Ferhat Uludere: “Sanatı her zaman gerçeğin yeniden inşası olarak düşünüyorum.”

Kasım 6, 2020

Ferhat Uludere: “Sanatı her zaman gerçeğin yeniden inşası olarak düşünüyorum.”

Söyleşi: Didem Görkay

Ferhat Uludere’yle yeni baskısı Yitik Ülke Yayınları’ndan Nisan 2020’de yapılan Sonbaharda Sarhoş  Bir Kasaba romanı hakkında görüştük.

Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’da deniz kültürü hakkında gözlemlerinize  dayanan betimlemelerin hâkim olduğunu görüyoruz. Romanın betimsel arka planını nasıl oluşturdunuz?

Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba denizi anlatsa da aslında bir kıyı kitabı. Bana biraz öyle geliyor. Denizinin içine girmektense kıyıda kalmayı ve denizin kıyıya olan etkilerinin üzerinde durmaya özen gösterdim. Bu yüzden de kıyıdan denize doğru bir bakış hâkim dilde. Deniz insanları yerine denizden korkan insanların romanı olarak da okunabilir. Çünkü herkesin denizle ilişkisi biraz problemli. Bu yüzden sizin de belirttiğiniz gibi deniz gözlemler üzerinden yazılıyor kitapta. Çünkü denizin içine girip oradan anlatmak yerine, ki bunu yapan çok başarılı isimler var, ben kıyıdan bakıyorum. Denizin kıyı insanlarına yaptığı fenalıklar göze çarpıyor kitabın genelinde.

Romanınız masal ve efsane türüne yakın bir yapıya sahip, metninizi neden bu şekilde kurguladınız?

Okumayı en çok sevdiğim türlerden biri Büyülü Gerçekçilik…  Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba yapısı ve konusu gereği bu akıma çok uygundu. Bu roman başka bir türde yazılamazdı. Çünkü çocukken dinlediğim hikâyelerin atmosferini romana yansıtmak istiyordum. Sarhoşluk da o atmosfer için biçilmiş kaftandı. Hem sarhoş bir kasaba yaratıyordum ve romanı bir sarhoşun sanrısı gibi kurma derdim vardı. O yüzden de hayaller ve gerçekler birbirine geçiyor. Tıpkı bir sarhoşun sabah uyandığında yaşadığı depresyon gibi.

Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’nın ana mekânı olan kasaba meyhanesini tasarlarken gerçek bir mekândan mı esinlendiniz yoksa tamamıyla kurgusal bir edim sonucunda mı ortaya çıktı?

Babam aşçı, hatta soğuk meze ustasıydı. Yıllarca meyhane ve birahane işletti. Haliyle benim de çocukluğum genelde oralarda geçiyordu. Meyhane benim için bir oyun yeri olmuştu. Yazdığım bütün kitaplarda bir meyhanenin olması bunun yansıması olabilir. Kitaptaki Kel Tayfun’un meyhanesinin mekânsal karşılığı yok, ama o tip meyhaneleri, oranın insanlarını çok iyi bildiğimi söyleyebilirim. Hatta kitabı yazarken o meyhanede Tayfun’la birlikte içtiğimi bile hayal etmiştim. Kitap boyunca okur karşısına çıkan mekânların ve karakterlerin hiçbirinin yaşamda somut bir karşılığı olmasa da hepsi bir anı, bir hikâye, bir çağrışımla çocukluğuma bağlanıyor.  

Karakterlerinizin birbiriyle olan ilişkileri düz bir çizgide değil de geri dönüşlerle  ilerliyor. Bu anlamda kullandığınız teknik hakkında neler söylersiniz?

Düz bir zaman çizgisinde ilerleyen hikâyelerdense farklı zamanları ve farklı hikâyeleri bir puzzle gibi metnin içine işleyerek kurgulamayı daha çok seviyorum. Sizin de dediğiniz gibi tek bir karakterin ve tek bir olayın etrafından geçen bir hikâyesi yok Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’nın; birçok hikâye bir araya geliyor ve bir kasabanın içinde yaşananları anlatıyor. Bu anlamda kurguyu böyle yapmanın anlatım açısından çok faydasını gördüm. Anlatımı renklendirdiğini de düşünüyorum.

Romanda karamsarlık duygusu belirgin, bu durumun nedeni insanlığın günümüzde geldiği duygusal çıkmazlar mı yoksa bireysel tercihiniz mi?

Kıyı kasabalarının hep neşeli yerler olduğunu düşünürüz. Çünkü hep neşeli zamanlarında orada oluruz. Ne zaman bir kıyı kasabasına gitsem aynı şeyi düşünürüm. Biz gidince buradaki insanlar neler yaşıyor çünkü bir eve misafir gitmek gibidir tatil yapmak. Herkes seni memnun etmek için varını yoğunu ortaya koyar, ama kendini, kendi yaşadıklarını gizler. Onları bilemeyiz. Bu yüzden kıyı kasabaları bana hep birçok sırrı içinde barındıran mekânlarmış gibi gelir. Ve zaten kalabalık dağıldığında yalnız kalanlar için başlamaz mı hüzün…

Karakter oluşturmada nasıl bir yaklaşımınız var? Zira birbirinden kopamayan ama aynı zamanda birbirinden nefret eden kişilikler var, çatışmalar Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’yı canlı kılıyor.

Benim kurduğum gibi küçük bir kasabada yaşıyorsanız birbirinizden nefret etseniz de aynı meyhaneyi aynı kahvehaneyi paylaşmak zorunda kalırsınız. Çünkü kaçacak, kaybolacak bir alanınız yoktur. Sizin sevmediğinizi en yakın arkadaşınız sever. Kasaba böyle bir yerdir, insan ilişkileri ne sevgi ne de nefret üzerine kurulur; tek gerçek mecburiyettir. Bir arada yaşamanın mecburiyeti, o yüzden de Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba bu mecburen bir arada olan insanların bunu görmezden gelmeye çalışarak yaşaması üzerine kurulu. Karakterleri, bildiğim insanların arazlarını, özlemlerin ve arzularını izleyerek yarattım. Her karakterin yaşaması için böyle yapmam gerektiğini düşünüyordum.

Bir yazar olarak herhangi bir romanın çıkış noktası sizce nedir? Gerçeklik mi, kurgu mu yoksa gerçeğin bazı belirtilere bağlı kalarak yeniden dönüştürülmesi mi?

Sanatı her zaman gerçeğin yeniden inşası olarak düşünüyorum. Gerçekliğin yeniden kurgulandığı bir alan, kökleri gerçekte ama gerçek olmayan bir süreç. O yüzden de Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’da gerçeği süsleyerek anlatmak istedim aklımdaki hikâyeleri özellikle. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’ya başlamadan önce ya da başka bir roman yazmaya oturmadan önce biriktirdiğim hikâyeleri masaya yatırıyorum, o hikâyeleri anlatmak için yola çıkıyorum. Hikâyelerimi bir araya getirecek çatıyı bulduktan sonra yazmanın vakti gelmiş oluyor.

edebiyathaber.net (6 Kasım 2020)

Yorum yapın