Aralarda “kopukuklar” var… | Burak Soyer

Ocak 19, 2023

Aralarda “kopukuklar” var… | Burak Soyer

Ali Özgür Özkarcı’nın kaleme aldığı “Kopukluklar”, kitabın ana karakteri Sinan İçten’in deyimiyle, “sınırlarından vurulan”, “kendine mahkeme kurmadan adalet isteyen” ama en çok da “düşünmek istemediklerinden ibaret”liği iliklerine kadar yaşayan bir adamın hikâyesini açık edilmiş sırlarıyla ortaya döken bir uzun öykü.

“Ben Sinan. Kendime yetişmek için koşturan, her zaman cevaplarından çok soruları olduğuna inanan, dikiz aynasından geride bıraktığı görüntülerle hep konuşan Sinan, her zaman bir çıkış yolu olduğuna inanan ancak hep kendine takılıp düşen, korkularıyla endişelerini, sevinciyle umutsuzluğunu bir koşan Sinan, kendinden olmayanı sever gibi yapanların, her zaman güçlüyü daha çok sevenlerin, sözde başarılarını sürekli zekâlarına bağlayanların, varsıl yahut yoksul bir ailede doğmayı sorgulamayan çoğunlukların, sopayla dövülerek ya da mermiyle acımasızca vurularak öldürülen ergenlerin, kendine mahkeme kurmadan adalet isteyenlerin arasında Sinan. Sakinleşeceği bir bildiriden umudunu kesmiş, kendini hep uzun yürüyüşlerde öldüren bendim, boşluklarından değil sınırlarından vurulan, son durakta inmesi lazım bir adam rollerini bozmayan, avazını hep vestiyerlere asan Sinan, bendim! Biraz da düşünmek istemediklerimden ibarettim.” Şiirleri ve eleştiri kitaplarıyla tanıdığımız Ali Özgür Özkarcı’nın İthaki Yayınları’ndan çıkan uzun öyküsü “Kopukluklar”ın ana karakteri Sinan İçten böyle biri işte. Ama en çok da “düşünmek istemediklerinden ibaret” olması uyuyor ona. Çünkü o “düşünmek istemedikleri” yüzünden Sinan, Sinan olmuş çünkü.

Bir roman yazıyor Sinan. Ama şansa bakın ki hırsızın biri araklıyor onun romanını. Halbuki ne planları vardı onun romanına karşı? Calvino’dan, Bilge Karasu’nun meşhur “ossaatin”nden Gombrowicz’in tekinsiz yalnızlığını okura çaktırmadan kitaba yerleştirip okuru metinler arası bir yolculuğa çıkaracak, derin sularda yüzdürecek, kalemini yüksekte tutacaktı. Ama olmadı işte. Sinan da ne yapsın, tırabazanlardan şehri seyre koyuldu. Büyük aşkı Zuhal’le karşılaştı ansızın. O mu, değil mi, fark edemedi. Peşinden koştu, yakalayamadı. Sigaralar yaktı üzerine. Nişantaşı’nı tavaf etti. Görüntü gerçek miydi, çözemedi. Eski aşkı Selma’yla eski arkadaşı Ozan’ın birlikte olduğunu öğrendi. Anlam veremedi. Soru da sormadı. Kimse de bir şey söylemedi ona. Sonra üçü birlikte içmeye gittiler. Güldüler, gülüştüler. Sinan yine pek farkına varamadı olan bitenin. Ama adı üstünde: Olan olmuş, biten bitmişti.

İstanbul’da yapacak bir iş kalmadığından ya da zaten belki de hiç olmadığından memlekete döndü bir ara Sinan. Aile şirketinde çalışır gibi oldu. Evet, ailesinin bir şirketi vardı. Hatta holdingi. Zira eski çamlar bardak olmuştu ve “sağ” ile “sol” zamanın ruhuna uyarak birbirine girmiş, İdris Küçükömer de lafı gediğine iyi koyduğu için eski tüfek babalar ve amcalar bundan kendilerine birer Mersedes’le pay çıkarmışlardı. Çakal kuzeni Deniz de Sinan’ı ufak ufak tırtıklamaya başlamıştı. Hesap kitlemelerle başlayan bu işlem borç harç meselesine dönüştü ama bu bile artık koymuyordu Sinan’a. Orada da olmadı. Bir gece ansınız kaçıverdi Sinan memleketten. Döndü yine İstanbul’a. Yine attı kendini sokaklara ve “kimliğini” yeniden buldu. Çünkü o, “düşünmek istemediklerinden ibaretti” ve İstanbul Sinan’a düşünmek istemediği ne varsa altın tepside sunuyordu. Araplarla dolmuş taşmış ana caddeler, lüks kafelerde dilden dile, kulaktan kulağa dolaşan dedikodular, çeşit çeşit renkte yakalara sahip insanlar, durmadan akan zaman ve kalabalıklar… Sinan sadece yazmak ve okumak istiyordu. Bir türlü rahat bırakmıyorlardı onu.

Ali Özgür Özkarcı, kitabın arka kapak yazısındaki net ifadeyle gayet uyuşan bir eser sunuyor okura: “Zihnin çizgileri bir belirip bir kayboluyor. İnsanlar, insanlar, insanlar, yeniden insanlar. Taşkın arzularla değil, sakin, parçalı, serin.” İşte o “insanlar” yüzünden Sinan’ı “düşünmek istemediklerinden ibaret” bir portreyle çiziyor yazar. Aslında kendisi de onlardan ama sonuçta yine kendi deyimiyle, “kendi mahkemesini” kuramamış biri. Son bileti olan romanı ortadan kaybolunca, yine başa alıyor kaseti Sinan. Kitap boyunca ısrarla beklediğimiz Zebercet ortaya çıkınca, “Tamam,” diyoruz, “mevzu anlaşılmıştır.” Ve Zuhal’e dönüyor Sinan yine. Ama yüzünü yine bir türlü göremiyor.

edebiyathaber.net (19 Ocak 2023)

Yorum yapın