“Fakir Baykurt Edebiyatı’nda Göç” söyleşisi | Selva Trak Ulupınar

Ekim 22, 2020

“Fakir Baykurt Edebiyatı’nda Göç” söyleşisi | Selva Trak Ulupınar

Nilüfer Belediyesi Kütüphaneleri tarafından düzenlenen “Yılın Yazarı Fakir Baykurt Söyleşileri” kapsamındaki “Fakir Baykurt Edebiyatı’nda Göç” başlıklı ikinci çevrim içi söyleşi 20 Ekim Salı akşamı gerçekleşti. Sevengül Sönmez, Neşe Erdilek ve Turhan Günay’ın konuşmacı olarak katıldıkları programa ilgi büyüktü.

Turhan Günay’ın Fakir Baykurt’un edebiyatımızdaki yeri ve önemini vurguladığı konuşmasının ardından söz alan Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları Merkezi’nde uzun yıllar görev yapan Sosyolog Neşe Erdilek, ünlü yazarın eserlerinde göç temasının daha iyi sunulabilmesi için ilkin katılımcıları göç olgusu hakkında geniş bir bakış açısıyla bilgilendirdi.

Neşe Erdilek, göçün insanlar için en büyük travmalardan biri olduğunu söylerken ya bireyler üzerinde ürkeklik, güvensizlik, eziklik gibi duygularla uyum güçlüğü sonucunda öfke ve tepki gösterme gibi etkilerinin veya tam tersi, eski toplumla bağlarını tamamen kopartmak, ilkesiz, hırslı, cesur, tuttuğunu kopartan bir bireye dönüşmek gibi tipik etkilerinin görüldüğünün altını çiziyor. Gerek Amerika’ya gerçekleşen ilk göçlerde gerekse Avrupa’ya veya ülkemizde köyden kente yapılan göçlerde uyum sağlayamayan göçmenlerin kendi aralarında gettolaşma, gecekondulaşma gibi yaşam alanları kurduklarını hatırlatıyor. Bu uyum güçlüklerinin aile içi çatışmaları da tetiklediğini yadsınamaz bir gerçek olarak ortaya koyuyor.

Tüm bu olguların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan ve tamamının aslında Tanıklıklar Edebiyatı olduğu; dışlanmaların, sömürülmelerin, insanlık dramlarının kaynaklık ettiği edebiyata Sürgün Edebiyatı, Gurbet Edebiyatı, Göç Edebiyatı gibi isimler takıldığını belirtiyor Erdilek.

İlk kez 19.yy’da Amerika’ya göç eden Lübnanlı, Suriyeli, Mısırlı  Arap edebiyatçılarla başlayan ve Mehcer (Göç edilen yer) Edebiyatı’nın oluştuğunu belirten konuşmacı, Halil Cibran, Edward Said, Amin Maalouf gibi tanınmış yazarların göçün çoğu olumsuzluklarından etkilendiklerini söylüyor.

Bizdeki göç olayına gelince, tarihsel bir özellik taşıyan ve ilkin Anadolu’ya ardından Balkanlar’a yapılan göçler ve mübadelenin, edebiyatımızda köklü bir yeri olduğunu vurgulayan Erdilek, Gürsel Korat, Ramiz Çınar, Kemal Yalçın, Hakan Günday’ı göç edebiyatı dalında önde gelen yazarlar olarak sıralıyor. Ayla Kutlu, Necati Cumalı, Orhan Kemal, Nermin Bezmen gibi günümüzde çok okunan yazarların da ciddi anlamda göç temalı ürünler verdiklerini hatırlatıyor.

1950’li yıllarda köy yaşantısının çözülmesiyle köyden kente başlayan göçü, gecekondululaşmayı ve alt seviyede işlerde çalışmak zorunda kalan vasıfsız köylülerin mutsuzluklarını anlatan İkinci Göç Edebiyatı yazarları arasında ise Yakup Kadri, Orhan Kemal, Yusuf Atılgan, Sevgi Soysal, Latife Tekin, Orhan Pamuk gibi yazarları sıralıyor.

1960’larda bir başka yansıması görülen göçün, bir kısım Anadolu insanının kent yerine Almanya’ya gitmesiyle sosyal, kültürel ve ekonomik sorunları inceleyen bir edebiyat kolunun geliştiğini belirtiyor Erdilek ve bu edebiyatı üç aşamada değerlendiriyor. Birinci grubu Almanya’ya göç eden işçilerin yarattığı “Konuk İşçi Edebiyatı”nı Türkçe yazanlar olarak niteliyor ve işte bu birinci kuşak göçmen işçilerin yaşamlarını ve sorunlarını ele alan yazarların başında Fakir Baykurt’un geldiğini vurguluyor. Yoğun bir gurbet duygusu ve geri dönme arzusunun görüldüğü bu göçmen grubuna Bekir Yıldız, Fethi Savaşçı gibi yazarların da eserleriyle eşlik ettiğini belirtiyor.

İkinci grubu oluşturan ve Almanca yazan 1980’lerin ikinci kuşak edebiyatçıları, orada doğmuş veya büyümüş bir nesilden oluşuyordu, diyerek Emine Sevgi Özdamar, Kemal Kurt gibi yazarların azınlık edebiyatı, göç ve göçmen edebiyatı üzerine yazdıklarını belirtirken üçüncü grubun ise Almanca yazan ve göçmen konusuna hiç değinmeyen Feridun Zaimoğlu gibi Türkiyeli yazarlar olduğu konularına değiniyor.

Almanya’ya göç ederek ölümüne dek orada yaşayan Fakir Baykurt’un eserlerinde göç olgusunu ele alan Sevengül Sönmez ise; yazarın yerleştiği bölge olan Duisburg’da hâlâ çok etkili bir isim olduğunu ve düzenlenen edebiyat etkinliklerinde canlı bir kimliğinin olduğunu vurguluyor ve konuşmasına şu sözlerle devam ediyor:

“Almanya macerası 1963’te Amerika’dan dönüşünde yazdığı “Amerikan Sargısı”ndan sonra evrilme isteğiyle başlayan yazarın, işçilerle tanışıklığı, onları yerinde görüp yazmak için güçlü bir istek duymasına neden olur. Türkiye’de kötüleşen siyasi atmosferle birlikte 1979’da pasaportu verilmeyince bir şekilde Almanya’ya ulaşır ve göçmenlerin ardına düşerek onları izler. İşçi değildir fakat yazma arzusunu dile getirerek onların yanında yaşar.

Fakir Baykurt, Almanya’da sadece yazmakla kalmaz, bilindiği gibi bir çeşit kültür elçiliği yapar ve gerek Türkiye’den gelen gerekse Avrupa’ya dağılmış edebiyatçı ve misal, Abidin Dino gibi sanatçıları festivaller kapsamında ağırlar. Ünlü yazar, Feridun Andaç’la yaptığı bir söyleşide, kendisinin bir göçmen veya sürgün olmadığını, yalnızca yurt dışında yaşayan bir yazar olduğunu da vurgulamıştır.

Yazar, Almanya gerçeğini dile getirdiği eserlerinde edebiyatını katılımcı bir düzlemde kurmak istemiştir. “Duisburg Üçlemesi” bunun en güzel örneğidir. Eserde sırasıyla gidiş, yüzleşme ve kalıcılığın kaçınılmazlığı temalarıyla karşılaşırız. Üçlemenin etkileyiciliği, gidip de dönmeyenlerin hikâyesinden kaynaklanır; hatta en sonunda Almanya’da bir mezar arayışıyla biten ilginç bir eserdir. Eserde kadın erkek ilişkilerinin yozlaşmış halinin, Türkiye’ye göre katlanarak çoğaldığı görülür. Romanlarında olduğu kadar öykülerinde de aile sorunlarına yer veren Fakir Baykurt, cinsiyet eşitsizliği sorununun değişmemesine karşın daha hızlı değişen kadının varlığına dikkat çeker.

Fakir Baykurt, üçlemenin Yüksek Fırınlar adlı ilk kitabında göçmen işçilerin çalışma koşullarının kötülüğü, barınma koşullarındaki olumsuzluklar gibi sorunlara değinir ve Anadolu’dan gidenlerin kentin fabrika dünyasını dışarıdan izleyişlerini ele alır. Almanlar’ın evleri ile işçilerin dairelerini kıyaslayarak ikinci hatta üçüncü sınıf insan olarak görülmelerine vurgu yapar ve Alman işverenler açısından da farkındalık oluşturmaya çalışır. Köylünün tarımdan sanayi dünyasına geçişini, Almanların gözünden ise; “işçi istemiştik, insan geldi,” bakışını yansıtır.  “Duisburg Üçlemesi”nin ikinci kitabı Koca Rende Türkiyeli çocukların Alman eğitim sisteminde itilişleri, yabancı kalışları, başarılı olabilecek bir çocuğun “ötekiler” okuluna gönderilme durumlarını yansıtır. Bunda yazarın öğretmen olmasının da payı büyüktür. Fakir Baykurt, üçlemenin son kitabı olan Yarım Ekmekte ise karınları tam doymayan, bir yanları orada bir yanları burada kalan işçileri anlatır.

“Duisburg Üçlemesi”nin, hem Türkiyeliler’in yaşadıkları güçlükler hem de Avrupa’daki endüstriyel ve ekolojik eleştiriler bakımından açımlanması gerekir. Fakir Baykurt’un romanları, kesin olarak yurda dönme ihtimaline tutunmaya çalışan, vazgeçince bocalayan, yozlaşmış karakterleri de yansıtmaktadır. Yazar, objektiftir ve hiçbir zaman Almanlar kötü, Türkler iyi, prototipine girmez. Almanlar’ın tepkilerini oldukça nesnel bir şekilde dile getirir. Özellikle Alman büyükannelere âdeta torpil geçer. Kitaplarında bu büyükanneler, geleneksel akışı sürdürürler ve çözüm noktasında ortaya çıkarlar. Özellikle Türkiyeli göçmenlerin ortak özelliği olan vatan özlemi, yazarın öne çıkardığı temalardan biridir.

Fakir Baykurt’un romanlarının bir özelliği de Duisburg ve Essen’in işçilerin gözünden fabrika bacaları olarak görülmüş olmasıdır. Oysa bugünkü bakış açımızdan son derece yeşil ve yavaş şehir olarak gördüğümüz bu mekânlar, ya zaman içinde değişmiş ya da yazarın eserlerine işçilerin bakışı yansımıştır.

Yazarın Almanya’daki öyküleri farklı bir önem taşımaktadır. Bunlar, daha çocuksu ve daha genç bir dille kaleme alınmışlardır. Öğrenci, öğretmen ilişkileri, eğitimle ilgili konular, Almanya’daki gençlerin okuyabilmesi için çözümler, yaşadıkları sorunlar, ebeveynlerin çocuklar için yapması gerekenler, çocukların çalışmak zorunda kalmaları gibi konuları önemsemiştir. Ünlü yazar, eğitim ve dil konularındaki sorunları gerçek yaşamında da çözmeye çalışmasıyla bilinmektedir.

“Duisburg şehir arşivinde yazarın çocuklar için okuduğu öyküler bulunmakta ve bu öyküler, orada yaşayan Türkiyeli çocuklara ulaştırılmaya çalışılması açısından özel önem taşımaktadır,” sözleriyle Sevengül Sönmez, Fakir Baykurt kitaplarındaki göç kavramı üzerine katılımcılara doyurucu bilgiler veriyor.

Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (22 Ekim 2020)

Yorum yapın