Felski Eşliğinde Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı’nı Okumak | Baran Barış

Eylül 20, 2018

Felski Eşliğinde Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı’nı Okumak | Baran Barış

Polisiye metinlerle ilgili tartışmalarda bu metinlerin yazınsal değerlerinin olmadığına yönelik savlar sıklıkla dile getirilmiştir; ancak polisiye edebiyat üzerine yapılan akademik çalışmaların gerek niteliğine gerek niceliğine baktığımızda önceki savların yavaş yavaş çürütülmeye başladığı görülmektedir. Örneğin Seval Şahin ve Erol Üyepazarcı gibi araştırmacıların çalışmaları alanyazına katkı sunmuş ve polisiye metinlerin incelenmesine ilişkin epey yol alındığını da ortaya koymuştur. Türk yazınının polisiye roman ve öyküleriyle öne çıkan yazarlarından Ahmet Ümit’in yeni romanı Kırlangıç Çığlığı (2018) elbette “Kâtil kim?” sorusunun peşine takılan okurun ilgisini çekecek bir metin; ancak ben bu yazıda Rita Felski’nin eşliğinde bir okuma denemesi yapmak istiyorum. Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar? adlı çalışmasında okur ile yazınsal metin arasındaki tanıma, büyülenme, bilgi ve şok olmak üzere dört etkileşim biçiminden söz eder. Tanımada okur hem kendisi, deneyimleri hem de yaşadığı toplumla ilişkisini yeniden gözden geçirme ve bütün bunlara başka açılardan bakma olanağını bulurken büyülenme sürecinde metin, okuru ele geçirir. Bilgi süreci ise diğer iki süreçten farklıdır ve dış dünyada daha önce sorgulanmayan konular, yazınsal metinler sayesinde irdelenmeye başlar. Devamındaki süreçte ise okur, yazınsal metnin onu silkeleyen, sarsan yüzüyle karşılaşır. Felski’nin “şok” kavramıyla açıkladığı bu süreçte metin, okuru rahatsız ederek ezberlerini alt üst eder.

Kırlangıç Çığlığı, çocuk istismarını odağına alan bir metin. Romanı bu eksende okumaya başladığımızda pedofiliye ilişkin birçok eksik bilgi ve ezberin sorgulanmasına yol açacak veriler sunduğunu görürüz. Bana göre Türk yazınının çocuk istismarını ele alan en vurucu metni olan Ayla Kutlu’nun “Kara Kayalar” adlı öyküsüne ilişkin Erendiz Atasü, “Şiddet Edebileşince…” başlıklı yazısında şu saptamayı yapar:

“Kara Kayalar” öyküsünde, şiddetin ıstırabı, dilin serinkanlı sadeliğinden, kana enjekte edilen bir sıvı gibi damla damla katılır okur bilincine ve oraya yerleşir. Yazarın bu tutumunun bir amacı daha vardır: yaşadığımız hayata bir gönderme söz konusudur; şiddet yavaş yavaş her yanımızı sarmış, hayatımıza sızmış, şiddet ayrıksı, sıra dışı konumunu maalesef yitirmiştir… (Atasü, 2014: 15)

Ayla Kutlu’nun “Kara Kayalar” adlı öyküsünün de bulunduğu Zehir Zıkkım Hikâyeler’den (2001) yıllar sonra Ahmet Ümit de Kırlangıç Çığlığı’nda Atasü’nün dile getirdiği bu gerçeği ele alırken çocuklara cinsel, fiziksel şiddet uygulayan faillerin, toplumun onayladığı bir statüye sahip olmayan, günlük yaşamda çok sık karşımıza çıkmayacak tipler olduğunu zanneden okurdan bu bilgilerini, daha doğrusu ezberlerini bir daha durup düşünmesini ister; çünkü polis ekibinin Körebe adını verdikleri kâtilin on iki pedofiliyi öldürdüğü tarihten yıllar sonra işlenen ilk cinayette maktul Akif Soykan, Başkomiser Nevzat’ın yakından tanıdığı biridir ve gerek Akif’in dış görünüşü gerekse tavırları, Nevzat’ın onun bir pedofili olacağına ihtimal vermemesine neden olur. Nevzat, Akif Soykan’ı şöyle hatırlar:

Akif Soykan… Maktulün adı buydu. Bugün cesedini bir çocuk parkındaki kum havuzunda bulduğumuz şu tacizci… Tanıdığımda çok daha gençti, yakışıklıydı ama saçları daha o zamandan dökülmüştü. Adamın yüzü gözlerimin önünde hâlâ. Yaşadıklarımı en ince ayrıntısına kadar kaydetmişim zihnime. Hafızam güçlü diye iddia etmiyorum, aksine son zamanlarda pek unutkan olmuştum. Akşam çıkardığım saatimi sabah nereye koyduğumu bile bulamıyordum. Ama bu olay o kadar etkilemiş ki beni, Akif Soykan’ı bütün ayrıntılarıyla hatırlıyordum. Temiz bir yüzü vardı; onu görenler çocuklara musallat olan hastalıklı biri olduğunu asla düşünmezdi. Düzgün bir Türkçeyle konuşuyordu, son derece kibardı, hatta fazla kibar… Onu ilk gördüğümde benim de aklımın ucundan geçmemişti sapık olabileceği. Aysun’un okulunun karşısındaki kırtasiyecide çalışıyordu… (Ümit, 2018: 27)

Nevzat’ın bu tümcelerinden zihninde pedofililere ilişkin genel bir profil olduğunu görürüz ama bu genelleme, onu yanıltmıştır. Akif, çocuklara taciz suçundan dört kez gözaltına alınmış, ardından sekiz yaşındaki bir kızı taciz ettiğinde tutuklanmıştır. Evet, şiddet, çocuk istismarı, Atasü’nün dikkat çektiği gibi, günlük yaşamımızın çok uzağında değil, Başkomiser Nevzat’ın kızı Aysun’un gittiği okulun karşısındaki kırtasiyede karşımıza çıkabilecek kadar yaşamımızı sarmıştır.

Kırlangıç Çığlığı’nın çocuklara cinsel şiddet uygulayan bir başka karakteri Akif’in kaldığı yetiştirme yurdunun müdürü Hicabi’dir. Konuya ilişkin davaları takip edenlerin hiç de şaşırmayacağı bir kılık kıyafetle çıkar Hicabi, Nevzat ve kriminolog Zeynep’in karşısına. Takım elbisesi ve kravatıyla karşılar onları. Oldukça kibardır. Bütün bunlar, dış görünüş, ne kadar kolay ikna eder birçok kişiyi ve yine birçok kişinin işlediği böylesi suçları kolaylıkla örtbas etmesini sağlar. Nevzat, başlarda Akif’in dış görünüşüne aldanarak onun çocuk tacizcisi olamayacağını düşünürken kriminolog Zeynep de benzer bir yanılgıya düşer. Öldürülen Kansu Sarmaşık’ın titrine bakarak onun bir çocuk tacizcisi olamayacağını zanneder. Öldürülenlerden yalnızca Kansu’nun geçmişinde bu suçtan aldığı bir ceza yoktur; ancak Akif’teki yanılgısından sonra bu konuya daha etraflıca bakabilmeyi başaran Nevzat, Zeynep’e şunları söyler:

Çocuk tacizcilerinin özel bir mesleği olduğunu sanmıyorum Zeynepcim. Bu sapkınlık her meslekten insanı ele geçirebilir. Ekonomik durumu, eğitim seviyesi ne olursa olsun herkesi… (Ümit, 2018: 231, 232)

Kansu’nun suçsuz olması, insanların titrine, mesleğine, statüsüne, dış görünüşüne göre masum ya da suçlu olacağına kanaat getirenleri haklı çıkarmaz; çünkü romanda savcı Nadir’i dokuz yaşından itibaren üç yıl boyunca taciz eden üvey babası Müşfik, kimya mezunu, Nadir’in deyişiyle “o işte parayı bulamayınca müteahhitliğe yönelmiş” biridir (Ümit, 2018: 387). Eğitimi, mesleği, ekonomik durumu sayesinde çevresinde ‘saygın’ biri olarak kabul gören Müşfik’in yarattığı imaj yerle bir olduğunda arkasından gerçek yüzü çıkar. Nadir, Müşfik’in cinsel şiddetine uğradığı bir günü şu sözlerle anlatır:

Yaş günümden iki gün sonra yine o şahane körebe oyunlarından birini oynarken, kendini kaybeden Müşfik Babam, fazlaca abandı üzerime. Canım yandı, altından kaçmak, kurtulmak istedim ama kendini kaybetmişti, omuzlarımdan yakalayarak, sonuna kadar gitti. Çok canım yanmıştı. (Ümit, 2018: 388)

“Edebiyat metinleri bize şeylerin toplumsal tınısı hakkında ne öğretir? Sanat eserleri bizi maddi dünyaya nasıl yeniden yönlendirir?” diye sorar Felski (Felski, 2010: 124). Ahmet Ümit’in romanı, metni okuyana kadar erkek egemen düzeni sorgulamayan, cinsel, fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddetin arasındaki ilişkinin ayırdına varmayan, eril şiddetin uygulandığı toplumsal gruplar arasındaki bağı göremeyen okurlara bildiklerini, ezberlerini gözden geçirme, aslında altüst etme olanağı verir. Bu, Felski’nin tanımladığı süreç türlerinden yazınsal metinlerin şok ediciliğiyle de ilişkilidir; çünkü yazınsal metinlerin bu altüst edici işlevi, ezberlerini sorgulamaya cesaret edemeyen okuru önce rahatsız eder ama metnin araladığı kapıdan ilerlerse o yapıtı okumadan önceki düşüncelerinin değişmeme olanağı yoktur. 1979 tarihli Asılacak Kadın adlı romanı 1986-1990 yılları arasında ‘müstehcenlik’ gerekçesiyle yasaklandığında İstanbul İkinci Asliye Ceza Mahkemesi’ne yaptığı savunmasında Pınar Kür, yazınsal metinlerin bu özelliğini anlatır:

Romanımda çarpıcı, sarsıcı, rahatsız edici bazı sahneler olduğunu kabul ediyorum. Ancak, sanatın, edebiyatın işlevlerinden biri de zaten budur: Okuru sarsmak, uyarmak, rahatını bozarak o güne değin farkında olmadığı ya da yeterince önem vermediği birtakım gerçekleri algılamasını, kavramasını sağlamak. Adları yüzyıllar boyu unutulmayan sanatçıların, büyük yazarların yaptıkları bundan başka bir şey değildir. Filozof Artistoteles, İÖ beşinci yüzyılda, tragedyanın kurallarını belirlemek amacıyla yazdığı Ars Poetica adlı yapıtında, gerçek hayatta tiksinti uyandıracak nesnelerin tamamlanmış bir sanat eserinde bambaşka anlamlar kazandıklarına işaret ettikten sonra şöyle der: “Tragedyanın ödevi, uyandırdığı korku ve acıma duygularıyla ruhu tutkulardan arındırmaktır.” (Bkz. Aristoteles, POETİKA, Remzi Kitabevi, Çev.: Prof. İsmail Tunalı, s. 16 ve 22.) (Kür, 2016: 150)

Ahmet Ümit’in, Felski eşliğinde okunabilecek Kırlangıç Çığlığı adlı romanı, yalnızca bir polisiye metni olarak değil, başka sorunlara yer vermesi nedeniyle de farklı okumalara elverişli bir roman. Romanın ele aldığı güncel konulara ilişkin yeni kaynaklar arayanlar için metinde gönderimde bulunmadığım ama kaynakçada yer verdiğim kitapları da okumalarını öneririm.

Kaynakça:

Aras, Suna. Yıkanmak İstiyorum. İstanbul: Pencere Yayınları, 2014.

Atasü, Erendiz. “Şiddet Edebileşince…: Kadınların Edebiyatında Şiddet Yansımaları Ayla Kutlu, Mine Söğüt ve Şebnem İşigüzel’in Öyküleri Üzerinden Bir Tartışma”. Kültür ve Edebiyatta Cinsiyet, Cinsellik, Şiddet. Yay. Haz. Nevin Yıldırım Koyuncu, Dilek Direnç. İzmir: Ege Üniversitesi Yayınları, 2014.

Felski, Rita. Edebiyat Ne İşe Yarar?. Çev. Emine Ayhan. İstanbul: Metis Yayınları, 2010.

Godenzi, Alberto. Cinsel Şiddet. Çev. Sultan Kurucan, Yakup Coşar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1992.

Kutlu, Ayla. “Kara Kayalar”. Zehir Zıkkım Hikâyeler. Ankara: Bilgi Yayınevi, 2001.

Kür, Pınar. Asılacak Kadın. İstanbul: Can Yayınları, 2016.

Sanay, Büşra. Kardeşini Doğurmak. İstanbul: Doğan Kitap, 2018.

Scully, Diana. Cinsel Şiddeti Anlamak. Çev. Şirin Tekeli, Laleper Aytek. İstanbul: Metis Yayınları, 2014.

Ümit, Ahmet. Kırlangıç Çığlığı. İstanbul: Everest Yayınları, 2018.

edebiyathaber.net (20 Eylül 2018)

Yorum yapın