Ege’den denize bırakılmış bir çiçek: Halikarnas Balıkçısı – Uğur Okman

Ekim 30, 2013

Ege’den denize bırakılmış bir çiçek: Halikarnas Balıkçısı – Uğur Okman

fft64_mf1139617“Merhaba! Yokuşbaşına geldiğinde Bodrum’u göreceksin.
Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekilerde hep böyleydiler.
Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler”

Halikarnas Balıkçısı

Halikarnas Balıkçısı’nın hayat hikâyesini okudunuz mu?

Bu hikâye bir imparatorluğun dağılma sürecinde bir adada başlar. Balıkçı, ilk merhabasını bu adada “maviye” adamıştır. Köklü bir ailesi vardır. Kardeşleri de onun gibi sanata ilgi duyacak ve bu konuda başarılı olacaklardır. İlk yazısını İkdam Gazetesi yayınlar. Oxford’da okuduğu yıllarda tanıştığı bir İtalyan kadınla ilk evliliğini gerçekleştirir. Daha sonra iki defa daha evlenecek ve bu evliliklerinden beş çocuğu olacaktır. Sanırım Azra Erhat ile yaşadığı aşk tüm evliliklerinin üstündedir. Bu konuda ikisi de konuşmaz. İtalya’dan döndüğünde hayatını altüst edecek o olayı yaşar. Afyon’daki çiftliklerinde konusu “muallâk” olan bir tartışma sırasında babasını vurur. On beş yıllık kürek cezasının yedinci yılında hastalığı sebebiyle tahliye edilir. İstanbul’da çeşitli dergilerde çalışmaya başlar. Dergilere yaptığı karikatür ve kapak çalışmaları ilgi çeker.

Hayatının akışı normale döndüğü sırada “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler” adlı yazısı başına dert açacaktır. İstiklal Mahkemesi, memlekette isyan olduğu bir sırada yayımlanan bu yazının “askeri isyana teşvik” suçunu işlediğine karar verir. Bodrum’a sürgün edilir. İşte bu sürgün artık bir “mavi sürgün”dür. Cevat Şakir, Bodrum’a yerleşmeye karar verir. Yazılarında kullanacağı mahlası da Bodrum’un antik çağdaki ismi olacaktır. Artık Cevat Şakir olarak değil Halikarnas Balıkçısı olarak anılır.

Halikarnas Balıkçısı ilk iş olarak Bodrumlu balıkçılarla tanışır.  Onlara yeni olta takımları alır ve sünger avcılığını yaygınlaştırır. Tüm unvanlarından, soylu aile yapısından sıyrılarak Bodrumlu bir balıkçı olmaya karar vermiştir. Arkadaşlarıyla beraber çıktığı deniz yolculuklarına “mavi yolculuk” ismini verir. Balıkçı’nın mavi yolculuğu bugünkü lükslerin hepsinden uzaktır. Denizle baş başa kalmak ister. Bu yüzden yolculuklarında gazete okumaz, radyo dinlemez. Yanına sadece su, istanköy peksimeti, peynir, tütün ve rakı alır. Bu yolculukların eserlerindeki payı büyüktür. Mavi yolculuklarından sonra bir vazgeçilmezi de ağaç dikmektir. Bodrum’un ilk palmiyelerini diker. Kendisini Bodrum’un bahçıvanı olarak tanıttığı yıllarda, ceplerine doldurduğu tohumları köşe bucak her yere serpiştirir. Bodrum’a âşık olmuştur. Bu aşkını turist rehberliği yaparak insanlara aktarır. Bodrum’u insanın bir kere gördükten sonra terk edemeyeceği bir cennet olarak tanımlar. Hayatının son 25 yılını Bodrum’a adamıştır. İzmir’de kemik kanseri sebebiyle vefat ettiğinde büyük ihtimalle Bodrum’u düşünüyordu. Mezarı Bodrum’un Türbe Tepesi’ne yapılır ve zorunluluklar sebebiyle geldiği Ege’de, denize bırakılmış bir çiçektir artık…

Eserlerine dair…

Halikarnas Balıkçısı’nın eserleri geçmişten geleceğe yazılmış hissi verir. Bu his özgür bir denizin kayalıklarına oturmuş adamın yaktığı türkülerin hissidir. Deniz bir nesne olarak değil bir özne olarak kişinin bilincine akar. Kişinin kaderi denizin koşullarına göre şekillenirken mitolojinin de imbiğinden geçer. Mitolojiyi eserlerinde benzetme yolu ile kullanır:

“On sekiz yaşında, boylu poslu bir Türkmen kızıydı. Doğup büyüdüğü yer Arşipel’in güneydoğusuydu. İşte bu nedenle, Olimpos Tanrılarına modellik etmiş insanlardandı. Eline bir mızrak alıp, alnı da, bakışı da yüksek duruvereydi, Athena olurdu.” (Yakışık alır mı Deli Kız,Sf.90)

“İster fırtına, ister acemilik nedeniyle olsun, vapur, motor ya da bir kayık kayalara çarpıp parçalandı mı, Vasilyos Zaharyadis’e gün doğdu demektir. Sokrates’in soyundandı… Ama Sokrates’e zehir içirenlerin…” (Leş Kargası, sf.75) 

“Bütün İlkçağ tanrıları ya Afrodit gibi denizden doğmuşlar ya da bu denizlerden, Anadolu kıyılarından Avrupa’ya geçmişlerdir… Kuşlar da aynı yolu izliyordu.”

( Tünek Ahmet, sf.144) 

Denize ve doğaya ait ayrıntılar metinlerini okuyucunun algısında daha belirgin kılar. Doğayı denizle özdeşleştirmiştir ve denizi ‘ilk ana’, ‘yurt’ ve ‘yaratılış’ kelimeleriyle tanımlar. Bu yaratıcı her şeyin üstünde bizim kaderimizi belirleyendir. Deniz, metinlerindeki asli iktidardır. Balıkçı, insanın her zaman sığınabileceği denize oltasını atmış ve eserlerini denizin suyuyla yıkamıştır. Mitoloji her zaman gökyüzünün derinlerinden bu Balıkçı’ya ilham verir. Balıkçı’nın aldığı bu ilham doğanın kamusal alana aktarımı olarak nitelendirilecektir.

Azra Erhat…

Azra Erhat ile olan ilişkisine mutlaka değinmeliyiz. Aşkları hakkında ikisi de konuşmamıştır. Ancak anılarından ve Azra Erhat’ın yayınladığı mektuplardan ikili arasında bir gönül bağının ötesinde düşünsel birliğin de mevcut olduğunu görürüz. Bu düşünsel birlik ikilinin yaptığı mitolojik çalışmaların ürünü olan ‘Mavi Anadoluculuk’tur. Bu düşünsel birlikteliğe Sabahattin Eyüboğlu’da katılır. Birçok mitoloji kaynağını bu dönemde yayınlarlar. Bu akım mitolojinin esas kaynağının Anadolu olduğunu ve Türklüğün Anadolu kavimlerinden evrimleştiğini savunur. Kurulmaya çalışılan bu ontolojik bağ sürekli tarif edilen Orta Asya Türklüğü tezinin tam karşısındadır. Bu sebeple değişik çevrelerden yoğun eleştiriler alırlar. Bu eleştiriler yeni kurulan cumhuriyete yeni bir hafıza kazandırmak amacının ütopik olduğu görüşündendir. Bakın bu eleştiriler hakkında Balıkçı ne demekte;

“sen kritiklere fazla ehemmiyet veriyorsun, insan iki kulağını da kritiklere verirse hapı yutar. bir kulağını kritiklere, birini de kendi gönlüne çevirirse, yürür ama topal yürür… İki kulağını da kendi gönlüne verirse, yürür değil uçar. Nasıl gönlüne ve telakkine hoş geliyorsa gönlün öyle açılsın, bazı kuşlar vardır, uyurken kanatlarını başlarının altına alırlar ve uyurlar. Sen de öyle yap, başını kanadının altına al da, kendi yüreğini dinle. O ne diyorsa onu yap. Ama beğenmeyeceklermiş, varsın beğenmesinler. Senin hayata karşı vazifen (bu sözü hiç sevmem) kendin olmaktır. Yoksa hiç kimse senin ayağının serçe parmağının küçük tırnağını bile yaratamaz. Kendine itimat için ortada bu kadar sebep varken, bu itimatsızlığın anlaşılır şey değil yahu. Kendi yazılarım için sana yazacağım. Zaten bu mektup değil, yazarım gene! Merhaba, gözlerinden çok çok öperim, merhaba Azra.”( 11 Mayıs 1957 Tarihli Mektup) 

Son söz

Halikarnas Balıkçısı’nın görüşlerine katılmayabilirsiniz ama bu, onu okumanız için bir engel oluşturmamalı. Çünkü Ege’nin derinlerinden gelen bu ses sizin için geçmişten şarkılar yazan bir Balıkçı’nın sesidir. İlk görüşte âşık olduğu Bodrum maalesef iktidarların imar politikalarına kurban edilmiştir. Bu güzel, küçük Ege kasabasının gerçek ruhunu bulacaksınız bu eserlerde. Üstelik bu ruhu Bodrum’un köylüleri hala Balıkçı ile birlikte hatırlamakta. Yolunuz düşerse Bodrum’a, bir köy kahvesinde oturan yaşlı deniz adamlarına sorun onu, hep bir ağızdan diyeceklerdir: MERHABA MERHABA. Merhaba Halikarnas Balıkçısı…

Uğur Okman – edebiyathaber.net (30 Ekim 2013)       

Yorum yapın