
“Soyadı düzyazıdır, adsa şiir. Bazı insanlar hayatlarını soyadlarının onulmaz romanını okuyarak geçirir. Ada gelince, kaprisler, niyetler, önyargılar, ihtimaller, duygular burada gizlidir. Ve genellikle bu, anneyle babanın birlikte yazdığı tek eserdir.”
Kız olarak doğsaydım adım Jennifer Zambra olacakmış. Böyle karar vermişler. Prospect Heights semtinde bir diner’da flörtleşirken annene anlattığım ilk şeylerden biri buydu. Aslında sohbete ağaçlardan ve migrenden bahsederek başlamıştık. Oliver Sacks’in ölümüne sanki bir akrabanın ya da ortak bir arkadaşımızın ölümü gibi üzülmüştük.
Top sahasının ortasındaki takım kaptanları ya da egzotik ülkelerin çekingen elçileri gibi Emmanuel Bove ve Tamara Kamenszain’in kitaplarını değiştokuş ediyorduk. İlk dakikalarda gerginlikle başa çıkmak pek kolay olmuyordu, bu nedenle hararetli bir şekilde menüleri okuyorduk, sanki yazılarda hata arıyor gibiydik. Sonra da bize uzak insanların karmaşık aşk ilişkilerini çekiştiriyorduk, belki de bizimkileri.
Sonunda daha sakınımsız bir şekilde birbirimizin gözlerinin içine baktık. Bir dakika boyunca süren gürültülü mü gürültülü, eski moda heteroseksüel sessizlikti bu. Beklenmedik itiraflar, hobilerimiz ve fobilerimiz hoşça art arda dizildi. Ve vaatlere benzeyen belirsiz sözler.
Annene alternatif erkek ismini sormak nereden aklıma geldi bilmiyorum. Sorumun belli bir bağlamı vardı ama hatırlamıyorum. Şimdi düşünüyorum da kötü bir hamleydi, belki de en kötüsü. Neyse ki annen bu soruyu o kadar da tuhaf karşılamadı. Gereksiz bir şekilde saçını düzelttiğini hatırlıyorum, yüzüne öylesine bir gülümseme yerleştirmek ister gibiydi.
“Önce sen,” dedi bilgiç bir tavırla.
Böylece birden kendimi Jennifer Zambra hakkında konuşurken buldum. Çocukluğumun bir döneminde kim bilir hangi aktristen esinlenerek düşündükleri bu yabancı isim aklıma geldikçe içerlerdim. Annemle babam bu ismi, beni nasıl da her türlü alayın konusu haline getireceğini hiç düşünmeden seçmişlerdi.
Fakat zamanla annemle babamın Villa Portales’te bir apartman dairesinde bu büyülü ismin muhteşem tınısına kapılıp gittiği sahneyi hayal ederken sevecen duygular hissettim. Belki de o zamanlar iki yaşlarında olan ablam muhtemel halefinin ismini söylemeyi becerebilmişti.
Soyadı düzyazıdır, adsa şiir. Bazı insanlar hayatlarını soyadlarının onulmaz romanını okuyarak geçirir. Ada gelince, kaprisler, niyetler, önyargılar, ihtimaller, duygular burada gizlidir. Ve genellikle bu, anneyle babanın birlikte yazdığı tek eserdir.
Öyle ki annemle babam muhtemel erkek çocukları için hiçbir antolojiden eksik kalmamakla beraber göze de çarpmayacak geleneksel bir şiir yazarken muhtemel kız çocukları için daha cüretkâr, radikal ve tartışmalı bir ad seçmişler. Sınırları zorlayan bir ad.
Ergenlik çağına geldiğimde Jennifer Zambra’nın hayatının ne kadar zor, yalnız ve skandallara gebe olduğunu sık sık düşünürdüm. Hatta onu rüyamda görürdüm. Boş bir okul bahçesinde duvar tenisi oynadığını görmüştüm. Ya da Horoz Ayini sırasında ölesiye sıkılırken. Ya da kendisini herkesten soyutladıktan sonra muhteşem kuzguni saçlarını zafer dolu bir edayla örerken.
Jennifer Zambra’nın hangi arkadaşlarımla yatacağına, hangi arkadaşlarımla sadece arkadaş kalmayı düşüneceğine karar vererek saatler geçirirdim. Hatta sınıftan bir arkadaşıma iki koldan –kurgu olan ve kurgu olmayan şekilde– âşık olmaya çalıştım. Belki bunu başardım da.
Ama Jennifer’i unuttuğum da oluyordu. Ya da onu unutmuş numarası yaptığım. Ya da doğrudan onu reddettiğim. Hatta onunla alay bile ettim. Hem de herkesin önünde. İsmine, giyim tarzına, makyajına güldüm. Sırf onu gülünç duruma düşürmek için günlüğünden utanç verici kısımları yüksek sesle okudum. Günlüğü yazan da bendim.
Ne büyük aptallık. İçimizdeki insanlarla konuşmak kolay bir şey değil. Ama yapılabilir de. Kurguyu cezalandırıyoruz, fıkraları cezalandırıyoruz, rüyaları cezalandırıyoruz, müziği cezalandırıyoruz, öteden beri birlikte yaşadığımız insanları cezalandırıyoruz. Sonunda gerilim filmi olmadığımızı anlıyoruz, gerilim bizzat biziz.
O akşam diner’da annenle bunlardan bahsettik. Çok fazla konuşmaktan ötürü duyulan o ince paniği önceden hissetmiş olmalıyım. Neyse ki garson araya girdi, galiba her şeyin yolunda olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Sonra annen tuvalete gitti, telefonuna baktı ve şimdi ne olduğunu hatırlamadığım ama senaryoyu baştan aşağı değiştiren acil bir haberle dünya bizi böldü.
“Sıra sende,” dedim soruyu unutmuş olduğunu düşünerek.
“Evet, biliyorum,” diye cevap verdi.
Annen işte o anda senin adını söyledi, şimdi bu ad sadece sana ait fakat eğer XY olsaydı annenin adı olacaktı.
“Annemle babam erkek olacağımdan o kadar eminmiş ki kız ismi düşünmemişler bile,” dedi annen romantik bir kahraman pozuna bürünerek. “Benim için doğaçlama yapmak zorunda kalmışlar, oracıkta bir ad uydurmaları gerekmiş.”
Annen tarçınlı tostunu yerken ben şimdi sadece sana ait olan o adı düşündüm; tınısını, güzelliğini. Neredeyse körlemesine sayılacak o buluşmada bizi sarmaladığını düşünmek şimdi çok hoşuma gidiyor. Eminim orada bir yerdeydin, bir kenara sinmiştin. İlk flörtleşme ânında hayata başvurunu yapmış gibiydin. Formu doldurmaktan ötürü mutluydun.
“Oğullarından birine bu ismi verebilirsin,” dedim annene çok mu az mı sürdüğünü bilmediğim bir sessizlikten sonra. “Benim oğullarımdan biri de bu adı alabilir.”
İkinci cümle gereksizdi, hatta belki ilki de. Çünkü hayatta bazı kurallar vardır. Annen bana susmam için yalvarırcasına baktı. Kolay olmadı, birkaç şey daha söyledim ama sonunda çenemi kapamayı becerdim.
“Metroya yürüyebiliriz,” dedi sonra.
Bu ne bir soruydu ne de davet, sadece yüksek sesle düşünmüştü. Hesabın gelmesini bekledik, ödedik, yani bu eylemlerin hepsi oldu bitti ama muhteşem bir akşamı mahvetmiş olmanın verdiği acıdan fazlasını hatırlamıyorum.
“Ne kadar coşkulusun,” dedi metroya varmak üzereyken.
Pek iyi bir not sayılmazdı: beş üzerinden iki yıldız, yuvarlayınca üç. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bu kronik heyecan sorununu hep yaşarım. Ona böyle cevap vermeliydim. Ama o gülümsedi, birkaç saniyeliğine kolumu tuttu, sanki benden destek alıyormuş gibi.
Ayrılırken, “Ben Jennifer Zambra’yla arkadaş olmak isterim,” dedi. “Yakın arkadaş olacağımızı hissettim. Hatta arkadaştan da fazlası.”
Sarıldık, annen gülmekten kırılarak metroya indi, ben de uzun süre kalabalığa bakakaldım. Hava yeni kararmıştı, serinliyordu, saatlerce yürümek için mükemmel bir geceydi. Hikâye elbette devam ediyor, gittikçe güzelleşiyor. Sonra sana etraflıca anlatırım.


















