‘Çıplak ve Yalnız’ çok katmanlı bir roman | Onur Uludoğan

Kasım 14, 2013

‘Çıplak ve Yalnız’ çok katmanlı bir roman | Onur Uludoğan

ciplak-ve-Yalniz_167406_1

Hamdi Koç, dört yıl süren bir yazma mücadelesinin ardından son romanı, Çıplak ve Yalnız’ı nihayet bitirebildi ve kitap Ağustos 2013’te yayımlanabildi.

“Yazma mücadelesi” kavramını bilinçli olarak kullanıyorum. Bu yargıya Koç’un, Radikal Kitap’tan Bedia Ceylan GÜZELCE’yle yaptığı söyleşideki şu sözlerinden yola çıkarak ulaştım:

“Tam dört yıl oldu. Tam ama. 2009 yaz sonu Bodrum’da başladım, bu yaz ortası bitirdim. Dört yıl boyunca romanın niye bu kadar uzun sürdüğüne bir türlü akıl erdiremedim, inanır mısınız? Romanı yayıncıma teslim etmezden daha on, on beş gün önce karıma “Bu roman galiba bitmeyecek, Esin” diye yakınıp duruyordum. Valla, gülmeyin. Ya bakıyorum, yüzlerce sayfa olmuş ama daha ortada hiçbir şey yokmuş gibi geliyor. Dört sene boyunca kaç kez yanlış bir şey yapıyorum, yazılamayacak bir şeyi yazmaya çalışıyorum, kendimi kandırıyorum, bu yaşta hayatımı yok yere harcıyorum, bu hikâye imkânsız bir hikâye duygusuna kapıldım, kaç kere ciddi depresyon geçirdim.”

II

Çıplak ve Yalnız, Koç’un da yukarıda belirttiği gibi, üzerinde ciddi anlamda uğraşıldığı belli olan çok katmanlı bir roman.

Bu kapsamda,  romanı oluşturan katmanlardan kısaca bahsedebiliriz:

Romanın ilk katmanını, yaşayan hiçbir akrabası olmadığını düşünerek yaşayan Mesut Akarsu’nun, amcasının ölüm haberini almasıyla başlayan ve cenazeye katılmak için gönülsüz de olsa Ünye’ye gitmesiyle başlayan olaylar oluşturuyor.

Sağlam bir mirasa konduğunu düşünen Mesut, bir an önce paraya kavuşmak için Ünye’ye gider, tüm isteğine ve çabasına rağmen bir türlü geri dönemez. Kendisi farkında olmasa da tüm yaşamını alt üst edecek olaylara kapılmıştır bir kere.

Çıplak ve Yalnız’ın ikinci katmanını ise oldukça başarılı bir şekilde anlatılan “taşra sıkıntısı” oluşturur.

Mesut Akarsu, Ankara’da yaşayan bir şehirlidir. Aile, akrabalık ve hatta arkadaş kavramlarına bile uzakken aniden, kendisini herkesin birbirini tanıdığı bir kilometre karelik bir çembere hapsedilmiş bulur. İlk başlarda bu hapsedilmişlik duygusu Mesut’u boğsa da zaman geçtikçe bu dinginlik ve yaygın ilişki ağları Mesut’un da hoşuna gitmeye başlar.

Romanın üçüncü katmanını ise, anlatılan olayların geçtiği zamanın siyasal ve sosyal olayları oluşturur.

Romanda asıl anlatılan olaylar 1960 darbesinin yapıldığı günlerde geçmektedir. Fonda bir yandan Adnan Menderes ve arkadaşlarının yargılanmaları yer alırken diğer yandan da askeri yönetimin taşradaki ve Ankara’daki uygulamaları ve izleri biz okurlara sunulur.

Aslında, Çıplak ve Yalnız’da zaman kullanımı başlı başına bir inceleme konusu olabilir.

Çıplak ve Yalnız’da sık sık zamanda sıçramalar yaşarız. Hamdi Koç, okurlarını aynı sayfa içinde bir anda bin dokuz yüzlerin başından sonuna kadar hızlı bir yolculuğa çıkarır.

Bu durum da romanı daha bir dikkatle ve zevkle okumamızı sağlayan bir diğer unsurdur.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım durumu Selim İleri, şu cümlelerle ifade eder:

hamdi-koc-egoistokur-gulenay-borekci-ciplak-ve-yalniz“Romanın anlatıcısı, amcasının ölüm haberini alıyor. Bir telefon konuşması. Yengesi onu Ünye’ye çağırıyormuş… Önce, itiraf edeyim ki, anlatıcı cep telefonundan konuşuyor sandım. Hamdi Koç okuru şaşırtmacalara alıp götürmekten usta yazarlara vergi bir tat alıyor. Çok geçmeyecek, anlatıcı, bir amcasının olmadığını söyleyecek. Şehirlerarası telefonda santral memuresinin yanlış numarayı bağlaması…

Şehirlerarası telefon işin içine girince durakaldım. Hamdi Koç hangi yıllardan söz açıyor? Çıplak ve Yalnız’ı daha dikkatle okumam gerektiği kanısına vardım.

Ama yazarın ‘oyunbazlığı’ sürdü: Bu kez de hem ölen amca, hem şehirlerarası telefon konuşması bir rüya çıktı. Yok, rüya da değilmiş. Peki Hamdi ne yapmak istiyor? Gözüm zaten bozuk, bana vakit mi kaybettiriyor? Bu 599 sayfa böyle nasıl gider?..

Gelgelelim tuhaf bir çekicilik sarıp sarmalıyor, yeniden okumaya koyuluyorsunuz. Ve gerçekten inceliklerle örülü, çok emek verilmiş bir ‘zaman kullanımı’ artık yakanıza yapışıyor.” (Radikal Kitap, 26.08.2013) 

Romanın dördüncü katmanını yine zamansal sıçramalardan bir diğer oluşturuyor.

Romanın dördüncü katmanını daha iyi anlayabilmek ve anlatabilmek için ciddi bir tarih taraması yapmak gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu taramayı yapmaya üşenenler Sevan Nişanyan’ın 3 Kasım 2013 tarihli yazısına bir göz atabilirler.

Nişanyan bu yazısında, “Karadeniz Rumlarını 1918’in ilk aylarından itibaren temizlemişler. Lozan’da protokole bağlanan mübadele planı gerçekte çok önceden yürürlüğe konmuş.

Giden Rumların malı mülkü ne oldu sanıyorsunuz?”

Sözleriyle gerçeklerin hiç de resmi tarihte yazıldığı gibi olmayabileceğini bize hatırlatmaktadır.

Çıplak ve Yalnız’da, Hamdi Koç da benzer bir sertlikle, romanın kahramanı Mesut Akarsu’yu kanlı bir geçmişle tüm ÇIPLAKlığıyla yüzleştirmekte.

Romanın, burada açıklayabileceğimiz son katmanını ise, romanın geneline yayılan mistik ve metafizik unsurlar oluşturuyor.

Bir cenaze bahanesiyle Ünye’ye giden kahramanımız, miras peşinde koşarken işin aslının oldukça farklı olduğunu ağırlıklı olarak, yaşadığı metafizik tecrübeler sayesinde öğrenebiliyor.

Hamdi Koç, burada oldukça başarılı bir ironi örneği sergiliyor.

Mesut Akarsu, yüzyılın başında gerçekleşmiş katliamlara ilişkin şüphelerini, katliamlara bizzat tanık olmuş, belki de katılmış, insanlara sormaya kalkıştığında tüm kapılar bir bir yüzüne kapanıyor. Durum böyleyken de gerçeklerin ortaya çıkması ruhların Mesut’la ilişkiye geçmeleri sayesinde gerçekleşebiliyor.

Romanın bu son katmanının da oldukça başarıyla anlatıldığını belirtmeden geçemeyeceğim. Bir sayfa önce Mesut’la şaşkın sütkardeşi Şükrü’nün diyaloglarına kahkahalarla gülerken kendimizi bir anda tüylerimiz diken diken olmuş bir şekilde bulabiliyoruz.

III

Çıplak ve Yalnız’ı oluşturan katmanları kısaca açıklamaya çalıştıktan sonra romanla ilgili genel birkaç değerlendirme yapabiliriz.

Çıplak ve Yalnız, oldukça rahat okunur bir kitap. Olayları, genç ve tecrübesiz Mesut Akarsu’nun gözünden anlatmaya çalışan görmüş geçirmiş bir anlatıcı var. (Kim olduğunu buraya yazarsam kitabın sürprizlerinden birisini açık etmiş olurum.)

Bu anlatıcı, oldukça eğlenceli bir dile sahip. Bu eğlenceli dil, Mesut’un yavaş çalıştığı söylenen kafasıyla birleşince kitabın özellikle ilk yarısında bana sıkça kahkaha attırmayı başardı.

Romanın bir diğer önemli unsuru da okurun merak duygusunu sürekli tetikte tutması. Hamdi Koç, okurun merak duygusunu canlı tutmak için oldukça parlak bir yol bulmuş. Koç’un tercih ettiği yöntemde, öncelikle olayların gelişimi biz okurlara uzun uzun anlatılıyor, sonrasında bir anda o olayın sonunda ne olacağı ya da işlerin nereye varacağı ya da elli yıl sonra kimin ne durumda olacağı okura açıklanıyor. Kitabın temelini oluşturan olayların başını ve sonunu öğrenen okur da doğal olarak ortadaki gelişmeleri merak ediyor.

Çıplak ve Yalnız, 599 sayfa gibi, kimi okurların gözünü korkutmaya teşne bir romanken, yukarıda anlatmaya çalıştığım unsurları sayesinde vakti olan okurların üç bilemediniz dört oturumda bitirebilecekleri bir roman.

Sonuç olarak, Çıplak ve Yalnız, bir yandan polisiyeye göz kırpan konusuyla, diğer yandan da bireylerin hayatından yola çıkarak tarihimizin kimi gizlenmiş noktalarını eşeleyen yapısıyla, bence, 2013’te yayımlanan en iyi romanlardan birisi.

Son Not: Hamdi KOÇ, Çıplak ve Yalnız’ı Gezi Parkı sürecinde öldürülen beş arkadaşımıza ithaf etmiş.

Bu satırları yazdığım sırada, Gezi Parkı olaylarında yaralanan ve durumu en ağır arkadaşımız Berkin ELVAN’ın ameliyatının iyi geçtiği ve iyileşme umudunun devam ettiğini öğrendim.

Dilerim, Hamdi KOÇ, kitabının yeni basımlarında “ithaf” sayfasına eklemeler yapmak zorunda kalmaz.

Onur Uludoğan – edebiyathaber.net (14 Kasım 2013)

Tüm yazıları>>>

Yorum yapın