Bir Evliliğin Karanlık Portresi | Aynur Kulak

Temmuz 2, 2025

Bir Evliliğin Karanlık Portresi | Aynur Kulak

Stephanie Bishop’un Bir Evliliğin Portresi, bir çiftin evliliklerinin portresini çıkartmaktan daha fazlası. Bir erkeğin bitimsiz arayışları, sürekli yenilenme isteği ile bu isteğe düşkünlüğü, bir kadının da varoluşsal ve yaratıcı alanlardaki çatışmalarını bıçak sırtı bir hikayede sunan  Stephanie Bishop baştan sona dikkat kesilerek okuyacağımız bir hikayenin altına imzasını atıyor. Bir evlilik portresiyle beraber iki  farklı karakterin portreleri mevzu bahis fakat, bir evlilik söz konusu olduğunda -kadın veya erkek fark etmeksizin- insanların evlilik süresince karanlık taraflarıyla birbirlerine karşı nasıl bileylendiği ve bu bileylenmenin sonuçlarının nereye doğru gittiği Stephanie Bishop’un asıl ilgilendiği mesele.  Bir evlilik hiçbir zaman sadece bir evlilik değildir!

Bir Evliliğin Portresi, sanatsal üretimle kişisel yaşam arasındaki kırılgan dengeyi, aşkın, hayal kırıklığının ve bastırılmış öfkenin sarsıcı izlerini çok katmanlı biçimde işleyen bir roman. Tematik olarak Bishop’un romanı; kadın öznelliği, güç ve iktidar, yaratıcılık ve evlilik arasındaki gerilim, hafıza ve suç, görünürlük ve görünmezlik gibi başlıklar altında ele alınabilir. Hikayenin tamamının kadın anlatıcı tarafından anlatılması tüm bu tematik özellikleri daha katmanlı hale getiriyor; ki Bishop’un bu durumu evliliklerde kadınların rollerinin ve yaşadıkları hayal kırıklıklarının yüzeysel olandan her zaman daha fazlasını işaret etiğini göstermesi adına önemli. Zira romanın sonu son derece ters köşe olacağımız şekilde, evlilik kurumuna dair birkaç bakış açısını bir araya getiren finaliyle şaşırtıcı biçimde sonlanıyor. 

Evlilik hikayesinin merkezinde, eşi tanınmış bir akademisyen ve aynı zamanda yazar olan, kocasının bu özelliklerine karşılık kendi yaratıcı yeteneğini ve sesini bulmaya çalışan bir kadın yer alıyor. Anlatıcımız hikayenin başından itibaren evliliğine dair gerginlikleri bize hissettirir fakat tam olarak detaylar vermez, adım adım, aşama aşama ve daha da önemlisi paniklemiş izlenimi yaratarak ince bir soğukkanlılıkla anlatır evliliği boyunca başına gelen her şeyi. Bir gerginlik vardır elbet ve bu gerginliği yumuşatmak için kocasıyla uzun bir gemi tatili ayarlar. Onlar birbirini seven, aşık olarak birbiriyle evlenen bir çifttir. Kadın aslında adamın üniversiteden öğrencisidir ve aralarında belirgin bir yaş farkı vardır, ayrıca kadın adamın ikinci eşidir. Evlilikle ilgili ayrıntılar ortaya çıktıkça durumların ve olayların rengi değişmeye başlar.

Birkaç gün sonra okyanusta çıkan bir fırtına gemiyi tehlikeli bir rotaya sokar ve karı kocanın tartışmasına denk gelen bu fırtınada adam iskeleden denize düşer ve kurtarılamaz, daha da önemlisi bir süre bulunamaz. Bulunduğunda ise suçluluk duygusu başta olmak üzere, suç işleme, gerçekler ve şüphe tematik olarak hikayenin baş köşesine oturan unsurlar olur. Kadın kocasını tartışma esnasında denize itmiş olabilir mi? Adamın ölümüyle ilgili çok önemli bir sorudur bu elbet ama başka önemli bir soru daha vardır: Olay olduğu esnada tartıştıkları ve adamın kadına söylediği o sarsıcı ve öfkeyi bir anda en tepeye çıkaran cümle nedir?

Olay Japonya sınırlarında gerçekleşir, dolayısıyla olay yeri araştırmalar, vaka incelemeleri, maktul tespiti ve sorgulamalar bu ülkede yapılır. Kadın insanlarını, kültürünü ve dilini bilmediği bir ülkede ölü kocasıyla mahsur kalmıştır. Sorguda yöneltilen soruların tamamı şüpheli olarak onu göstermektedir ve neredeyse çıkış yolu hiç yoktur. Fakat tüm şüphelere istinaden net bir kanıt yoktur ve olaylar hem adamın kamuoyuna mal olmuş ünlü bir yazar olması dolayısıyla hem de kadının da kendi yazarlığından dolayı tanınmış biri olmasıyla İngiliz basınının manşetlerinde yer almaya  başlar. Yayınevlerinin devreye girmesiyle, yeterli kanıtlara da ulaşılamadığından kadın Sidney’deki kardeşinin yanına gidebilir.   

Kocasının ölümü ve sonrasında yaşanan tüm ayrıntıların ardından kadın yazın dünyasında tanınan biri haline gelir. Anlatının başından itibaren okur, bu ölümün ardında karanlık ve çözülmemiş bir suçun izleri olabileceğini sezerek ilerler elbet. Kadının içinde bulunduğu fiziksel ve içsel yolculuğun rotası gergin bir evlilik, suç ve şüphe ekseninde sürekli yeniden oluşur. Bishop böylece kadın anlatıcısının iç dünyasını derinlemesine işleyerek onun yalnızca bir eş, bir eşlikçi ya da bir “yazarın karısı” değil, kendi iradesiyle hareket eden, duyguları, arzuları ve şiddeti olan bir özne olduğunu gösterir. Bu yönüyle roman, patriyarkal yapının kadın yaratıcılığı üzerindeki baskısına doğrudan temas eder.

Çiftimizden ve başlarına gelen olaylardan bağımsız şu unsurları da  belirtmek gerekir: Evlilik, Bishop’un anlatısında romantik bir birliktelikten çok bir güç ilişkisi olarak konumlanır. Anlatıcının kocası karizması, edebi başarısı ve entelektüel etkisiyle ilişkiyi belirleyen figürdür. Ancak bu karizma aynı zamanda bir baskı aracına dönüşür. Kadının yaratıcı potansiyeli, kocasının gölgesinde ezilir; onun fikirleri, hayalleri, yazma arzusu hep ikincil konumdadır; evliliğin içindeki sömürüye, görünmeyen duygusal emek biçimlerine ve yaratıcılığın nasıl bastırıldığına dair içten ve rahatsız edici bir iç hesaplaşma yaşar. Bishop, evlilik kurumunu sorgularken, özel alanın nasıl politik olduğunu da gözler önüne serer ve böylece feminist görüşünü de sunmuş olur.

Evliliğin güçlü bir arka plan olarak kullanıldığı hikayede yaratıcı süreçler hem bir kurtuluş hem de bir hesaplaşma alanı olarak işlenirken anlatıcının suskunluğu, yazıya döküldükçe çözülüyor. Özellikle adamın ölümü sonrası evlilik boyunca süregelen  suskunluğun çözülerek  yerini akıcı bir anlatıya bırakması anlatıda ifadelendirmenin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor . Bu yıllarca sıkıştırılmış vaziyette devam eden anlatma arzusundaki geçiş biçimi, anlatıcının iktidarsızlıktan güç kazanmaya giden yolculuğu olması adına da çok önemli.

Hikayenin sonunu yazmayacağım elbet. Kadının Sidney’e kız kardeşinin yanına gittikten sonra kendi çocukluğuna ve annesiyle ilişkisine dair hatırladıkları romana dair bir inceleme yazısı gerektirecek denli katmanlı. Hep bir baba yokluğu ve terk etme hikayeleri mevzu bahisken bu sefer anne terki mevzu bahis ve nedenleri son derece muğlak. Sebeplerin bir türlü bilinemediği, netleşemediği böyle bir muğlaklıkta anlatıcımızın çocukluğundan itibaren getirdiği suçluluk duygusu kendi evliliğine dair gelinen noktaları tesadüf kılmıyor. 

Bir Evliliğin Portresi, evlilik kurumunun, yaratıcılığın ve kadın kimliğinin karanlıkta kalan katmanlarını ortaya çıkartan, son derece rafine bir roman. Stephanie Bishop, anlatı boyunca gerilim ve duygusal yoğunluğu başarıyla sürdürerek okuru hem psikolojik hem entelektüel, hem de feminist düşünce katmanlarına sürüklüyor. Roman, yalnızca evliliğe değil, kadınların tarih boyunca nasıl sessizleştirildiğine, görünmez kılındığına ve bu görünmezliğin nasıl yazıya döküleceğine dair güçlü bir sorgulama da barındırıyor.

Yayın yönetmeni Cansu Canseven’e, kitabı yayıma hazırlayan Nimet Kirşan’a, romanı İngilizce aslından çeviren Yasemin Büte’ye teşekkür ederim.

edebiyathaber.net (2 Temmuz 2025)

Yorum yapın