
Melike Koçak, Hiçkuşu’nun ardından, ikinci öykü kitabı Çıplak Kalabiliriz ile tekrar okur karşısında. Evvela Koçak’ın öyküye dair emeğine değinmekte fayda var. Öykülerini okumadan evvel, Koçak’ın “bir öyküyü nasıl okuduğunu” görmek isteyenler için Beşinci Pencere Cemil Kavukçu Kitabı biçilmiş kaftan. Zira, Koçak’ın bahsettiğim kitaptaki -özellikle “Cemil Kavukçu’yla Gerçek-Rüya Yolculuğu” adlı yazı- yazılarını okuduğunuzda, öykünün yapısına dair derinliğini hissediyorsunuz. Bugün, bir zorundalık olmamakla beraber, kitapları binlerce evin rafına varan nice yazarımızın kalem oynattığı edebi türü “nasıl okuduklarına” dair bırakın bir kitabı yazısı dahi bulunmazken, Koçak’ın bu yöndeki emeği kıymetli.
Kendine has bir üslupla beraber, bir dil evreni kurmakta ısrarcı görünüyor Koçak. Okuduğunuz ilk anda çok kolaylıkla Koçak’ın yazdığını hemen anlayacağınız öyküler bunlar. Ama bu elbette “direkt anlaşılsın” diyerek yapılmış “acayiplikler” değil, öykünün atmosferini ete kemiğe büründürmek için yapılmış “giydirmeler” diyebiliriz. Zira ilk kitapta da gördüğümüz ve Behçet Çelik’in de titizlikle ifade ettiği gibi[1] bir yansıma ses dünyası bizi içine çekiyor. Örneğin, “kıpır kımıl fırıl hırıl zırıl şırıl çırıl çığır”, “takır tukur takır tukurrrrrrzzzzttt”, “örtgeç örtgeç örtgeç” “… Ayrıca bu yansıma/yansıtma söz öbeklerinin öyküde kıvamında olması da önemli. Yeri geldiğinde, anlatılan her ne ise başka türlü dile gelmediğinde, bir fırça darbesi gibi vuruyor Koçak bu ifadeleri:
“Yeryüzünün ses perdesi kıpır kıpırdı. Karşı tepede çalışan iş makinesinin sesi tırmalamasa başka bir evrene ışınlandığımı zannedebilirim.
tartartartartar tartartartartar rrrrrrr
Ne dolaplar dönüyormuş…”(sy. 15)(Koyu kısımda ve koyu kısmın metin içindeki rahatsız edici duruşuyla hem gözümüz hem de kulağımız rahatsız oluyor)
“Çantandan yemekleri nasıl çıkaracaktın? Fileleri bırakamzdın, yerler pisti pisti pisti işte. Bunu daha kaç kez tekrar edecektin? Pisi pisledin. Pisi pisi, gel pisi pisi..” (sy. 31)(Koyu kısımlar bilincin sesini açığa çıkarıyor, karakterle kedilerin eş zamanlılığı ve mekanlılığı somutlaşıyor)
“Vışşşş!
Abooovvvv!
Vay vay vay!
Vışşşbovay vışşbovayyyy!”(sy. 47)(Koyu kısımda önceki seslerin karışımını duyuyoruz)
Han Kang, Veda Etmiyorum’da, “gerçeği söylemekle lanetlenmiş olmak”tan bahsediyordu. Koçak’ın öykülerinde de bunu görebiliyoruz. Bu yüzden kitabın isminin Çıplak Kalabiliriz olması, gerçeğin giyinmezliğini yüzümüze vurması tesadüf değil. Gerçeğin en üst tabakası olan “Şiddet” de tema olarak, en yaygın, en vıcıksız ve en içeriden haliyle karşımızda. Örneğin, “Şube Öğretmenler Kurulu” adlı öyküde, türlü ön yargı şiddetiyle giydirilen ve nihayetinde disiplin kuruluna sevk edilen öğrenciyi, “Bağ” adlı öyküde vesveselerin şiddetiyle giydirilen zihni, “Ciklet Sigara ve Diğer Şeyler” adlı öyküde kadına karşı şiddete giydirilmiş tepkisizliğin şiddetindeki insanları, “Anda Kal” adlı öyküde modern zamanın sahte motivasyonlarının şiddetini giyinmiş insanların nezaketi yerle bir ettiğini görünce, “Çıplak Kalabiliriz” diyoruz okurlar olarak.
“Çekip Gidemeyen Şehir” adlı öyküde epey eğlendim diyebilirim. Zira Kavafis’in artık “şehir” geçen olur olmaz her yerde duyduğumuz şiirine güzel bir cevap veriyor bence Koçak. “Ya şehir gitmek isterse bizden?”
“Dil Üçlemesi” adlı öyküde yer alan tek başına birer mısra diyebileceğim ifadeler çok hoşuma gitti: “Dünyanın damından kan damlıyor”, “Karnın deniz şimdi”, “Aydan dil biçiyordun kendine”
Son olarak Onat Kutlar’dan bahsetmek istiyorum. Kitap “Çatı” öyküsünden bir alıntıyla açılıp yine aynı öyküden başka bir alıntıyla kapanınca öyküyü tekrar okumam gerektiğini hissettim ve iyi ki okumuşum. Kutlar’ın öyküsü, içindeki tüm duygularla neredeyse Koçak’ın kitabındaki öykülerin bir şekilde elinden tutuyor, benzer duyguların çatısı altında, insanın üstüne her an çöküp onu çıplak bırakabilecek bir havayı, kitabın ardından “Çatı”yı okuduğunuzda anlayabiliyorsunuz. “Çatı” dan yalnızca iki farklı alıntıyla ifade edeceğim bunu:
“Ağır çekicin inişini dinliyordum. İçimdeki ağır taş kırılıyor, yıkanıyor, eriyordu…Ev başını almış gidiyordu. Tavandan sular akıyor, odadakilerin didişken, şaşkın, öfkeli bakışları; duvarlar, duvardaki halılar, halıların altına gizlediğimiz çatlaklar ve gizlediğim nice kirli, eski şeyler…”
“İçimde o bilinen üçlemenin -gitsem… gitmem gerek…gidiyorum.-”
Çıplak Kalabiliriz, Fikret Ürgüp’ün yalnızlığını merak eden, en çok da “her itimale karşı çantasına kitap atanların” seveceği, özgün bir öykü kitabı. Dikkatle oku, okut, okur.
[1] https://www.k24kitap.org/melike-kocakin-oykuleri-seslerin-harflerin-dugumlerin-sezdirdikleri-5474

















