Lanetli kurgunun hası: Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba | Didem Görkay

Eylül 14, 2020

Lanetli kurgunun hası: Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba | Didem Görkay

Kasabadaki metruk ev, bir romanın tamamına etki edecek kadar kötücüllük barındırıyorsa o romanın kasvetten uzak olması beklenemez. Karakterlerin yaşadığı derin karanlıklar, bir ruhtan öbürüne aktarılan ölümcül duyguların sonunda gerçekleşen korkunç cinayetler… Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba’nın roman tekniğiyle bütünleşen masal/efsane dili, karakterlerin zihinsel sanrılarıyla iç içe geçen olağanüstü özellikleriyle bütünleşiyor ve okura farklı bir okuma deneyimi sunuyor. Her karakterin kendinden önceki karakteri hikâyesinin içine alıp olay akışı içinde kurguya katması, romana birbiriyle ilişkili ama her biri kendi içinde bir örgüsü olan öyküler bütünlüğü oluşturmasını sağlıyor. Bu bütünlük, uç uca eklenmiş bir çizgisellik değil, olayların kesişmesi ve iç içe geçmesi şeklinde oluşuyor.

Ana mekânın kasaba olduğu romanda olayların öncül ve ardıllığı kimi bölümlerde yardımcı mekânların yaratılmasını sağlıyor. Farklı kültürlerden gelen insanların oluşturduğu ana mekân olan kasabada olup bitenler her ne kadar çekirdek karakterlerin etrafında dönse de arka planda kasabanın kültürel dokusunu oluşturan örtük bir kitle de var. Uludere’nin kasabasında deniz karamsar bir düzlemde işleniyor: dalgalı, öldüren, sırlı… Denizin sırlarını daha da belirsizleştiren denizkızı güzellikten öte bir katil ve onun var olduğunu düşünen balıkçıları öldürüyor.

Dingin gözlemlerin getirdiği betimlemelerle açılan roman ilerledikçe merak öğesi belirmeye başlıyor. Başat karakterlerin tanıtıldığı bölümlerden sonra bu karakterlerin merkezde yer aldığı olay örgüleri de kurguya dâhil edilmeye başlanıyor. Kıyı kasabasının yalnızlığı bireylere yansıyor, mekânların tenhalığı orayı paylaşanlara geçiyor. Bu mekân-karakter etkileşimi, romanın omurgasını güçlendiriyor. Romanın tamamında varlığını sürdüren Tayfun’un zihin yapısını yansıtan sözcükler,  onun bitmek bilmeyen eylemsizlik  hallerinden kaynaklanan zihinsel erozyona işaret ediyor. Ağızlardan çıkmayan kelimelerin boşluğunu art arda boşalan rakı kadehleri dolduruyor ve karakterler için sarhoş kalmak, ayıklığın işkencesinden kurtulmaya karşılık geliyor.

Dikkatli okur, balıkçıların denizde ölmesini sınır bölgelerinde yaşayan insanların mayınlı bölgelerde ölmesine benzetebilir zira ne sınırsız ne de denizsiz yaşanabilir. Romandaki cinlerin varlığı da insana dairdir ve insanın olduğu her yerde efsun kendine gerçeklerin arasından yer edinir. Bazılarına görünen ve ölmelerine neden olan denizkızlarının balıkçıların uzun deniz yolculuklarında gördükleri sanrılara karşılık geldiği bilinen bir gerçektir.

Romanın dikkat çekici karakterlerinden biri olan Recep’in gerçeküstücülüğe kayan ve farklı yaşamsal bir boyuta geçen eylem ve hikâyeleri romanı hem dilsel hem de içeriksel olarak efsane türüne yaklaştırıyor. Balıkçı Süleyman üzerinden anlatılan evliliğe bakış ve Süleyman’ın –Balıkçı Sülo- ölüm şekli kendine ait bir anlatımın olmasına ek olarak romanın sonraki bölümlerine yön veren önemli bir ayrıntı. Bu ayrıntı, okuru resmin bütününe götürecek bir köprü deyim yerindeyse.

Gerçek ve olağanüstünün iç içe geçmesi romanın ana rengini oluşturuyor. Kurguya eklenen ve çıkan olaylar ve karakterler bu rengi daha canlı kılıyor. Denizin hayal kurdurtup can alması temel motiflerden öbürü. Ve deniz durdukça meyhanede bir araya gelenler azalıyor ve meyhane sonbaharına doğru evriliyor. Bunlar olurken küçük yerleşimlere özgü lakap takmalar bu sahil kasabasında da varlığını gösteriyor ve lakaplar bireylerin geçmişine dair bir tarihleme görevi görüyor.

Balıkçı Sülo’nun ölümüyle geçmişe dair bazı sırlar ortaya çıkar. Cin lambadan çıkıp romanın nirengi durumlarının açığa çıkmasına neden olur: Feymece’nin hikâyesi, Zeki, Zeki’nin eşi ve Hazan’la Feryat’ın geçmişlerine dair sırlar açığa çıkar. Kasabanın önce umut edilen şeyler için terk edilip sonra yıkık bir biçimde dönülen yer olması, Hazan ve Feryat için de değişmez bir gerçektir. Bütün bunlar olurken hayaleti kasabanın üstünde dönüp olan İdris’in efsanevi hikâyesi sahildeki metruk evle birleşir. Oradan kalan hikâye Feryat ve Hazan ile sürer ama sonuç değişmez. Ölümler devam eder.

Geçmişin hikâyeleri, anda yaşananlar ve geleceğe dair planların yapıldığı kasabanın tek meyhanesiyle bütünleşen Tayfun’un kesintisiz hikâyesi, romanın kimi kilitlerinin kapanmasına neden olurken kimilerini de açmakta ancak bu arada yaşananlar daha da koyulaşmakta. Roman ilerledikçe kurguya sonradan dâhil olan Feymece’nin aslında geçmişte de olaylar silsilesinin içinde olduğu ve çoğunu etkilediği anlaşılıyor. Nitekim romanın sonlarında şiddetin dozu daha da artıyor ve romanın efsanevi yönü doruğa ulaşıyor. Sevginin yitimiyle başlayan fiziksel yalnızlık ve kırılmalar roman boyunca sürerken misafir olunan aile evleri de derin bir karanlık yaşıyor.

Feryat ve Hazan arasındaki ilişki, cehennem ve vaha sınırları arasında gidip geliyor,  şaşırtıcı bir şekilde sonlanıyor. İdris ve Eleni’nin hikâyesi ise karanlıklar, düşler, hayaletler ve köpekler eşliğinde okurun zihninde sürüyor.

Kaynak: Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba, Ferhat Uludere,  Yitik Ülke Yayınları, 2020, 1.Basım, 176 s.

Didem Görkay – edebiyathaber.net (14 Eylül 2020)

Yorum yapın