Günsüz Günceler: XII | Feridun Andaç

Haziran 24, 2025

Günsüz Günceler: XII | Feridun Andaç

                                                               İstanbul, 09 Mart 2018

                                                          “Anlayış yücedir, nükte güzeldir. Cesaret  yüce ve

                                                           büyüktür, maharet küçük ama güzeldir.” 

                                                           Kant

Uyandığınızda bakan gözleriniz olsam, gördüklerinizle neler hissettiğinizi hissetsem. Dün, gün boyu, aramızda akıp giden sözcüklerinizin sanki başka bir gezegenden akıp indiğini, ve geceyle her birinin uçuşup başka diyarlara göçtüğünü düşünsem. Unutsam o “karanlık” zamanı. Kötücül gelen her şeyi. Yani güzelim, onlarla gelen ağırlığa bir daha dönmeden yalnızca bu sabah gözlerinizin sırrına ersem, o gamzeli gülüşlerinizi bıraksam gözlerimi. Ve o mahmurluğunuzu seyretsem bir süre. Nazlanışınıza öpüşler kondursam. Sonra kucaklayıp saçlarınızı okşayıp öpüp koklasam sizi. Kahvaltınızı hazırlasam…

Biliyorum böyle yazmalarımı sevmiyorsunuz. Ama yazdığınız o son cümleden cesaret alarak, sizi sevmeyi tanımlamak değil yaşamak gerektiğini düşündüğümü bırakın söyleyeyim o zaman.

Anladım ki ben hiç böyle bir deprem yaşamamışım… Yo yo hayır, şimdi şunu örterek geçersem, yalan söylemiş olurum, ki, yüzünüze bakamam o zaman. 1990’ların başıydı. Yaşananın adı “aşk”tı. Bir zaman sonra aldanışı yaşarken, aldatmayla yüzleşecektim. Bunu içime sindirememiştim. Nasıl olur, diye bunu sorgularken; insanın içindeki yıkıcılığın boyutlarını keşfetmiştim. Bunu dindirebilmek için küserek gitmeyi seçmiş, ama her sabah akşam adeta nefessiz kalarak koşuya çıkmıştım günlerce… Her şeyi unutmanın, arınmanın belki de, başka bir yoluydu sanki bu da. Şimdi, akşamüstü gidip yeni eşofman, yürüyüş ayakkabısı alırken o koşu zamanlarımı hatırladım. Evet, her sabah koşmaya karar vermiştim bir ânda. Sanki ruhumdaki virüsleri/sanrıları atmak gibi bir dürtü beni uyarıp duruyordu.

Oysa sizin sözcükleriniz içtenlikli bakışınız/duygularınız alıp götürüyordu her şeyi. Gene de, sanki, insan bedeninden çıkarıp bir şeyleri koparıp atarak, bir tür deri değiştirerek yeni bir nefes almak istiyordu. Ya da ben böyle biriydim. Böylesi durumlardan çabuk etkileniyor, karşımdakini de kendim gibi korumacı/sadakatli kılmak istiyordum. Oysa ne büyük yanılgı! İnsan capcanlı bir organizma. Peki, şu bizim kılcal damarlarımıza kadar işleyen nedir ki böyle heyheyleniyoruz birden… Gözün öteki gözlere dönmesi, gönlüm akması mı bizi densizleştiriyor böyle. Hani densizleştirme demesek de, çileden çıkarıyor…

İşte bunu anlamanın sırrına vererek kendimi ehlileştirmeye çalışıyorum. “Benim duygularım yok mu,” sözünüz kulağımda.

Galiba benim de ateşlerimi küllemeyi öğrenmem gerek. Güzelliğinize baktıkça seviniyorum, bir o kadar da içleniyor duygularım… Upuzak, yalnız, bir başına… Oysa günü ve zamanı bölüşerek yaşamayı ister, sözü ve sözcüğü, duyguyu ve düşünceyi… Getirip kendisini aramıza yerleştirdi, hadi gelin “biz” olalım dedi, ve de gitti! Ne iyi etti geldiğine. Gitti. Kaçınılmaz olarak sözcükleri aramızda yol bildik.

Evet, sizdeki büyü neydi; bunu anlamaya çalışıyordum. İnanın benim tek başıma yarattığım bir şey değildi. Öyle bir auranız vardı ki, duruyor varlığınıza dokunmak için yalnızca sözcüklere sığınabiliyordum. Yazdıklarınızı didikleyerek okuyor, sonra her gün sözcüklerle size kavuşmak istiyordum. Gene biliyordum ki bu tek sesi, bir zaman sonra çoğul ses olarak aramıza taşıyacaktım. Ama bunlarda gene sizin olabilecek sözlerdi. Edebiyat yapma/kurma kaygısı olmadan yalnızca size/sizin için yazmak, size varmak amacı olan sözler. Kimseyi şaşırtmak, veya bakın öyle değil demek için yazmıyordum. Yazıyla yazıda kavuşabilmek diyordum çaresiz. Şunca mesafedeyken her sabah akşam karşınıza çıkarak, bakın geldim demek… Evet birlikte orada söze durmak. Bazen o anlaşılmazlıklardan söz etmek, bazen ulaşılmazlıkları dillendirmek, bazen de yaşamdan yansımaları taşıyarak  ortak zamanımızı kurmak…

“Bitmeyecek öykü,” gibi bitmeyecek yolculuk ve yol arkadaşlığı… Bu duygudaşlıkla gelen yakınlığı aslında daha yaşayamadık bile. Belki de sesinizin bu kadar dokunaklı, etkili, duygulu gelmesi de bundan. Müzik dinler gibi ara ara dinliyorum. Duyguda, düşüncede, sözde size yetebilmek nasıl bir şey bunu keşfetmeye çalışıyorum. Biliyorum ki kalemimim ucu size getirip tam orta yerine yerleştireceğim metinlere gidiyor. Bu da, ta ötelerdeki dostunuzun düşüncelerini yanıltan bir yazma isteği. Yani başkaları için değil, salt Işıl için, onun okuması için, varlığını orada görmesi için yazılabilen.

Beni kesin değiştirdiniz. Ama bu nasıl bir değişim inanın bilemiyorum. Ne tarifi var, ne de anlatılabilecek bir eylemlilik hali. En başa dönersek, adım adım belki bunu siz görüp anlayabilirsiniz.

Ve biliyor musunuz sizinle yaşamda yan yana yürümeyi düşündükçe nefesim kesiliyor. Bugün Kyoto’nun çarşılarından söz edince, bir ân Kadıköy çarşısını birlikte adımladığımızı düşündüm. Sonra Moda burnuna değin yürüyerek çay bahçesinde nefeslenip çayımızı simitlerle yudumladığımızın silueti geçti gözlerimin önünden.

Oysa olamayacak bir şey değildi bu.

Artık “şark görevi”ni tamamlayıp köklerine dönmeli. İnanın Burada yaşayarak daha iyi yazacaksınız. Çünkü siz artık dünyalı olmak gibi bir kavramı da aşarak yaşıyor, düşünüyorsunuz.

Merak ediyorum şimdilerde neler yazıp, tez için nelerle/nasıl yol alacaksınız. Artık ertelemek yok güzelim, başladığınız şeyi nihayete erdireceksiniz eninde sonunda.

Özlemle kucaklayıp öpüyorum canın canını.

edebiyathaber.net (24 Haziran 2025)

Yorum yapın