
Özgün noktalar
Yazarın sözcük seçimleri, seslerle yarattığı dil doyumu çok çekicidir bana göre. Bu özgün noktalar metnin içinde olabildiğince açılmamı, zevk almamı sağlar. Füruzan metinleri duygu tarafında yer alışı temsil eder. Belki o yüzden özgün noktalar listesi uzun olacak. Ve eminim siz başka güzellikler keşfedeceksiniz.
S.102 “Annesinin döneceğini kestirdiği bir saatte…” Bu cümle çocuğun ne denli küçük ama o oranda da duyarlı olduğunun göstergesidir. Şöyle sürer “…Bir ampulün küllü aydınlığında en az yalnız kalabileceği zamanı artık giderek daha iyi kestirebiliyordu…”
S.103 “Karası kırçıllanmış ağır paltosunun altında fokurtular çıkarıyordu.” Yazarın okurunu çocuğun tam gözlerinin arkasına oturttuğu, beyninin içine soktuğu noktadır bu. Algımız çocuğun algısıyla aynı doğrultudadır. Görür ve duyarız.
S.104 “Derinin kabarık yumuşaklığında ağır ağır gömülüyordu.” Dokunma duyusu iki işlev yürütür burada hem kızın hacmine ilişkin bilgi verir, hem “kabarık yumuşaklık” ona güven ve haz vermektedir ama beri yandan yazar “gömülme” fiilini kullanmıştır. Gömülmenin yan anlamı yok olmadır burada, gözden yitme…
S.105 “Sesi bir yanlara çarpıp çıkıyormuş gibi kertikliydi.” Yine kızın kulak algısı devrededir. Yankılanmanın, kadının kişiliği araya girdiği için, biraz itirazcı, biraz tedirgin ama belli ki şirret “kertik” sıfatıyla güçlendirilmesi söz konusudur.
S.105 “Bitmiş gülüşünün ağzında süren iziyle bakıyordu küçük kıza.” Fotoğrafik bir algı var burada. Donup kalmış bir gülüş…
S.107 “Sönmeye yüz tutan diretişiyle…” Çaresizliğin, umut edişin tırmanışı bitmiş, geriye doğru kayan duyguların dile getirilişi.
S.108 “Oturduğu yerde etleri gittikçe genişliyor, yayılıyordu kadının.” İlk bakışta hacimle ilgili bir tanım gibi görünmesine karşın gerçekte bir egemenlik kurma girişimi, bir üstten bakış, kendini büyümsemeyi işaret eden cümleyle kadının portresinin belirginleştirilmesi söz konusudur.
S.118 “Yazın kentin sanki tozlu uğultulu bir salgısı vardı.” Eş zamanlı algıyla anlatım, görme, koklama, kulak… Ama yalnızca bu mu? Kentin kişileştirilmesi söz konusu. Canlı bir organizma olarak imgelenmiş olan kentin “salgısı”ndan söz edilir. Salgı, içeriden dışarı doğru olandır. Atık çağrışımlıdır.
S.119 “(…) yabancılara yönlenmemesine özen gösterdiği bakışlarını üstünde rahatlıkla tutabileceği birisi olsun diye de olabilirdi.” Annenin, küçük kızla birlikte dışarı çıkmasına ilişkin yazarın bize fısıldadığıdır. Kadın başka yere bakmamak için kızı yanında taşımaktadır. İlk katman budur. Ama bu katmanın ardında küçük kızın kayda değer olmadığına ilişkin bir sezdiriş vardır. Göz teması kurmak istemediğimiz zamanlarda bakışlar bir nesneye odaklanır çoklukla. Bu bir çanta olur, binanın sütunu olur, tavanın köşesi olur… Küçük kız bu işlevi görmektedir.
S.121 Saat tamircisi havaların yumuşamaya başladığından sözü açıp anneyle kızın sobalarının külünü temizlemeyi öneriyor. Bu hem bir yardım önerisi hem yakınlaşma istemidir. Biz olsaydık böyle der miydik? Sanırım derdik. İşte özdeşleşme noktası. İşte o noktada “Küçük kız genç kadına baktı. Yüzünü küllü bir aklık almıştı kadının, ” cümlesiyle durumu bize aktarıyor yazar. Sobadan söz ederken şık bir sıfata geçiş yapılıyor ve ilginç bir renk buluyoruz burada “küllü aklık,” öfke, sıkıntı, ne diyeceğini bilememe hali bu renkte dile getiriliyor.
S.123 “… kızıl tablalarda tazelikten birbirinin üstünden kayan balıklar…” Yine Füruzan’ın özgün bir tanımını ele geçirmiş bulunuyoruz. Aynı anda hem görsel algı ve renkler (kırmızı balıkçı tablaları, gümüş balıklar, balıkların solungaçları) hem dokunma algısı (balıkların tazeliği, onlara dokunan balıkçının devinimleri, belki bir müşterinin solungaçları yine de yoklaması) hem kokuya ilişkin anıştırmalar (balık varsa kokusu da vardır). Ama elbette asıl “tazelikten birbirinin üstünden kayma” durumu çok çekicidir burada. Bunu seçmemin nedeni devinimi dosdoğru imgelememizi sağlayan bir tanım olması. Yetmez, imgenin içine girmemizi sağlaması.
S.124’de çok ilginç iki duygu tanımı buluyoruz. “Gözlük camlarını parlatan genç kız, yüzüne vuran çalkantılı anlama karşıt bir sesle öne eğik durarak…” (Beden dili: Gözlük camlarını parlatma; sıkılganlık, ne diyeceğini bilemediğinden zaman kazanmayı isteme. Yüzdeki çalkantılı anlatım: kararsızlık. Öne eğilme; anlatılana ilgi gösteriyor olduğunun ifadesi.)
S.127’de çok özgün bir betimleme “Kız gözlerini kırptı. Pencereyi artık deniz gibi sıvayan koyuluğun içinden esen rüzgârı dinledi…” Çocuğun bildiği kavramlarla görkemli bir atmosfer yaratma gerçekleşmektedir. “Deniz gibi sıvayan” karanlık değil “koyuluk” hala biraz ışık geçirgenliği var belli ki… İşte onun içinden bir rüzgâr esmekte… Küçük kız bunu algılıyor…
S.128’Öyle bir tablo çizeceksiniz ki, hem saniyelik bir görme/ algılama zamanını kapsayacak (bunu verebilmek için de çok kısa tutmalısınız söyleyeceklerinizi, gerçeklik duygusunu yaratmayı istiyorsanız, görme zamanına eş kısalıkta olmalı) hem de çerçevesi çok dar olacak. (Çok geniş bir görüş alanınız yok çünkü.) Beri yandan çok da güzel bir görüntü olması gerekiyor. Füruzan’ı dinliyorum; “Kapı açıldığında dışarı kaçan bakışlarına gelinciklerin kızılı benek benek düşüyor.” İtalik yazıyla metnin içinde ayrılan genç kadının geçmişine ilişkin bir andır bu. Aşık olduğu, sevgiyle anımsadığı, yaşam dolu olduğu zamanlardır. O yüzden gelincikler vardır. Gelincik, uysal aşkın simgesidir. Burada kırmızı renk, hem coşkulu hayatın, dinamik duyguların, canlılığın, erosun ve arzunun rengidir hem de feda edilmenin öfkenin rengidir. Kapı aralığından sızıp kadının belleğinde yer etmiş bu görüntü onun kısacık mutluluğuna da gönderme yapmaktadır.
Aynı mutlu, güzel zamanlara ilişkin başka bir anımsama da 129. sayfada çok hoş bir dile getirişle sunulur. “Genç erkek kadını yeniden abanarak sarıyor. Aralarında bir iki sözcük eziliyor.” Sevişmenin estetik, erotik aynı anda sevgiyi çağrıştıran, aydınlık bir gün ortasında ışıldadığını görüyoruz.
Yine çok özenli, patlamalar yaratan bir resim 133. sayfada karşımıza çıkar. “Bir kedi beliriyor eşikte. Günışığı tüylerini eleyerek geçiyor dikenleşmiş sırtından. Odayı kolluyor…” Burada kedinin ev ve aile ile ilgili koruyucu unsur simgesi olduğunu söylemek olası. Özgürlük, bağımsızlık, denge simgesi olarak bulunuyor. Çünkü kadının güzel anılarının içinde bulunuyor.
Betimleme Düzeyi
Ne yazık ki başka konulara geçebilmek, başka tatları paylaşabilmek için özgün anlatımları burada bitirmek zorundayım. Gecenin Öteki Yüzü hikayesinde betimleme düzeyi kadındır. Yan unsur olarak çocuğun gözü kullanılır. Yan unsur olmakla birlikte kadın ve çocuğun bakış açılarına sürekli gidip gelen bu anlatım tekniği hem okura geniş açı kazandırır hem kavrayışımızda estetik bir zenginlik yaratır. Okurla özdeşleşme kurduğu noktanın da insan ilişkileri olduğunu düşünüyorum. Yüzeysel hatta yok sayılacak düzeyde akrabalar arasında tepkisizlik üzerine kurulu, ölmüş kocayla derin bir aşk üzerine kurulu, komşu kardeşlerle derin ve içtenlik üzerine kurulu ilişkilerde özdeşleşme yaratılır. İkincil olarak da satıcılar, yolda rastlanılan türlü çeşit insanların hikâyede gezinmesi yine bir dizi ilişkiyi dile getirir ve diyebilirim ki bir ağ biçiminde yerleştirilmiş bu ayrıntılar sürekli okurla özdeşleşme kurar.
İlişkilerden sonra onların özneleri, seslerini duyduğumuz, düşüncelerine girdiğimiz, yaşamlarına tanıklık ettiğimiz karakterleri ve tipleri düşünüyorum.
Karakterler
Öncelikle belirtmeliyim ki yine ayrılmış öğelerin yansıttığı bütünlükten oluşan bir metinle karşı karşıyayız. Burada dört ana öge ve onlar dışında tiplerin oluşturduğu beşinci bir insan kümesinden söz etmek gerektiğini düşünüyorum.
1- Anne; kişiliği, geçmişi, şimdiki yaşamı ve hem kızı hem diğer insanlarla ilişkileriyle var olur hikayede.
2-Kız çocuk; anıları, gözlemleri, algıları, iletişim şekli, davranış biçimiyle çizilmiştir.
3-Komşu kardeşler; iletişim biçimleri, yaşam biçimleriyle şekillendirilirler.
4-Ölmüş baba/koca; anılarda, kafa tutuşu, direngenliği ve sevecenliği ile karakteri çizilir.
5-Bunlar dışında anne ve kızını kuşatan çevrede var olan, diğer insanların oluşturduğu küme bulunmaktadır ki bunların varlığının bir amacı ana karakterlerin çizimini güçlendirmektir.
Anne: İsimsizdir, “genç kadın” “anne” tanımlamalarıyla ağır yaşam koşullarına direnen, eski varsıl yaşamına sırt çevirmiş gururlu bir kadın portresidir. Tek başına var olmaya çalışır. Çocuğunun sorumluluğunu üstlenmiş bir annedir. Hikâyesinin ilk parçasını 100. sayfada okuruz. Geri sıçrama içinde ikili konuşma şeklinde 114. sayfada bir parçasını öğreniriz. Tarihçesiyle ilgili bu ipuçlarından sonra 128-136. sayfalar arasında küçük kızın bellek kayıtlarından anne-baba-kızlarının hikâyesi italik olarak verilir. 149-155. sayfalar arası yine geçmişindeki trajik olay ve yaşamlarının yönünün değişimine ilişkin anımsama yoluyla olaylar aktarılır. Koca/baba aniden ölmüştür. Annenin işine ilişkin sezdirişler 100. sayfada yer almıştır. “Annesi belli bir işte çalışmazdı ki, ona hep aynı saatte uyu diyordu. Evet, bir yerlere gider dönerdi. Adı konmamış gidiş gelişlerdi bunlar. Söz paranın yetmezliğinden açıldığı zaman bile, çözüm yolu olarak iş söz konusu edilmezdi,” cümleleriyle küçük kızın bakış açısından okura aktarılır. 193. sayfa da bir başka yanı verilir, genç kadının hikâyesinin. 205. sayfada geçmişinde olup bitenler saat tamircisiyle ikili konuşmayla verilir, tamamlanır.
Kız çocuk: Sayfa 101’ de ; “Fırın aynalarındaki adamların güçlü devinimlerinin duyulmayan sesleri bir içe çekiliş taşırdı ona…” cümlesiyle başlayan çocuğun yalnızlığına ilişkin betimlemeleri vardır. Kendi kendine uydurma bir dille konuşması, bu sırada gövdesinin salınımları, ağaçlara ilişkin düşündükleri, komodinin üzerindeki romanın kapak resmi, iç sızlatıcı bir yalnızlık duygusuna işaret eder.
Sayfa 111’ de kayıkhanede zaman geçirmeyi sevdiğini öğreniriz ama annesi “O kız çocuğuydu(…)” cümlesiyle hem kızın başka çocuklara göre farklı yanlarını dile getirir hem toplumsal cinsiyet ayrımı değerlerine gönderme yapar. Aynı zamanda kurulan cümle yapısı anne tembihlerinin güçlü sesi olarak yankılanır kulaklarda. Şimdi burada Füruzan’ın sesini duyuyorum. “… O kentte siz rahat gezemiyorsanız… Kentinize attığınız birinci adımda kendinizi eksik duyumsarsınız. Şudur o önemlik eksiklik: Ben kız çocuğuyum, şuraya gidemem. Ben kızım, şu saatte şunu yapamam, ben kadınım, yanımda bir nöbetçi erkek olmadan buraya gidemem. Bu bir ülkenin bireyinin özgürce yetişmesi sorununun başlangıcıdır. (…) Çünkü kadınlara uzun bir süredir cinsiyetçilik yaptırımları uygulanıyor. Cinsiyetçilik çok tehlikeli bir şeydir. Bu cinsiyet ayrımının odaklaştırıldığı çizgide ben erkeklerin de insan olarak çok eksildiklerini düşünüyorum.” [1] Gecenin Öteki Yüzü’ndeki küçük kız Füruzan’ın cinsiyetçilik konusunda düşüncelerinin bir tür dile getirişi biçimde tek başına kayıkhaneye geziler düzenler. Bir baş kaldırı noktası daha…
Baba: Geçmişte kalmış bir figürdür. Onu yaşama olan güçlü bağı, yılmaz ve atak tutumlarıyla tanımlar genç kadın, anılarında. Ölü evliliğin ölü eril öznesini özlemle anmaktadır. Alışkanlıklarının tümüyle dışında ama mutlu bir yaşam sürecini paylaşmış ve büyük olasılıkla bu sevgiliden yaşamın fırtınalarına direnme gücünü öğrenmiştir. Derin bir aşkın ışıkları bu koca/baba betisinin çevresini sarmaktadır.
Zengin akraba yaşlı kadın: Bellek kayıtları kanalıyla hakkında bilgi sahibi olduğumuz biridir (sayfa 100-114-115). Genç kadının evlenmeden önceki yaşamına ilişkin belirlemelerimizi pekiştiren sahnelerdir bunlar. Zengin akraba da varlığıyla bir seçenek olarak durur hikâyede. Genç kadının gururu bir yana bırakıp bazı konulara evet demesiyle yaşamının tümüyle değişeceğine ilişkin bir seçenektir.
Komşu- kız kardeş: 101. sayfada “ İçlerinden bildiği iki kişi vardı yalnız, bir erkek ve bir kız. Görmüştü onları. Bunu anımsayınca, odanın boşluğuna gülümserdi.” Küçük kızın bu iki kişiyi sevdiği, yakınlık hissettiğini anlarız. Sonra onlar hakkında düşünmesini sürdürür. “Erkek kardeş saat onarıyordu. Camlarının ardında şurup renklerinin süzülüp durduğu ünlü şekercinin (çocuğun belleğindeki işaretlemeye dikkatinizi çekiyorum, renk ve tanımlara…) karşısındaki, vitrini kadife kaplı Rum saatçiye çalışıyordu. Annesi öyle demişti. (Nefis bir hamleyle çocuğun algısının yetmediği yerde anne algısını devreye sokar yazar ve başka bir tanımlama açısı verir okuruna.) Devam ediyorum; S.120 “miyop gözleri kamaşan genç kız boşluğa yürüyormuş gibi adımlar atıyordu.” “Genç kız elinde olmayan bir yanlışlığa neden olmuşluğun ezikliğini taşıyan sesiyle.” Buradan çıkarsamamız onun biraz içine kapanık, biraz çekingen, hatta belki alçak sesle konuşan, zayıf, narin hareketleri olan bir genç kız olduğudur.
Komşu saat tamircisi: 101. sayfada küçük kızın izlenimleriyle tanırız onları. 120. sayfada anne kızı yılbaşı yemeğine davet etmek üzere geldiğinde tanımlanır.
207. sayfada genç kadınla ikili konuşmalarıyla daha belirginleşir. Sayfa 208’ de ise karakter kendi ağzından geçmişini ve kimliğini tanımlar. Duyarlı şefkatli bir genç adamdır: “ Annem elindeki onardığı işini öylece sedire bırakmış, sanki bir yerlerde derin bir yorgunluk uykusuna yatmıştı,” diye tanımlar annesinin ölümünü. Duyarlılığının derin duygusallığının yanı sıra yaşam görüşünü de sessizce bize fısıldar “Her türlü güçlüğü yenmek için yaşamanın nerelerden geçtiğini bilmek yetiyor, insanların neyle, hangi korkularla uslandırıldığını da…”
Emanetçideki yaşlı adam; S.103’ de genç kadının koluna çarpan birkaç dakikalığına hikayeye girip çıkan ve annenin kişilik ipuçları için yansıtma unsuru olarak kullanılan bir tiptir. “Annesi hırçın yaralayıcı bakışıyla adamı süzdü.” Küçük kızın kişiliğine ilişkin yansıtmayı ise “Küçük kız adamın acı çektiğini duyumsadı,” cümlesiyle yapar. Ama asıl şu cümle; (bu alıntıyı bir tür kahve ikramı gibi veriyorum size) “ Annesi adamın sözünü bitirmesini beklemeden küçük kızı elinden kavrayarak hızla sürükleyip yürüdü. Kız arkasına baktı.” İkinci cümle tek başına paragraftır. Çünkü o cümlede durur bu üç insanla ilgili yayılan imge dalgalarını beynimize almaya çalışırız. Bu kızın arkasına bakması konusuna tekrar değineceğim, birazdan.
Emanetçiye papağanı getiren adam; Sayfa 104. Kibar ve özenli biri. Küçük kızı sakınmaya çalışır. “Hanımefendi, demişti, küçük bir bayan var orada. Dikkat ediniz!” Gülümsemeyle küçük kızla aralarında hemen sıcak bir iletişim kurulur. Çocuğun gülümsemesi bu yabancının kendisine gösterdiği (hep eksikliğini duyduğu) yakınlığa bir teşekkürdür. Hatta biraz daha ileri gidip, kızın sevgi açlığının gösterilmesi için var edilmiş olduğunu bile söyleyeceğim.
Emanetçiye hamam takımı getiren yaşlı kadın; İstanbullu, geçmiş zamanlardan kalmış, yaşam biçimi elindeki hamam takımından ve konuşmasındaki kibarlıktan belli bir yaşlı kadın. Hem şimdiki zamanın toplumsal yapısını özetler hem geçmişe ilişkin ipuçları verir.
Ayrıca yaşlılıkla birlikte yalnızlığın bir portresidir o. (S.107) Rehincideki görevlinin tutumu aracılığıyla günlük yaşamdan elini eteğini çekmiş insanların katlanmak zorunda oldukları durumları işaret eder okura.
Emanetçideki köpekli şişman kadın: S.108 Oradakilerden farklı olduğunu, rehine bir şey vermeye gelmediğini küçük kıza söyleyerek herkese duyurmaya çalışır.
Gazete satıcısı: Sakat ve yaşlıdır. Küçük kızın algıları ve duygularından okura ulaşır. Yoksul ve ağır yaşam koşullarına ilişkin bir belirteçtir. Direnç unsurlarından biridir. (S. 111) Onu başka açılardan da incelememiz gerekiyor. Bunu daha sonraya bırakıyorum.
Akraba kadın: Anılar kanalıyla ara ara metnin içinde rastladığımız, annenin geçmişine ilişkin bilgi vermek amacıyla hikayede yer alır. S. 115
Piyango Bileti Satıcısı : (S.116) Annenin erkek gözüyle tanımlanması için var edilmiştir. Onunla yapılan konuşma annenin parasızlığı, piyango bileti almayla bizi hayallerine götürür. Birazdan bu konuya tekrar değinmek istiyorum.
Satıcılar/Yahudi makaracı: (S.122) Küçük kız ve annesiyle iletişimleri kanalıyla onların portre çizimlerinde kullanılan farklı yönler kazandıran tipler. Çiçekçiler, sebze meyve satıcıları, kırılacak eşya satıcıları, balıkçılar, türlü gıda satan dükkânlar…
Çiçekçi: (S.123) Annenin güzelliği ve çekiciliğine vurgu yapmak üzere var edilmiştir.
Gülsefa: 143. sayfada karşımıza çıkar. Küçük kızın tek başına kayıkhaneye gidişlerinde oradadır. Yoksul ve deli kadın. Yine şimdi ve geçmiş karşılaştırmasını bu tipleme üzerinden yaparız.
Teşhirci adam: 144. sayfada Gülsefa ile kurduğu bir tür iletişimle sokak insanlarının portrelerinden bir seçmedir.
Yaşlı sapığı kovalayan çocuklar: S.145’te bu sahne aracılığıyla toplumsal değer yargılarının çocuklara geçmiş yanıyla karşılaşırız.
Karakter ve tiplemelere ilişkin bulgularımızdan sonra metnin içinde yola koyulmamız gerekiyor. Yönüme karar vermeden önce içimdeki “peki ya bunlar ne olacak?” duygusu var ama şimdi simgesel nesneler var elimde, onlara bakmak istiyorum. Çok hoş ayrıntılar bizi bekliyor.
(Sürecek)
[1] Füruzan Diye Bir Öykü Sf. 136-137
edebiyathaber.net (3 Şubat 2025)