Eleştiriyi taşıyıcı kılan | Feridun Andaç

Kasım 29, 2022

Eleştiriyi taşıyıcı kılan | Feridun Andaç

Eleştirmenin görevi nereye gittiğimizi söylemek en azından tahmin etmek değil midir?” Virginia Woolf

Kuşkusuz bunu bilicilik anlamında söylemiyordu Woolf.

Eleştirmenin de, tıpkı bir romancı, bir öykücü, bir şair gibi çağını okuması gerektiği düşüncesini öne sürerek; salt “geçmişe bakarak” eleştirir yapılamayacağının altını çiziyordu.

Biz de, geçmişte, kısmen bugün de eleştiriye soyunanlar birer edebiyat tarihçisi gibi davranarak, tarihçeyle/tanıtımı, bilimsel eleştiri ile edebiyat sosyolojisini karıştırıp ortaya “eleştirisiz edebiyatı”ı çıkarmışlardın bir bakıma.

Tahir Alangu, Asım Bezirci, Atilla Özkırımlı geçmişin tipik örnekleridir bunun. 

Adnan Benk, Selâhattin Hilâv, Murat Belge günceli kavrayış, estetik kaygıyı da önceleyerek yetkin eleştirmen olabilecekken kendileri kendi engellerini yaratmışlar.

Ataç’ın bir adım ötesine geçebilen; ama dil/yöntem kaygısı olmayan Fethi  Naci bir “Don Kişot” gibi ortada kalır. Güncele bakışı sığdır, yöntemsizdir, tarih bilinci eksiktir. Edebiyatı/romanı İktisat’ta 1950’lerde öğrendiği her şeye indirgemiş, sonradan tanıdığı Mihail Bahtin çevresinde dönenmiştir. Yeni eleştiri kuramları/okullarının çok uzağındadır.

Örneğin; aynı zamanda bir dilbilimci olan Tahsin Yücel’in anlatısını eleştirirken de; ondaki söylemin neden bu denli ironik olduğunu, dilsel kaygısının anlamla örtüşen yanlarını görmek istemez.

***

Edebiyat ortamının var olmasında edebiyat dergileri başat öğedir. Eleştiri ise kendine burada yer açabilir ancak. Geçmişte, adlarını andığım yazarların oralarda kendi yolculuklarını sürdürdüklerini, eleştirinin kapılarını açma çabalarında bulunduklarını söylemek isterim.

Günümüz edebiyat dergilerinin eleştirisizliği, gazetelerin kitap eklerinin “tanıtım” ağırlıklı olmasında kurulamayan bir eleştirinin, gelişmeyen eleştiri okurunun da payı var kuşkusuz.

Bugün yapılan/kurulan edebiyatın kendi edebiyat eleştirisi olması kaçınılmaz bir olgu. Ama bunun nasıl oldurulabileceği, hangi yayın mecralarının öncül olabileceği, üniversitelere bu konuda ne gibi görevler düştüğü bizde pek tartışılmaz, gündemleştirilmez de.

Woolf, 1927’de kaleme aldığı “Dar Sanat Köprüsü” (*) yazısında, haklı olarak, şu soruyu da sorar:

“Eleştirmenin görevi her zaman geçmişe bakmak mıdır, gözleri her zaman geçmişe mi çevrili olmalıdır?”

Bugüne bakmak, bugünden yazmak ürkütücü, hatta netameli olduğu için mi eleştirmen çok çabuk pes ediyor?!

Kitap tanıtımlarının bu denli “acemice” yapılması, yüzeyselliğin/okumamışlığın neredeyse bir yöntem olarak öne çıkması eleştirinin yoksunluğunun bir sonucu olarak da okunmalı bence! “O yok, ama bunu verelim,” anlayışı ne yazık ki edebiyatın sığı sularına da erişti.

Böylesi bir arenada eleştiri yazmaya soyunmak…

Dostlarımın bir bölümü;”aklını mı yedin, otur kitaplarını yaz” derken, diğerleri de “eleştiri gerekli, cesaretle yaz” diyorlardı.

Yıllar önce, edebiyat dergilerine ilk adımımda elimden tutan, Memet Fuat da öyle demişti: “Bu edebiyatın eleştiriyi ihtiyacı var, birikimin bunu kaldırabilir,” diyerek dosyamdaki öyküleri çıkarıp önüne koymama  fırsat  bile vermemişti.

Nicedir, bilinçli olarak, uzak durduğum bu alana bile isteye dönmek; kaygılarımı artırsa da; eleştirinin vazgeçilmezliğine inancımın pekiştiğini söyleyebilirim.

Eleştirisiz edebiyat, sanat yerini, anlamını bulamaz.

Eleştiri kuramları üzerine derslerimde dururken; bir öğrencim; “Neden eleştiri? Yazarla, sanatçıyla baş başa kalmak isteyen okura haksızlık değil mi?” gibisinden sorular yöneltmişti.

Okurun neyi/niçin okuduğu, nasıl okuması gerektiği için öncelikle gerekli eleştiri. Sonrasında da yazara/sanatçıya yapıtının nasıl algılandığını, yaptığının ne olduğunu estet bir gözle yaklaşarak; onu kendi alanında bir yere taşımak..gibisinden yanıt vermeye çalışmıştım öğrencime.

“İyi yazar”, “ben yaptım oldu” düşüncesine de, eleştirmene de aynı mesafede durur. Gerektiğine inanır, ama renk vermez! Okunup anlaşılmasını ister, ama didiklenmesine karşı çıkar…

Kendisi de bir zamanlar eleştiriye soyunan Jean-Paul Sartre’ın eleştiri/eleştirmen  üzerine söylediklerini hatırlayalım:

“Şunu unutmamak gerekir ki, eleştirmenlerin çoğu pek talihli olmayan ve, tam umutsuzluğa düşecekleri anda, küçük bir mezarlık bekçiliği bulmuş kimselerdir.”

Bu nedenledir ki; eleştirinin tarihi hep “karşı çıkmalar”(a rağmen)la yazılmıştır.

İşi, cennetten kovulan şeytana kadar vardıranlar da olmuştur.

Benim burada asıl görülmesini istediğim şudur: Eleştirisiz edebiyatın sığlığı, yığınsallaşması, düzeysizin/vasatın egemen kılınmasının yanlışlığıdır.

Eleştiriyi ne övgü, ne de salt yergi olarak alıyorum. Ortaya konan bir yapıtın anlam derinliğinden dilsel yapısına kadar tüm kurgusal örüntüsünü, düşünsel yapısını değerlendirmek, yorumbilgisiyle çözümleyerek ne olduğunu/neyin ortaya konulduğunu göstermektir.

Eleştirmenin yazınsal dili, kavramsal göstergeleri yapıtı yeniden kurmak/okumak zorunluluğunu getirir.

Eleştirmen yazarla aynı yere/yöne bakmak zorunda olmadığı gibi; ayın bilgi kaynağından da beslenmez.

Dili ve söylemi, donanımı ve bakışımı farklıdır.

Woolf’a dönecek olursam; onun da şikayeti şimdiki zamanı okumamanın ağırlığındandır.

Canlılarla didişmek yerine, ölülerle  uğraşmayı, geçmişe dönmeyi seçen eleştirmenlerin/eleştirinin bugüne sırt dönmeleri hiç de olumlanacak gibi değildir ona göre.

Hafta sonu bir televizyon programında konuşurken; “yaşayan hangi yazarlar üzerine çalışmak istersiniz,” sorusuyla karşılaşmıştım.

Bir an duraladım!

Yaşar Kemal adının yanına Çetin Altan’ı koyabildim ancak! Attilâ İlhan’dan, Bilge Karasu’dan, Vüs’at O. Bener’den söz edebildim.

Gabrel García Márquez üzerine kurulmuş bir kitaptan, Bir Söz Büyücüsü: García Márquez’den söz ederken de; bizdeki “iyi yazar”ların önemli bir bölümünün de böylesi çalışmalara hiç de açık olmadıklarının altını çizdim

Evet, öyledir; bugünün “iyi yazar”ı kendini göstermeyi istemez; keşfi okur(un)a bırakır. “Kötü” isi, yaban otu gibi her yanı sarmıştır, her yerde boy atmaktadır.

Böylesi bir ortamda eleştiriye soyunmak, pusulasız yola düşmek gibi bir şey!

Gene de, ben, “iyi edebiyat”ın/”iyi yazar”ın pusulamız olabileceği düşüncesindeyim.

Bir konuşmamızda şunu söylemişti Yaşar Kemal: “Sizler, bizlere göre şanslı kuşaklarsınız. Biz edebiyatı başladığımızda önümüzde eski bir dile anlayışa bağlı edebiyat vardı. Halit  Ziya’yı oku da anla…Sait Faik arkadaşımdı. Onun edebiyatının derinliğini  sonra sonra anladım. Ama şimdi sizlerin önünde bizler varız…”

Evet, “iyi yazar”lar her zaman “iyi edebiyat”ın kurulmasında öncül olmuşlardır.

“İyi eleştiri”nin olduğuna da inanırım.

O, okuruna da, yazarını da, yapıtını da bulan eleştiridir.

“Kötü yapıt”la, “kötü yazar”la işi olmaz eleştirinin/eleştirmenin!

Ne dersiniz, sevgili okurum?

Hem kötü yön göstericiyle yolunuzu bulabilir misiniz?         

(*) Granit ve Gökkuşağı, Virginia Woolf, Çev.: İlknur Güzel, 2010, İletişim Yay., 294 s.

edebiyathaber.net (29 Kasım 2022)

Yorum yapın