Enki’ye 6 soru | Can Öktemer

Ocak 15, 2021

Enki’ye 6 soru | Can Öktemer

En son okuduğunuz kitabın adı nedir?  İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?

Gülseren Budayıcıoğlu – Kral Kaybederse kitabını okuyorum, henüz bitiremedim. Terapide karşıma sıkça çıkan olayları bir ötekinin kaleminden okumak ilgimi çekiyor, ayrıca Gülseren hanımın akıcı yazım dilinden hoşlanıyorum, ancak doğruyu söylemek gerekirse terapi sahnelerini çok fazla beğendiğimi ve gerçekçi bulduğumu söyleyemeyeceğim. Yine de narsisizmi patolojik anlamda yüzeysel ama başarılı bir şekilde aktarmış, yazarın Camdaki Kız adlı eserini daha çok beğenmiştim.

Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?

Açıkçası okumakta olduğum kitapta gözüme çarpan, aklımda kalan bir cümle olmadı fakat bu aralar ister istemez en çok Lö Aşk’ı okuyorum. Hemen her okuyan okuyucumun attığı mesajla onun okuduğu sayfaya gidiyorum, o sayfayı bir de onun gözünden okuyorum. Bu yüzden eğer izniniz olursa kendi kitabımdan bir alıntı yapmak isterim, benim kalbimden çıktığı için midir bilinmez ama son dönemlerde okuduğum kitaplar içinde en çok kalbime dokunan bölüm oldu.

“ Her şey mümkündü…

Ama sen, sen olarak doğdun!

O ise bildiğin gibi değil, olduğu gibi.”

Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?

Aslına bakarsak yukarıda söylediğiniz yolların hepsine başvururum. Bazen beni iyi tanıyan, zevkine güvendiğim bir dostumun önerdiği kitabı alırım; bazense hakkında bir şeyler duyduğum, ilgimi çeken kitabın yazarını araştırır, kitap eklerinde çıkan eleştirileri okuyarak nihayi kararı veririm. Tabii bir de hiçbir kitabını kaçırmadan alıp okuduğum yazarlar var, yine de üzerine en çok okuma yaptığım alan olan psikoterapi / psikoloji kitaplarını seçerken geçmişten günümüze ‘bir şeyleri’ değiştirmeyi başarmış ya da bu yönde alan açma potansiyeli olan, popüler olmayan bilimsel kitapları tercih ediyorum diyebiliriz.

Ve son olarak bazen de kitapların kendi okuyucusunu bulduğuna inanıyorum, bir kitap bir şekilde sürekli karşıma çıkıyor veya beni kendine çağırıyorsa onu alır ve okurum. Bu konuyla ilgili birçok kez sahaflardan aldığım kitapların içinden çıkan not ve fotoğraflar sayesinde tesadüf olamayacak kadar mistik olaylar yaşadım.

Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?

Kesinlikle Bin Dokuz yüz Seksen Dört!

Birçok kez aklıma metaforlar kullanarak güncel siyasi durumlarla örtüşen bir distopya kurgulamak geldi. Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir eser yaratmak hayattaki duruşumla oldukça uyuşuyor, ancak sonra fark ettim ki bizim toplum olarak gerçeklerle yüzleşmeye, gerçeklerin eleştirilmesine değil birleşmeye ihtiyacımız var. Hangi görüşten olursak olalım birbirimize saygı duymak zorundayız ve açık konuşmak gerekirse  bu saygı ve hoşgörüden uzun süredir mahrum kaldığımız için böyle bir eser yazarak Silivri entellektüelleri arasına eklenme ihtimalimden biraz da korktum …

Aslına bakarsak; Lö Aşk da distopik bir eser. Bilimin, ahlâkın, hoşgörünün yaşamı henüz ele geçirmediği, özgürlüklerin, insan ve hayvan  haklarının tam olarak yaşan(a)madığı bir dönemi anlatıyor. Bu gözle bakarsak sanırım 1984 romanı yazar kimliğimi derinden etkiledi diyebiliriz.

Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?

Bundan on altı – on yedi sene kadar önce, henüz Enki Enki’yi bile tanımıyorken yazmaya başlamıştım. Yazdıklarımın üzerinde ciddi vakitler harcıyor bitirmek ve yayınlamak istiyordum ancak lise sınavlarına hazırlanmak için ailemin de zorlamasıyla özel ders ve dershaneden kalan kısıtlı vakitlerde yazıyordum önceleri, sonra bilgisayarıma el koydular… O süreçte çok üzülmüş, yazdığım dosyayı kopyaladığım CD ile internet kafeye gitmiş ve o dönemde en sevdiğim yazar olan Gülten Dayıoğlu’na hem durumu açıklayan hem de o güne kadar yazdıklarımı ileten bir mail atmıştım.

Açıkçası çokça hevesim kırılmış, yazmaktan vazgeçmiştim. Mailime bir cevap gelmesini de beklemiyordum. Tabii ben de bu hayal kırıklığının öcünü aldım. Robert Koleji’ni kazanmam için yanıp tutuşan anne ve babama özel okullar sınavının olduğu gün kendimi banyoya kilitleyerek yanıt verdim. İşin güzel yanı o günden sonra bir daha hiçbir konuda beni engellemeye çalışmadılar fakat bir gün hiç beklemediğim bir anda ( aylar sonra ) Gülten Dayıoğlu’ndan mailime yanıt gelmişti. Özetle “Oğlum lütfen yazmaya devam et, yaşadıkların için üzgünüm ama bir gün başarılı bir yazar olduğunda bu anılara güleceksin.” yazmıştı mailinde, yine de yarım bıraktığım kitabımı hiç dönüp aynı hevesle yazamadım. Zaman içinde yazmaktan da vazgeçmiştim, ta ki bir gece hayatta en değer verdiğim insanlardan biri bana en kötüsünü yaşatana kadar… O gece duygular içimden taşıyordu ama bir yandan da dışarı çıkamıyorlardı. Duygularımı dışa vurabileceğim, içimdeki zehiri akıtabileceğim ve tekrar hayal kurabileceğim bir alana ihtiyacım vardı. Sanki yazmasaymışım ölecekmişim, hiç var olamayacakmışım gibi…

Özetle hayat beni bir şekilde yazmaya itti, adeta yazmak zorunda bıraktı. Şehirden yazmak için dağ evine taşınmış, tüm sosyal çevrem şaşkınlıkla beni ararken ben online seanslardan arta kalan tüm vakitte yazıyordum, başlarda danışanlarım dışında kitap yazdığımı bilen kimse yoktu. Lö Aşk’ın ilk altmış sayfasını yazdığımda (ortalama 3 ayın sonunda) asistanım çok sevgili Kerem Ateş’e gönderdim. Bana yazmam için, devam etmem için adeta yalvardı, bense vazgeçmek için neredeyse sürekli bahane üretiyordum, en çok da danışanlarımı öne sürüyordum. Sağolsun eşşek herif (sevgi cümlesi) seansları, ödemeleri hatta dağ evindeki odun sıkıntımı bile çözdü. Ona çok şey borçluyum, iyi ki hayatıma ve işlerime eşlik ediyor. Editöryel sürece kadar Kerem dışında hiç kimseye göndermedim.

Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?

Tercihen sessiz bir ortamda, bir orman ya da denize karşı yazmayı yeğliyorum. Neden bilmiyorum ama yazarken doğaya ihtiyaç duyuyorum, gürültü bir kulaklık takarak nötralize edilebiliyor. İstanbul’da olduğum dönemlerde kalabalık kafelerde boğaza karşı kulaklığımı takarak, transa geçip saatlerce çevresel koşullardan etkilenmeden yazdığım da oldu.

Kısacası doğaya dair bir manzara karşısında, sevdiğim şarkılardan oluşan bir çalma listesi açıp çokça kahve içerek, dünyadan ve andan uzaklaşıp yazmak en sevdiğim ritüeldir.

Buraya kadar okuyan, ortak duygu ve düşüncelerde benimle kesişimler bulabilen veyahutta bulamayan herkese değerli vakti ve sabrı için teşekkür ederim.

Edebiyat Haber ailesi olarak;  güzel sorularınız, nazik tavrınız ve değerli vaktiniz için sizlere de teşekkür ederim.

Yazarla, romanı hakkında yapılmış bir söyleşi için>>>

edebiyathaber.net (15 Ocak 2021)

Yorum yapın