Bornova, Bornova | Can Öktemer

Haziran 20, 2020

Bornova, Bornova | Can Öktemer

Murat Uyurkulak’ın merakla beklenen son romanı Delibo geçtiğimiz günlerde Can Yayınları’ndan yayımlandı. Yayın dünyasında mevcut durum yüzünden kısmi bir yavaşlamanın olduğu insanların “yeni” normale alışmaya çalıştığı dönemde Uyurkulak gibi iyi bir yazarın kitabının çıkması güzel bir haber olsa gerek. Murat Uyurkulak’u Tol, Har gibi kitaplarıyla biliyoruz. Yazar, sokağın sesini, öfkesini, kaosunu ustalıkla hikâyelerine işliyor; çoğu zaman bu öfke memleket hallerine taşıyordu. Yazar, Türkiye’nin bir türlü yüzleşemediği geçmiş, tanık olunan ama söze dökülemeyen trajediler, terazisi baştan bozuk adalet, bir türlü ilerlemeyen tarih ve sıkışılan zaman diliminin yansıttığı haller yazarın satırlarına düşüyordu.  

Delibo’da da benzer sularda yüzüyoruz. Yazar, geçmişle geleceği birbirine katarak bir memleket hikâyesi anlatıyor; o bilindik vurucu üslubuyla Egeyi, kapanmayan yaraları, hayatını bir çırpıda yok edenleri, erken kaybedenleri, eksik kalan aşkları, yersiz yurtsuzları, göçmenleri, yoksulluk hallerini ve öfkeyi çarpıcı bir şekilde resmediyor.  

İsyan günlerinde Bornova

Murat Uyurkulak, Delibo’da olay mahalli Bornova’da geçen bir öyküye davet ediyor bizleri. Hayatın sillesini ufakta yaşta yemek durumunda kalan Yusuf’un hikâyesi romanın ana çatısını oluşturuyor. Yusuf bir taraftan yoksullukla, “damgalı” bir kaybeden olarak hayata, çevresine, ailesine öfke duyan bir karakter. Tüm birikmiş öfke, sıkışmışlık da bir gelecek, hayat çıkması da mümkün olmuyor elbette. Hatalar peşi sıra geliyor, kader ağlarını örüyor hayat ikinci bir şansı vermiyor, üstelik kör kütük âşık olduğu Yasemin de Yusuf’un aşkına yanıt vermiyor. Her şey üst üste geliyor, hayat freni patlamış bir kamyon gibi gidiyor ve duvara çarpıyor. Yusuf, Bornova’dan ayrılmak durumunda kalıyor uzun yıllara bedel olacak bir şekilde…  

Yusuf’u yıllar sonra İzmir’e Bornova’ya geri döndüren olay ise mahallenin “delisi” Delibo’nun kaybolmasıyla oluyor.  Terk edilen şehirlere geri dönüşler kolay olmaz. Üstelik doğru dürüşt vedası da olmamışsa. Geçmiş bırakıldığı gibi bulunamaz. Yıllar sonra karşılaşılan tanıdık yüzlerle söze hemen başlanılamaz. Yusuf da benzer bir ikileme düşüyor hiç şüphesiz. Eve dönmenin yollarını arıyor ama evi neresidir artık? Bornova bıraktığı gibi değildir, babası da öyle. Üstelik Delibo da kaybolmuştur, nereye gittiği bilinmemektedir.

Yusuf’un Delibo’yu arayışı için tabiri caizse ekibi yeniden toplar. Bir zamanlar Bornova’nın altını üstüne getirdikleri çeteyle yeniden bir araya gelir. Yusuf için asıl sürpriz ise çocukluk aşkı şimdilerin meşhur dizi oyuncusu Yasemin’in de dahil olmasıyla mevzu başka bir yere evrilecektir. Yusuf’un Delibo’yu arayışı bir süre sonra onun içsel arayışına dönüşecek; geçmiş ve şimdiki zaman arasındaki mesafe kırılacak. Anılar, yarım kalan sözcükler, nostalji ve tamiri olmayan baba-oğul ilişkisi bir kez daha onun önüne çıkacaktır. Geçmişin yükü ne kadar ağır olursa gelecek o kadar görünmez olur zaten. Yusuf da tüm hikâye boyunca bu ikileme düşecek geçmişin melankolisi çoğu zaman öfkeye dönüşecektir. Öfkenin bir ucu da memleket hallerine olacaktır.  Kadersizliğe, hayata 5-0 mağlup olmaya, erken kaybetmeye, ısınmayan evlere, bir türlü toparlanamayan ay sonu bütçesine denk düşecektir. Geçmiş sık sık aklına gelecektir. Okul sıralarında etrafa yayılan bir yoksulluk hallerinin, mağlubiyetin, ne yaparsa yapsın gideremeyeceği bir eksiliğin damgasına dönüşecektir. Bu yüzden Bornova isyan günleridir onun için… Yusuf’un geçmişi içine düştüğü hoyrat zamanlarda aradığı şifalar hep romanlar olmuş. Romanlar ona başka bir dünyada iyileştirirken bir anlamda derin bir yalnızlığa itmiş. Söze dökülemeyen, paylaşılamayan bir yalnızlık…

Yasemin bu yalnızlık hallerinin başrolündedir. Okulda duvarlara evde şiir defterlerine not düşülen kırık bir aşk hikâyesidir. Eksiktir, kırıktır çünkü karşılığı yoktur. Yasemin’in “mor ciğerim” diye çağırdığı bir mahalle dostudur. Yusuf içinse “bu dünyada inanılacak” belki de şeydir Yasemin’e duyduğu aşk. Rüyalarında bile ona doğru gittiği bir istikamettir çünkü. Bütün yoksunluğu geri alabilecek türden bir aşk hem de… Kaderin ağların başka türlü örmeye niyet etmiş olmasından ötürü de yollar bir şekilde kesişmez Yasemin’le. Bu hayatın en acı tecrübelerinden biridir; en çok istenen arzu edilen bir aşk hikayesinin tamama ermesidir. Hikâye tam tersi istikamete kayınca insanın içinde dev bir ayna tuzla buz olmaz mı? Bu hayatı en az bir kez yaşayan herkes iyi bilir bu duyguyu. Büyümenin ilk emarelerindedir ayrıca…

Yusuf’un yıllar sonra döndüğü Bornova’da geçmişi geri alması mümkün müdür? Peki Yasemin’le yeniden bir hayata başlama ihtimali? İnsana ikinci bir şans hiç mi verilmez? Ya babası baştan kırılmış bir aile ilişkisi onarılır mı? İnsan hayatı sert yollardan tecrübe edince daha mı affedici olur yoksa daha mı intikamcı? Delibo nerededir asıl? Nereye gitmiştir kimle gitmiştir? Gerisi hayat tıpkı tüm cevapsız sorular Murat Uyurkulak’ın bize romanında çizdiği ana çatı oluyor.

Bornova’dan memleket hallerine bakmak

Murat Uyurlulak, Delibo’da bizi karnalevesk bir öykünün içerisine davet ediyor. Lafı dolandırmıyor doğrudan mevzuya giriş yapıyor. Öfkesini de dünyanın bozuk düzenine de lafını esirgemiyor.  Lügatini sağlam yerden açıyor yani… Normalin tarifinin sıklıkla değiştiği şu günlerde normalliği, o sınırı aşanları sorguluyor. Cidden nedir bu normal?

Hayatın bir taraftan acımazsıca ezdiği insanlık hallerini çarpıcı bir şekilde resmediyor. Ne yaparsa yapsın tamir edilemez bir yoksunluğu, yoksulun fotoğrafını çekiyor bizlere. Memleketin bir türlü rayına girmeyen çarpık hikâyesine kızıyor haklı olarak çok öfkeleniyor. İzmir’in çok kültürlü, çok etnisiteli yapısını hatırlatıyor sonra, şimdinin tek sesli sokaklarında gezinen hayaletleri, sesleri, fısıltıları, hikâyeleri satırlara düşürüyor. Nostalji bayatlığına girmeden bakıyor geçmişe… Kayıp giden gençliğe, insanlara, mekânlara ve zamanı dert ediniyor kendisine biraz da.

Göçmen olmanın, evsiz, yersiz yurtsuz kalmanın geride hep bir şeyler bırakmanın eksikliğini kırılganlığını hatırlatıyor. En çok hep eksik kalmanın, erken kaybetmenin trajedesini düşürmüş satırlarına… Hayat bir çırpıda harcanabilecek bir şey ama kurtarması, rayın oturtulması zahmetli bir çaba olsa gerek. Yazar, bu yüzden yan yana gelmeyi insana yine bir tek insanın iyi gelmesini hatırlatıyor roman boyunca.

İsyanın ve öfkenin romanı Delibo. Bu isyan bir noktadan sonra açık bir dayanışma çağrısına dönüşüyor. Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’yle başlayıp, Edip Cansever’in “karanfilini” elden ele dolaştırıyor satırlarda yan yana gelelim diye… Birbirimizden başka kimsemizin olduğunu hatırlatıyor. Delibo, Murat Uyurkulak’ın aşina olduğumuz dünyasının bir özeti gibi; öfkeli ve isyankâr. Ustalıkla yazılmış, incelikle dokunmuş bir hikâye… 

edebiyathaber.net (20 Haziran 2020)

Yorum yapın