Ölecek olana ağıt | Nazan Çinko

Ocak 30, 2024

Ölecek olana ağıt | Nazan Çinko

Hayat Hanımın Hayaletleri

Ölünün arkasından yakılır ağıtlar ama okuyacağımız öyküde yazar ölecek olana yakmıştır ağıtı. Ve bu ağıt insanı öldükten sonra diriltecek kudrettedir.

Hayat Hanım’ın Hayaletleri adlı son öykü kitabını yayımlayan Zeynep Eşin için şu söylenebilir: HAYATI SANATTIR.  Çeşitli medya kanallarında yönetmenlik, dergilerde yöneticilik, editörlük, atölyelerde eğitmenlik yapmış ve seçkiler hazırlamıştır. Resim, edebiyat kadar yer tutar hayatında. Sergileri, ödülleri, dereceleri vardır. “Benim için edebiyat, kısa bir süre sonra havasız kalan gündelik hayatlarıma pencereler açar. Hayatlarımı havalandırır. İçeriye sadece temiz hava değil, yeni dünyalar ve hayaller de katar,” der ve dalar sanat dolu yaşamın içine.

 “Elma Ağacının Gölgesinde,” kitabının ilk öyküsüdür.

“Uyumanın yeni hayatımda bir yeri olup olmadığından emin değilim” , “Koyun postuyla kaplı bir sandalyede karşısında oturdum,” cümlelerini gördüğümüzde öyküyü fantastik bir kahramanın ağzından dinleyeceğimizi anlarız.

İlk cümle, “Terk edilmiş gibiydi köy” dür. Çevreden savaşın dumanları ve helikopter sesleri gelmektedir. “Devrim patlak verince” cümlesi ile rejime karşı ayaklanmış muhalif grupların çatışmasının ortasında buluruz kendimizi. Karakter olarak karşımıza bir kız çocuğu ve annesi çıkar. Kız bir terasta kızgın güneşin altındadır. Annesine öfkeli serzenişini görürüz. “Sen zalim bir annesin.” Bu cümlenin ağırlığı ile anne ve kızın bu terk edilmiş köyde ne işi var sorusu gelir aklımıza. Anlatıcı aracılığıyla bulduğumuz cevaplar ağıtın parçaları olarak yavaş yavaş tamamlanır. Kadın kocasını beklemektedir.  Bu süreçte rejim milislerinden kızını ve kendini korumak ister. Çaresiz bir annenin direnişini görürüz. Kendince kurtuluş yolları aramaya çalışmaktadır. Beyaz tenli kızının esmerleşirse dikkat çekmeyeceğini düşünerek güneş altında bırakışını ve Köyün bütün köpeklerini toplayıp evin önüne bağlamasını…

Öykü ilerledikçe merak duygumuzu tatmin etmeye çalışırken kendimizi hayal ile gerçek arasında bir yerde buluruz.  Küçük kızın ağzından bir masal dinlemeye başlarız. Şemsettin ve Filleri masalını anlatmaktadır kız. Bu anlatı ile yazar köyde yaşananlara gönderme yapar. Baskı altında bulunan toplumların ve bu toplumlardaki insanların davranışlarını anlatarak korkak ve suskunların çoğunluğu oluşturduğu toplumlarda insanların özgür olamayacağını ve barındırılmayacağını gösterir. Masal âlemine dalmışken Silah sesleri ile irkiliriz. Milis kuvvetleri köye gelmiştir. Önüne çıkanı öldürmektedirler.  Anne kızın evine geldiklerinde evin önünde bağlı olan köpekleri kurşunlarlar. Anne askerlerin kızına yapacaklarından korkar. Yavrusunu korumaya alacak, başkalarının incitmesine izin vermeyecektir. Elinde silahı ile görürüz kadını, bizim “yapma” çığlıklarımızı duymaz kurşun sesleri arasında. Kızını vurur. Ama askerler eve bakmayıp çekip giderler. Elinde silahla diz çöker. Onunla beraber biz de çöker, donar kalırız.

Kimi öyküler doğrudan yaşamın içinden filizlenir. Bireyin acısı ile toplumun acısı girift biçimde iç içedir. Çok yakın bir tarihte yaşadıklarımızı hatırlarız okudukça. 90’lı yıllarda yüzlerce köyden binlerce insan bulundukları toprakları bırakmak zorunda kalmıştı. Türkiye’nin yaşadığı bu göç gerçeği, yıllar sonra bile toplumsal sorun niteliğini korumaktadır.  Ekonomik sıkıntılar ve kültür şokları derinden ilerler toplumlarda.

Çatışmalar

Tecavüzler

Kundaklamalar

Evlerinden kovulan insanlar

Vahşet

Karaciğerleri yenen insanlar

Öyküdeki kavramlar önce abartı gibi gelse de öykünün içine içine çeker bizi. Dünyanın acılarla yıkanmış herhangi bir ülkesine, bir şehrine, bir köyüne götürür; evrenselleştirir öyküyü. Anlarız ki insan her yerde insandır, acı hep aynı acıdır.

Yaşar Kemal sorar bir keresinde: “Öyleyse bu dünyaya, ölüme nasıl dayanıyoruz?”  Bu soruya cevap bulmak için öyküye döneriz.

“Bir pamuk tarlasına gitti, şaşkınlıkla yürüyordu.” 

“Yükselen güneşe doğru uzaklaştı.”

Artık tutunacak dalı kalmamış kadınla yürürüz bizde. Çukurova’nın uçsuz bucaksız pamuk tarlalarına doğru takip ederiz onu. Kozalar açılmış beyaz bir örtü kaplamıştır yeryüzünü. Sarı sıcak bir güneş vardır tepede. “Bir söz gelir aklımıza. “Bütün günler ölüme çıkar” demiş ya bir usta. Bütün yollar da ölüme mi çıkar acaba diye düşünürken,

“Pamuk tarlaları da ölmüştü” cümlesi karşılar bizi.

Kararmıştır Çukurova ve bütün ovalar.  Sadece uzakta patlayan silahların, bombaların, fişeklerin parıltısı ile aydınlanır ara ara. 

edebiyathaber.net (30 Ocak 2024)

Yorum yapın