çocuğun bakışıyla hem soyut hem çok somut bir duygulanıma dönüşür. Hikâye, modern zamanlarda hafızanın nasıl parçalara bölündüğünü ve anlamın ancak duygularla yeniden inşa edilebildiğini gösterir.
Burcu Yalçınkaya İlhan’ın Girdaptaki Göl Çiçeği adlı kitabı, suya bırakılmış hatıraların, içe akmış hikâyelerin, zamanın ve mekânın kırık aynalarından yansıyan kadın seslerinin kitabıdır. Sessizce akan bir nehrin dibinde kalmış o görünmeyenleri anlatır bize; bazen suya gömülen bir köydeki kadınların suskun öfkesiyle, bazen bir bankanın kırmızı logosunda gizli çocukluk kederiyle.
Bu kitap, dışarıdan bakıldığında küçük gibi görünen ama içinde büyük dalgalar taşıyan hikâyelerle örülüdür. Kadınlar var bu hikâyelerde —gölgede kalmış, adı anılmamış, sesi duyulmamış kadınlar. Kimi zaman Almanya’ya gidememişliğin burukluğuyla, kimi zaman bir çocuğun sesini bastırmak için suya fısıldadığı itiraflarla çıkıyorlar karşımıza. Her biri birer “göl çiçeği” aslında —kökü çamura saplı, ama yüzü hep göğe dönük.
Kitabın dili sade ama sarsıcı. Hiçbir hikâye doğrudan bir çatışmayı bağırmıyor, aksine, en sarsıcı çığlıklarını suyun altına saklıyor. Bu yüzden her okuma, yeni bir keşfe dönüşüyor: bir detay, bir isim, bir sessizlik kırıntısı, o görünmeyeni işaret ediyor.
Girdaptaki Göl Çiçeği, özellikle taşra kadınlarının gündelik ama derinlikli hikâyelerini anlatırken feminist bir damarın da izini taşıyor; ama bağırmadan, işaret ederek. Zamana, mekâna, dile ve suskunluklara karşı yazılmış bu kitap, edebiyatın en zarif ama etkili biçimlerinden biri olan “sessiz anlatı”nın günümüzdeki nadir örneklerinden biri.
Burcu Yalçınkaya İlhan, suya bırakılmış çiçekleri anlatırken aslında onları sonsuza kadar yaşatmanın bir yolunu bulmuş. Okur, her öyküde biraz daha sessizleşiyor —çünkü burada söylenen her şey, suyun altından geliyor.



















