Çiziyorsam Sebebi Var: Bartu Bölükbaşı | Ayşe Yazar

Mayıs 1, 2021

Çiziyorsam Sebebi Var: Bartu Bölükbaşı | Ayşe Yazar

Çizimle olan ilişkiniz ne zaman başladı?

 Açıkçası bunu yanıtlamak zor çünkü çizimle ilişkiniz daha bebeklikte yaptığınız resimlerle başlıyor. Hemen hemen herkes bebeklik ve çocukluk sürecinde bir biçimde resimle ilişkilenmiştir fakat bunlardan oldukça küçük bir bölümü çizim yapmayı bir dışavurum haline getiriyor. Bilinçli bir çizim faaliyetinden ziyade bir refleks gibi. çocuklukta herkesin hissettiği olağanüstü bir can sıkıntısı vardır, kişinin üstüne kara bir bulut gibi çöker ve sizi boğar. Çoğu çocuk bu noktada dışarı çıkıp mahalle maçı yapar veya kaldırım kenarında taso oynardı. Ben nedenini bilmediğim bir sebepten gazete kenarlarına karakterler çizerdim. Çocukluğum bol bol Asterix izleyerek geçtiği için tarih ve mitoloji merakım erken yaşta uyandı. Şansıma babamın kütüphanesi bu tip kaynaklar bakımından hayli zengindi. Çoğu kitap birer sosyal bilim eseri olmasına rağmen kendi yaşıma uygun bir kaynak olmadığı için bilimsel makalelerle çok erken yaşta tanışmış oldum. Şu an düşününce gerçekten absürt geliyor fakat 12 yaşındayken Lev Nikolayeviç Gumilev’in Eski Türkler kitabını okuduğumu hatırlıyorum. Aynı dönemde Yunan mitolojisi klasikleri, İlyada ve Odysseia ile tanıştığımı hatırlıyorum. Kritik değişim 12 yaşımın sonunda oldu. Yazlıktaki bir büfenin gazete reyonunda tesadüfen Conan’ı ve Kötü Kedi Şerafettin’i aynı anda keşfettim. Böylece hem çizgi roman hem de yerel mizah kültürümüze eşzamanlı dalış yapmış oldum. Takip eden yıllar boyunca sosyal bilimler ve çizgi roman okumalarım çeşitlendi. ortaokul ve liseyi okuduğum Denizli ilginç bir şehirdi. İzmir kadar kentli bir kültürü olmamasına rağmen ticaret bakımından gelişkin olduğu için çizgi roman dâhil birçok ürünü bulabiliyordunuz. Mesela FRP kültürü sadece İstanbul ve İzmir’de gelişmiş olmasına rağmen Denizli’nin bazı kitabevlerinde Dungeons&Dragons kutu oyunu setleri mevcuttu. Bu dönemde Suat Yalaz ve Nuri Kurtcebe’nin eserleri ile tanıştım ve Türk tarihi üstüne çizim yapma hevesim resmen alev aldı. Fakat Anadolu Lisesine gidiyordum ve her çizim yaptığımda disiplinlik olduğum bir okul hayatım vardı. Eğitim hayatım bu bakımdan berbat geçti diyebilirim.  Ailem devlet memuru olduğundan çok fazla şehir değiştirdik ve her defasında niteliksiz okulların niteliksiz öğretmenlerine denk geldiğimden derslerimde gösterdiğim başarı giderek düştü. Sadece Tarih ve Coğrafya derslerini dinleyip geri kalan derslerde çizim yapıyordum. O dönemde ailem çizerliğimin hoş bir hobi olarak kalması gerektiğini düşündüklerinden beni güzel sanatlar lisesine yollamayarak hayatlarının hatasını yapmış oldular. Hatırlamak bile istemediğim kadar kötü lise yıllarını atlatmamı sağlayan tek şey bu dönemde okuldan sonraları gittiğim bir çizim kursuydu. İki senelik atölye eğitiminden sonra nihayet üniversite sınavı aşaması geldi. Eskişehir’deki Çizgi Film Animasyon Bölümünü istiyordum fakat bu bölüm hariç girdiğim her bölümün sınavını kazandım. Ailemin yönlendirmesi ile Akdeniz Üniversitesi GSF’nin İç Mimarlık Bölümü’ne girdim. Fakat en ufak çizerlik yeteneği olan adamı bile intihara sürükleyecek kadar sıkıcı bir bölüme geldiğimi fark edip yarı dönemde okulu bıraktım. Denizli’ye dönüp yeniden hazırlandım. Bu sefer de Eskişehir’i kazanamamıştım fakat Kütahya’da Çizgi Film Animasyon Bölümü vardı. Gözümü karartıp Kütahya’ya gittim. Antalya’dan Kütahya’ya gitmek müthiş bir kültürel şoktu tabii buna karşın Eskişehir’e bir biçimde girmeyi kafaya koymuştum. Sene sonunda Anadolu Üniversitesine yatay geçiş yaptım. Fakat girmek için on takla attığım Animasyon bölümü de pek beklediğim gibi değildi. Öğrencilerin çizimsel yetenekleri yetersiz ders programı altında baskılanıyor ve fakülte piyasadaki animasyon şirketlerinin işgücü talebine göre öğrencileri şekillendirmek istiyordu. Uygulamada bu süreç illüstrasyona yönelen öğrencileri düşük notla terbiye ederek 3d programlara yönlendirmek biçiminde gelişiyordu. Fakat İllüstrasyon ve çizgi romanla uğraşan görece büyük bir grup olduğundan ölmeyecek kadar notlarla mezun olmayı başardık. Tahir Aksoy, Nazan Çelik ve Faruk Atalayer hocalarımız bu sarsıntılı dönemde bize yardımcı oldular. Bugün diğer mezun arkadaşlarımla konuştuğumda Heykel bölümü okusaymışız motivasyonumuz daha yüksek olurmuş diyoruz.

En azından desen dersleri daha fazlaydı ve çizim yapan adamın dönem ortalaması bakımından falakaya yatırılması gibi sonuçlarla karşılaşmıyorlardı. Tüm bunlara rağmen Eskişehir öğrencilik için en güzel şehirlerden biri ve bölümdeki teknik ekipmanlar istediğiniz alanda uzmanlaşmak için yeterli. Mezun olduktan sonra ilk profesyonel işimi polisiye ve tarihi kurgu yazarımız Ahmet Ümit ile yaptım. Kendisinin Elveda Güzel Vatanım romanını çizgi roman haline getirdim. Bu süreçte bana inanılmaz yardımları dokundu. Hikâyenin geçtiği yerleri bana Beyoğlu’nda karış karış gezdirdi. İstisnasız tüm sorularımı yanıtladı, gerekli kaynakları sağladı ve yayınevi ile olan iletişimimde bana büyük yardımı dokundu. Şu an olduğum noktaya gelmemde kendisinin katkısı büyüktür. Sanatçıyı kendi uzmanlığında bu kadar serbest bırakabilen birini hiç tanımamıştım. Keşke ülkemizdeki herkes bu kadar özgüven sahibi olabilse. Bu bakımdan Ahmet Ümit sadece büyük bir yazar değil ayrıca örnek bir insandır. Elveda Güzel Vatanım çizgi romanı yayınlandıktan sonraki iki yıl Prag’ta yüksek lisans yapıyordum ve kendi çizgi roman projemi oluşturmak için gerekli tecrübeye sahiptim. Gesar bu süreçte doğdu diyebilirim.

Çizer kitaba nasıl hazırlanır?

 Bir projeye hazırlanmak aylara hatta yıllara yayılan bir planlama becerisini gerektiriyor. Her gününüz kompartımanlara ayrılmış bir lokomotifi andırıyor ve gün bittiğinde her kompartımanda yeterince vakit geçirmiş olmanız gerekiyor. Onlarca eskiz ve not defteri dolduruyorsunuz. Şahsen gün içinde beş buçuk saatimi çizime, iki buçuk saatimi makale ve roman okumaya ayırıyorum. Kafamı kaldırdığımda gün bitmiş oluyor diyebilirim. Planlı okuma yaptığınızda geliştirmek istediğiniz proje ile ilişkili metinleri ve görselleri bir yere toplayıp günde birkaç saatinizi bu küçük arşivde geçirirsiniz. Not çıkarırsınız, referanslar oluşturursunuz, görsel dokümanları yaratırsınız. Bu noktada dışarıdan bakan biri için işinin ehli bir gazeteci veya araştırmacı yazardan farkınız yoktur. Çalışmadığım zaman aralıklarında ya spor merkezinde oluyorum ya da bir arkadaşımla kahve içip kafa dağıtmak için evden ayrılıyorum.

Özellikle uzun soluklu projelerle uğraşıyorsanız bu rutin bitmek bilmez biçimde hayatınızı belirler öyle ki siz oturma odanızda çalışırken yanınızdaki pencerenin dışında mevsimler gelir geçer. İnsanlar karınca sürüleri gibi hızlıca bir yerden bir yere giderler ve masanızın üstündeki çizimler adım adım hacimlenmeye başlar. Projeniz bittiğinde rahat bir nefes alırsınız ama göz ucuyla bilgisayar ekranındaki takvime baktığınızda tam bir yıl geçmiştir. Bu da haliyle sevincinizi kursağınızda bırakan bir burukluk oluşturur.

Çizimlerinizi yaparken yazar ya da editör ile nasıl diyaloglar gelişiyor aranızda?

Şahsen bir başkasının işini çizgi romanlaştırıyorsam yazarın görüşünü hayli ciddiye alırım. Ahmet Ümit’le çalıştığım sırada söz konusu roman İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde geçtiği için karakterlerin restoranda yedikleri yemekten giydikleri üniformalara kadar çeşit çeşit tasarım yapıp her adımda kendisinin fikrini alıyordum. Bir noktadan sonra kendisi de araştırmacılığıma güvendi ve tasarımların tamamını benim inisiyatifime bıraktı. Yayınevi ile ilişkilerin yazar ile olduğu kadar sağlıklı olamayacağını belirtmek isterim. Bu durum tek başına yayınevlerinin politikasından kaynaklanmıyor. Türkiye’de ne yazara ne çizere saygı duyulduğundan aldığınız telif ücreti maksimum %10. Bu adeta bir küfür gibi. Düşünün bir çizer bir yıl uğraştıktan sonra eserini yayınevine bırakacak ve karşılığında iki asgari ücret toplamına yakın bir ödeme alacak. Bu kişinin sanatını icra ederek geçinmesi mümkün değil. Eğer başka bir yerden finansal destek bulmaz ise iş gücüne dâhil olup sıradan bir emekçi olarak ölüp gidecektir. Bu durum ülkemizin kültürel çöllüğünün en büyük sebebidir fakat yetkili makamlarca önemsendiğini bile düşünmüyorum. Bunun yanı sıra yayınevleri de bu durumun tek sorumlusu değil. Onlar da aracıların haraç boyutlarına varan komisyonlarından ve medyanın tekelleşmesinden yakınıyorlar. Düşünün ünlü bir mağaza zincirinin yayınevleri ile sözleşmesi şöyle; ‘’ Sizden 50 adet kitap alırız, iki hafta rafta kalır. Satılmadığı takdirde size iade ederiz ve tek kuruş da ödemeyiz’’. Bu durum nasıl bir hukuk çerçevesine sığdırılmış aklım almıyor. Buradan küçük yayınevlerine de sabır diliyorum. Bu koşullar altında bir yayınevinden tek beklentim sözleşmeye sadık kalması oluyor haliyle. İşe başlamadan önce tüm planınızı tane tane anlatmanız ve yayınevi müdürünün onayını almanız gerekiyor. Eğer kendinizi düzgün ifade edemezseniz işin bitmesine yakın ciddi pürüzlerle karşılaşabilirsiniz. Türkiye’de sözleşmeler tamamen çizerin-yazarın aleyhine işliyor. Lehinize tek bir madde bile yok desem yeridir. Çok dikkatli olmak ve fevri olmamak gerekiyor. Hele ki arkanızda Ahmet Ümit gibi ağırlık sahibi bir referans yoksa sabırla kendinizi ifade etmeniz ve bir orta yol bulmakta ısrarcı olmanız lazım.

Sanatınızı/çizimlerinizi beslemek için neler yapıyorsunuz?

Bahsettiğim rutin çerçevesinde hareket ettiğim için bir yıl içinde yüzlerce tasarım yapıp onlarca kitap ve makale okumuş oluyorum. Bunun dışında oyun sektöründeki gelişmeleri ve sinemayı takip ediyorum. Piyasadaki teknik gelişim ışık hızında ilerlediği için geri kalmamak adına görsel ve yazılı tüm kaynakları sünger gibi emmeniz lazım.

 Bir kitabın rafta yerini alana kadar geçirdiği mutfak sürecini çizer cephesinden anlatır mısınız?

 İlk aşama hayal kurmak. Fakat aylara yayılan ve saplantı derecesinde bir fantezi kurma durumu bu. Kendi hayalleriniz içinde boğulduğunuz ve gündelik hayatı fanteziden sadece ince bir perdenin ayırdığı bir dönem. Ardından zihninizde beliren imgeleri ayrıntılı biçimde not almaya başladığınız aşama geliyor. Bu noktada henüz akıl dışı olan hayallerinizi tasarım kurallarına göre yeniden biçimlendiriyorsunuz ve projenizin başını, ortasını, sonunu kabaca belirliyorsunuz. Sonrasında çizimsel tasarım kısmı geliyor ve en detaylı aşama başlıyor.

Aylar süren yoğun çizim maratonundan sonra storyboardlar çıkartıyorsunuz ve nasıl ilerleyeceğinize dair yazılı bir şema oluşturuyorsunuz. Tahmini bitiş süresi ve aksaklık payı hesaplanıyor. Bu süreç de sona erdikten sonra çizime başlıyorsunuz. Şahsen önce eskizlerin tamamını bitiriyorum ardından çini ve renklendirmeyi tamamlıyorum. Diyalogları en son ekliyorum ve dosya formatını kontrol ettiğim teknik detaylarla dolu sağlama kısmını tekrar tekrar inceliyorum. Ben iş bittikten sonra yayınevine gitme taraftarıyım aksi takdirde tasarımınıza müdahale etme riskleri yüksek oluyor. Kabaca anlatabileceklerim bu kadar. Teşekkür ederim.

edebiyathaber.net (1 Mayıs 2021)

Yorum yapın