Dillere pelesenk “İnsanlığımdan utandım” lafı ne kadar gerçekçidir? | Filiz Gazi

Şubat 10, 2014

Dillere pelesenk “İnsanlığımdan utandım” lafı ne kadar gerçekçidir? | Filiz Gazi

filiz-gaziBaşlı başına insanın matah bir şey olmadığı ortadayken,  “İnsanlığımdan utandım” ne demektir peki? Düşünülmeden söylenilen, altı üstü hiç eşelenmeden kabul edilen, mantık yürütme hususiyetiyle en kabul edilemez söz öbeğidir diyebiliriz.

Sigmund Freud bir keresinde ‘Birbirinden son derece farklı bir dizi insanı aynı şekilde açlığa terk edin. Kaçınılmaz açlık dürtüsünün artışıyla birlikte, bütün bireysel farklılıklar bulanıklaşacak ve bunun yerine doyurulmamış bir güdünün tekbiçimli dışavurumu görülecektir,” demişti. Şükürler olsun ki S. Freud toplama kamplarını içeriden tanımaktan kurtuldu. Onun hastaları, Auschwitz’deki kuru tahtaların üzerine değil, Viktorya kültürünün pelüş tarzı sedirlerine uzanıyordu. Toplama kamplarında ‘bireysel farklar bulanıklaşmıyordu,’ tam tersine daha bir farklılaşıyordu; orada insanların, hem domuzların, hem de azizlerin maskesi iniyordu.

Psikiyatrist Dr. Victor E. Frankl acı çektiğini söyleyen kimi hastalarına “Neden intihar etmiyorsunuz?” diye sorar. Yanıtlar, dosdoğru bir neden-sonuç ilişkisi üzerinden anlaşılabilecek gibi değildir. Sonuç olan nedeni imler. Neden ise daha sonuç yaşanmadan sonucun yerine geçebilecek anlamdadır. Latince finis kelimesinin iki anlamı varmış örneğin: Son ya da varış, ulaşılacak bir hedef. Frankl, Nietzche’nin bir sözüne de hatırlatarak (“Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıla katlanabilir”) var oluş için bir tek hedefin, bir tek amacın yeterli olduğunu söyler.

Anlama yönelik arayış isteğinin insandaki sonucu ya da nedeni, direnebilme gücüdür. Frankl, Freudcu psikanalizin önemli bir unsurunu oluşturan “haz ilkesine” ve Adlerci psikolojinin dayandığı “üstünlük arayışına” karşı “anlam isteminden” bahseder. Her şeye karşı yaşama evet demek yani “trajik bir iyimserlik” halidir bu. İnsanı kabaca her şeye alışabilen bir varlık olarak tanımlayan Dostoyevski’nin sözlerini “Evet, insan her şeye alışabilir, ama nasıl olduğunu bize sormayın,” diye yanıtlar.

33082610325154334Frankl, kendisini psikanalist değil, psikoterapist olarak tanımlar. Gene kendi teorisi olan “logoterapiyi” savunur. Psikanaliz sırasında hastanın divana uzanıp hoş olmayan şeyleri anlatır. “Logoterapide ise hasta dik oturabilir, ama bazen duyulması hiç hoş olmayan şeyleri duyması gerekir.

Yunanca bir kelime olan “Logos”, “anlam” demektir.  Logoterapi ya da bazı otoritelerce “Üçüncü Viyana Psikoterapi Okulu” olarak adlandırılan teori ise, insan varoluşunun anlamı kadar insanın böyle bir anlama yönelik arayışı üzerine de odaklaşmasıdır. Bu teoriye göre kişinin kendi yaşamında bir anlam bulma arayışı, insandaki temel güdülendirici güçtür.

Babası, annesi, erkek kardeşi ve karısı toplama kamplarında ölmüş, ailesinden geriye bir tek kız kardeşi kalmış VictorE. Frankl’nin 9 günde yazdığı, “İnsanın Anlam Arayışı” kitabı 19 dile çevrilmiş. İki buçuk milyona yakın bir satış sayısına ulaşmış. Böylesine büyük bir başarı için ne hissediyorsunuz gibi sorulara Frankl, kişisel bir başarıdan kaynaklı bir yanıt bulamaz. Onun için bu başarı, çağın içinde bulunduğu acınası durumun bir dışavurumudur. “…eğer yüz binlerce insan, yaşamın anlamını ilişkin çok az şey vaat eden bir kitaba yöneliyorsa, bu, insanların iliklerinde hissettikleri kavurucu bir sorun demektir.

Kitabın Toplama Kampları deneyimlerini anlattığı ilk bölümünde şöyle bir anısı var Frankl’nin: Ateşi çok yüksek, çoğunlukla hezeyanlı, birçoğu da can çekişmekte olan tifüslü hastaların bulunduğu bir barakada bir süre kalmıştım. Hastalardan birisi öldükten sonra, her ölümle birlikte defalarca tekrarlanan aşağıdaki sahneyi coşkusal bir alt-üst oluş yaşamaksızın izledim. Tutuklular, teker teker, hala sıcak olan cesede yaklaştı. Birisi patates ezmesinden arta kalanları kaptı; bir diğeri tahta takunyalarının kendisininkinden daha iyi olduğuna karar verip değiştirdi. Üçüncü bir tutuklu ölünün paltosuna el koydu, bir diğeri de gerçek kaytan bulmaktan (bir düşünün!) memnunluk duymuştu.

Bu örnek şu açıdan korkunç. Faşizmin yaptığı değil konumuz. Faşizm karşısında insanın istemsizce yaşamaya devam edebilmesi.

Tarihin tekrarlardan oluştuğu söylenir. Evrim teorisinin iki ana unsuru olan seleksiyon ve mutasyonun biyolojik sonuçlarından bağımsız, bir sosyal bilim olma sebebiyle beşeri bir bilim olan tarihte, tekerrür edenler “insani” şeylerdir. “İnsani” dediğimiz hemen herkesin olumlu anlamda kullandığı bir tabir. Oysaki yarım yamalak tarih bilgisine sahip her insan bilir ki tarih hep insanın insana, hayvana, yeryüzüne yaptığı zulümlerden ibarettir. Bu gerçekle “Bu hiç insani değil” dediğimiz şeylerin çoğunun da çok insani şeyler olduğu çıkar ortaya. Madımak Katliamı, Maraş Katliamı, Roboski, 1915, Auschwitz, Hiroşima… Başlı başına insanın matah bir şey olmadığı ortadayken,  “İnsanlığımdan utandım” ne demektir peki? Düşünülmeden söylenilen, altı üstü hiç eşelenmeden kabul edilen, mantık yürütme hususiyetiyle en kabul edilemez söz öbeğidir diyebiliriz.

İnsanın Anlam Arayışı’nda, V. E. Frankl’i insanı, yekpare bir bakış açısının at gözlüğüyle anlatmaya kalkışmamış. Kötülük hasıraltı edilmemiş; erdemli hiçbir davranış da önemsiz görülmemiş. Her yönüyle “insan” anlatılmış: “Bizim kuşağımız gerçekçi bir kuşak, çünkü insanı gerçekte olduğu şekliyle tanımaya başladık. Her şey bir yana, insan, Auschwitz’in gaz odalarını icat eden varlıktır; ama dudaklarında duayla ya da Shema Yisrael ile gaz odalarına dimdik yürüyen varlık da insandır.

Filiz Gazi – edebiyathaber.net (10 Şubat 2014)

Yorum yapın