“Gönül” bu… | Burak Soyer

Aralık 9, 2022

“Gönül” bu… | Burak Soyer

Çağdaş Japon edebiyatının en önemli ismi Natsume Soseki’nin, Japonya’da en çok okunan iki romandan biri olan son kitabı “Gönül”, hayattan, çevreden, toplumdan ve değerlerden kopuk yaşamaya kendi “gönlünce” mecbur kalmış bir adamla, genç bir öğrencinin dostluk hikâyesi üzerinden emekleme dönemindeki bir toplumun panoramasını ortaya döküyor. 

1904-1905 yılları arasında yaşanan Japonya- Rus Savaşı’nın tarihteki en önemli rolü kuşkusuz ki modern çağda bir Asya devletinin ilk kez bir Avrupa devletini yenilgiye uğratmasıydı. Savaş sonrasında Amerika’nın duruma müdahil oldu, antlaşmalar imzalandı, Rusya’da Çarlık İmparatorluğu’na karşı yeni yeni filizlenen devrimci hareket, Çar üzerinde baskı kurdu vs… Bunlar es geçilecek konular değil elbette ama Japonya-Rus Savaşı’nın bizi asıl ilgilendiren sonucu,  Asya’nın bu savaştan galip çıkmasıyla yüzünü hafif hafif batıya döndürmeye başlamış olması. Bu rota değişiminin Japon toplumunda ve kültüründeki en önemli etkilerinden biri kim diye sorulsa, yüksek ihtimalle Natsume Soseki akla gelen ilk isim olur. Zira 1867 yılında doğan Soseki, çağdaş Japon edebiyatının kilometre taşı olarak nam salmış bir isim. Yazın hayatına her ne kadar haikularla başlamış olsa da asıl çıkışını “Botchan” (Küçükbey) romanıyla yapsa da, aşağıda değineceğimiz, Zeynep Ebru Okyar çevirisiyle, İthaki Yayınları’ndan yayınlanan “Gönül” kitabı, Soseki’nin başyapıtı olarak görülüyor. Ve hatta Japonya’da, Osamu Dazai’nin “İnsanlığımı Yitirirken” kitabıyla birlikte en çok okunan iki eserden biri olarak da Japon toplumunda el üstünde tutulmaya devam ediyor. Natsume Soseki, “Gönül”de genç, henüz yeni yeni “yaşamaya” başlamış genç bir üniversite öğrencisinin tatilde tanıştığı, dönemin mevcut ortamıyla uzaktan yakından alakası olmayan bir adamla zaman içinde gelişen dostluğu üzerinden değişen insani ve toplumsal değerleri, kadın-erkek ilişkilerini, en önemlisi de insanın kör noktalarının gün ışığına çıkmasıyla nasıl yan çizmeye başladığını ele alıyor. 

Kitabın ilk bölümünde anlatıcı olarak karşımıza çıkan isimsiz genç öğrenci, bir arkadaşının davetiyle Kamakura’ya tatile gider. Burada günlerini pek de anlamı olmayan şekilde geçiren kahramanımızın arkadaşı yazlıktan ayrılınca genç arkadaş tatiline yalnız devam eder ve kumsala her gittiğinde “çılgın kalabalıktan uzakta” denizde takılan bir adam dikkatini çeker. Bir şekilde ona yanaşır ve aralarında muhabbet başlar. Karısından başka bir “canlıyla” hiçbir ilişkisi olmayan bu adam, münzeviliğin kitabını yazmış, tabiri caizse mezara gireceği günü beklemekten başka hiçbir iş yapmayan biridir. Kahramanımız onun bu yaşam formundan çok etkilenir ve ona “Hocam” demeye başlar. Artık Hoca’nın ve karısının evine gelip giden bir aile dostu olur. Ancak bu üçlü arasında dönen muhabbet, doğuya özgü “bilgece” konuların aksine gündelik şeyler üzerine döner. Hoca’yla öğrenci bol bol yürüyüş yaparlar. Hoca sık sık birisinin mezarını ziyarete gider.  Genç adam elbette bunu da merak eder ve Hoca’nın neden böyle yaşadığını merak edip onu sıkboğaz eden sorulara maruz bırakır ve nihayetinde Hoca, hayat hikâyesini ona anlatacağına dair söz verir.

Okuldan mezuniyet diplomasını alan genç, bu ortamda takılmaya devam etmeyi düşünürken babasının hastalığı nüksedince memleketine dönmek zorunda kalır. Burada geçirdiği vakit süresince babanın hastalığından ziyade konu üniversite mezunu birinin artık kendi ayaklarının üzerinde durması gerektiği etrafında döner durur. Genç adam annesine Hoca’dan bahsedince, annesi de ona iş bulması için Hoca’ya mektup yazmasını ister. Genç adam uyduruk bir mektup yazar ve cevabını beklemeye başlar. Uzun bir aradan sonra gelen cevap mektubu ise genç adamın asıl beklediği şeydir: Hoca, sayfalar boyunca hikâyesini satırlara dökmüştür. 

Natsume Soseki, tüm eserlerinde kullandığı anlatım tekniğini “Gönül”de en yükseğe çıkararak insanı bunaltan bir ağırlıkla gıdım gıdım anlatıyor hikâyesini. Konuyu açığa kavuşturmama adına burada kullanmadığım, Hoca’nın hayattan el ayak çekmesine neden olan olayları toplumun tamamında geçerli olabilecek şekilde yansıtması da kitabın asıl meramını anlamamızı sağlıyor. “Gönül”, gönlünün sesiyle yaşayan bir adamın, gönlüne sığmayacak şeylere katlanamayıp onun sesini susturma sürecini sayfalara döken bir roman.  

edebiyathaber.net (9 Aralık 2022)

Yorum yapın