Felsefi bir masal: “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde” | Esra Karadoğan

Haziran 23, 2020

Felsefi bir masal: “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde” | Esra Karadoğan

Nobel Edebiyat Ödülü verilmeyen bir senenin ardından Polonya’lı yazar Olga Tokarzcuk’un Drow Your Plow Over the Bones of Dead adlı eserine layık görüldü ve kitap Timaş Yayınları tarafından Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde ismiyle yayımlandı. Olga Tokarcuk okuyan hemen herkesin hem fikir olduğu üzerine, kuvvetli, farklı, insanların karanlık yönlerine bile incelikle yaklaşan bir anlatımı var. Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde de benim için böyle bir eser. Yazarla Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun ile tanışan bir okur olarak, onun Nobel ödülü alması benim için sevindirici bir haber oldu. Yazarın polisiyeye yaklaşan detaylarla ördüğü dili, bir polisiyeden çok daha uzak, derinlikli ve felsefik. Eğer henüz Olga Tokarczuk okumadıysanız çok şey kaçırıyorsunuz.

Janina Polonya’nın bir köyünde, Çekya’ya özlem duyan, tek başına yaşayan ve zaman zaman kızlarının acısını içinde hisseden yaşlı bir kadındır. Hayvanlara karşı duyduğu sevgi sıradan bir sevgi değildir, avlanarak onların yaşam haklarını ellerinden alan insanlar hakkında polise başvurur. Yasal avlanma süresinde olsun olmasın, tek başına, öldürülen geyikler, sülünler, köpekler için bir şeyler yapmak ister.

Janina ilginç bir karakter, hatta köy halkı onu çılgın olarak tanımlıyor. İnsanlar onun fikirlerini, köyde ardı ardına bulunan cesetlere dair fikirlerine inanmıyor. Ayrıca avlanma ile ilgili görüşlerinin paylaşmasından rahatsız oluyorlar. Bazıları ona karşı daha iyi, onun tüm dünyanın yükünü sırtında taşıyan iyi niyetli kadınlardan olduğunu düşünüyor. Benim için Janina’yı ilginç yapan özelliklerinden biri ise, çevresindeki insanların çoğunu kendi uydurduğu isimlerle kodlaması. Mesela Garip, Siyah Palto gibi, isimlerini öğrense de onun için fark etmiyor. Arkadaşı olsun olmasın, insanların isimlerinden daha çok zihnindeki bu isimleri kullanıyor. Janina’nın çılgınlığı bununla da kalmıyor, kendisi pek de iyi olmadığını düşünse de aynı zamanda bir astrolog, kötü olayları, ölümleri, olanları ve olacakları, gezegenlere, yıldız haritalarına bağlamayı çok seviyor. Tabii buna dair açıklamaları da köydekilerin çoğunu, özellikle avcıları ve polisleri, onu ciddiye almayan insanları iyice rahatsız ediyor. Yalnız yine de Janina’nın çok da yalnız olduğunu söyleyemem, eski öğrencisi Dyzio ve bir süreliğine onunla aynı evi paylaşan Boros var. Janina bir zamanlar öğretmenlik de yapmış, ama o günler çok geride kalmış. Şimdilerde varlıklı ailelerin yazlıklarına göz kulak olup, onların bakımını yapıyor.

“Ben çok güzel bir çağda yetişmiştim, şimdi geçmişte kaldı ne yazık ki. O çağda, değişime hazır olmak ve devrimci önseziler yaratmak için bir yetenek vardı. Şimdilerde kimsenin yeni bir şeyler düşünmeye cesareti yok. Durmadan var olan düşünceler konuşuluyor, eski düşünceler yuvarlanıp duruyor. Gerçek yaşlandı ve bunadı; ne de olsa, her canlı organizma gibi kesinlikle aynı yasalara tâbi –yaşlanıyor. Onun küçük parçaları olan duyular da apoptoza uğrar. Apoptoz, maddenin yorgunluğu ve tükenmesiyle gelen doğal ölümdür. Yunancada bu sözcük, “taç yapraklarının dökülmesi” anlamına gelir. İşte dünya da taç yapraklarını döktü.”

Her ne kadar onun “kaçık” olduğunu düşünseler de ben Janina’nın tespitlerini çok beğendim. Yazarın bir karakterin ruhuna bürünüp, onun dilini bakış açısını bu kadar iyi kurgulaması olağanüstü. Altını çizdiğim satırların hepsini buraya aktarmak isterdim ama maalesef, buna imkân yok.

Cesetler, Janina’nın cesetler hakkında öngörüleri kadar kitapta ilgi çekici bir başlık daha var, Janina ve Dyzio, William Blake çevirileri yapıyor. Her bir satırında Olga Tokarczuk’un Nobel’i hak eden isim olduğuna dair düşüncelerim pekişiyor. Bir yanda edebiyat, şiirler, hatta çeviriye dair incelikler, bir yanda zalim avcılar, doğanın dengesinin değişmesi, insanların duyarsızlığı, cinayetler ve küçük bir köyde yaşananlar var.

“Sağlıklı olmak tehlikeli bir durumdur ve iyiye alamet değildir. Sessizce hasta olmak daha iyidir, zira en azından neden öleceğimizi biliriz.”

Sür Pulluğunun Ölülerin Kemikleri Üzerinde çok ince düşünülmüş, detaylıca tasarlanmış kıymetli bir roman. Olga Tokarczuk ise aynı zamanda yaşamaktan mutluluk duyacağınız, okuduğunuz için kendinizi şanslı hissedeceğiniz bir yazar. Neşe Taluy Yüce, romanı Lehçe aslından çevirerek bize büyük bir iyilik yapmış kanımca. Polonya kültürüne ve astrolojiye dair yerinde eklenmiş dipnotlarla okuma keyfimizi katlıyor. Bu romanın içine girmeyi başardığınızda -ki sizi temin ediyorum bu hiç de zor olmayacak, elinizden bırakmayı istemeyeceksiniz. Doğanın dengesinin değişimi, insanların hayvanlara olan yaklaşımı, doğaya bakış açımız üzerine yazılmış bu kuvvetli romanı mutlaka okumalısınız.

Esra Karadoğan – edebiyathaber.net (23 Haziran 2020)

Yorum yapın