Bir başyapıt olarak Körleşme | Didem Erdiman

Eylül 25, 2020

Bir başyapıt olarak Körleşme | Didem Erdiman

Zamanda kaybolup yaşamın içinde körleşiyor olabilir miyiz? İnsanın içinde var olan iyi ve kötü yönler hayatın akışını nasıl etkiler? Bilgi, cehalet karşısında çaresiz kalırsa neler olur? Peki, yarattığımız dünyada kabuğumuza çekilip yaşamak bizi dış dünyadan ne kadar koruyabilir?

Elias Canetti, 1905 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Bulgar şehri Rusçuk’ta kökenleri İspanyol Yahudisi olan bir ailenin çocuğu olarak doğar. Viyana’da fen dalında üniversite eğitimi gören Canetti, doktorasını verdikten sonra edebiyata yönelir. Canetti 1930-1931 yılları arasında henüz yirmi altı yaşındayken “Körleşme” romanını yazar. İleriki yıllarda Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan yazarın ünlü romanı, usta çevirmen Ahmet Cemal’in yedi yıllık yoğun emeğinin ürünü olarak okurla buluşur. Cemal, kitabın yeni baskısında yetmişli yılların ikinci yarısında Oğuz Atay’la tanışmasını ve onun kitaba dikkat çekmesi sonucu çeviriye başladığını anlatır.

Tarihin çalkantılı dönemlerine tanıklık eden Elias Canetti, aslında bu romanıyla uygarlığın yıkılışıyla ilişkili olarak insanoğlunun küçümsenmesi hatta aşağılanması meselesine değinir. Roman bir ölçüde çökmekte olan kültürel yapının, aydınlanma ve bilim çağı söylemlerinin yerini alan açgözlülük, nefret, insanlık dışı Nazi döneminin ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası parçalanmış dünyanın ayak sesleridir. Canetti, dehşetin ve kayboluşun hikâyesini karakterleri aracılığıyla ustaca kurgulamış, insanoğlunun gerçeği görmek yerine nasıl da körleşebildiği temasını özgün bir bakış açısıyla dile getirmiştir. Üç bölümden oluşan roman, kitaplardan ve bilgiden kendine güvenli bir dünya kuran Profesör Peter Kien’in kendi kafasından ve bakış açısından dünyayı nasıl gördüğüyle açılır.

1.Dünyasız Bir Kafa: Bu bölümde dış dünyaya kapalı, kitapların arasında yaşamayı tercih eden, korkularıyla yüzleşmekten uzak bir bilim adamı tanıtılır. Uzunboylu, asık yüzlü, kitap tutkunu, obsesif profesör insanlardan uzaklaştığı oranda gerçeğe yaklaştığını düşünür. Çocuklardan hoşlanmayan, kadınlardan uzak yapısıyla, günlük yaşamın yalanlardan kurulu bir düzen olduğuna inanır. Kendine yabancıdır. Yüzünü bile yalnızca kitapçı vitrinlerindeki yansımalardan üstünkörü bilir. Kitaplardan ayna koyacak yer bile kalmamıştır evde.

Doğu dili yanında birkaç Batı dilini anadili gibi bilen profesör için bilim para için yapılmaz. Ona göre bellek ile deha eş anlamlıdır. Kötü anılarını unutmayı tercih eder, yerini bilgiyle doldurmaya çalışır. Sessizliği seven, insanlardan ve konuşmaktan hoşlanmayan, sokağa bakmamak için odasının pencerelerini tavana yaptıracak kadar asosyal olan Sinoloji bilgini Kien eşyaya da önem vermez. Evindeki eski yazı masası, daracık yatak ve yirmi beş bin kitabı yeterlidir. O, kafasının içinde yarattığı dünyadan ibarettir. Bu arada sekiz yıldır evinde hizmetçi olarak çalışan, paradan başka hiçbir şeye önem vermeyen Therese’in dolgun aylığını hiç sektirmeden öder ancak onunla da fazla konuşmaz. Bencil bir kadın olan elli yaşlarındaki Therese geleceğini garanti altına almak istemektedir. Sessizce izlediği profesörü nasıl etkileyeceğinin planlarını yapar. Onun kitaplarını silerken oldukça titiz davranır. Eldiven takar, kitaplara öyle dokunur. Göstermelik kitap sevgisiyle sonunda profesörü tuzağa düşürmeyi başarır.

Profesörün en büyük derdi kendisinden sonra kitaplarının başına bir şey geleceği, kütüphanesinin dağılıp yok olacağı endişesidir. Kien’e göre hizmetçisi Therese gelecekte kitaplarını koruyabilecek tek kişidir. Profesör kendinden yaşça büyük ve kendisiyle hiçbir ortak özelliği bulunmayan bu kadınla evlenmeye karar verir. Ancak Therese’le evliliği profesörün felaketi olur. Therese yavaş yavaş evde hâkimiyet kurar. Küçük, karanlık hizmetçi odasından evin içine doğru yayılan varlığıyla bir süre sonra evin hanımefendisi olmayı başarır. Bundan sonra roman boyunca Kien’in gitgide nasıl değiştiğine şahit oluruz. Hayatında önem verdiği alışkanlıkların nasıl kırılmaya başladığını görürüz. Bütün kahramanlara kendi dünyasından, kendi kelimelerinden, kendi algısından hareketle bakmaya başlar. Bir süre sonra iletişimsizlik artar ve körlük Kien’le birlikte öbür karakterlerin de etrafını sarar. Aydınlanma çağının bilime önem veren insanının gözler önüne serildiği bu bölümde aynı zamanda dünyadan ve gerçek yaşamdan uzak bir karakterin kafa yapısı, hezeyanları, düşünme biçimi de anlatılır. Aydınlanmayla birlikte terk edilen mistik değerler ve din kavramı bireylerin giderek yalnızlaşmasına yol açar. Birey çaresizdir artık ve toplum karşısında aciz kalır.

İlk bölümün en dikkat çeken kısmı, körleşmekten çok korkan Kien’in adım adım körleşmeye başlamasıdır. Körleşmenin ilk sebebi eşyalar olur. Artık evin içinde yalnız yaşamayan profesör için birer sorun halini alan eşyalar aslında toplumdaki bireyin sorunlarını temsil eder. Sorunları ve Therese’i görmek istemeyen Kien zamanla kendi evinde bir kör gibi gözleri tamamen kapalı gezmeye, hatta kitaplarını dahi gözleri kapalı seçmeye başlayarak bilinçli bir körlüğü tercih eder. Bu durumu bir güç belirtisi olarak kabul edip kendi körlük kuramını geliştirir. O kadar ki bunu zamanla felsefi bir zemine oturtur. Hatta günlük alışkanlıklarını dahi bu uğurda erteler. Artık kendi olma halinden çıkmıştır. Her gün değişmeye başlar. Körleşmenin bir sonraki basamağı kulaklarını da kapayarak istemediğini duymama haline geçiştir. Ve sonunda görmeyen, duymayan ve tepkisiz hale gelen Kien hayatının sınavını verir. En sevdiği varlıklarından, evinden, kitaplarından ve toplumdan tamamen kopmak zorunda kalır. Çaresiz kalan profesör evin dörtte üçünü içindeki kitaplarla birlikte Therese’e bırakır. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Bir anda o güne dek varlıklarına dahi katlanamadığı, hiçbir suretle karşılaşmak istemediği düşkünlerin dünyasının içinde bulur kendini.

2. Kafasız Bir Dünya: Artık gerçek hayatla tanışan Profesör Peter Kien için hiçbir şey bildiği gibi değildir. Bilgi, dışarıdaki hayatın kuralları için anlamsız kalır. Kitaplarından kopan Kien onları kafasının içinde taşımaya başlar. Kitaplarını kafasından çıkarıp yerleştirmek için kendisine bir de yardımcı bulur. Kambur Cüce Fischer… Therese’den de açgözlü, satranç ustası, hayali Amerika’ya gidip satrançtaki ustalığıyla milyoner olmak ve insanlar tarafından değer görmek olan bir karakterdir Fischer.  Kien’in kitaplarının var olmadığını bildiği halde Kien’in kafasındaki kitaplığa inanmakta, onu korumaktadır.  Yazar bu bölümde bir anlamda Don Kişot ve Sanço Panço’ya gönderme yapar.

Kafasız Bir Dünya’daki olaylardan en göze batanı Kien’in rehin bırakılan kitapları Theresianum’dan kurtarma operasyonuyla parasını çarçur etmesi ve Cüce Fischer tarafından oyuna getirilmesidir. Sokaktaki yaşam tamamen kötülükle doludur. İnsanlar birbirlerine kötülük yapmak, karşısındakini küçük duruma düşürmek için ellerinden geleni yapar. Küfür ve şiddet bu yaşamın neredeyse hammaddesi olmuştur. Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Kien yarı deli bir durumda kapıcısına sığınır.

3. Kafadaki Dünya: Son bölümde olay akışına Kien’in kardeşi dahil olur. Paris’te yaşayan bir ruh doktoru olarak bilimin temsilcisi olan kardeş Kien sosyal hayatta da başarılıdır. Kardeşini içine düştüğü durumdan kurtarır. Peter Kien hayata sarılıp tekrar toparlanabilir mi? Kien başına gelenleri kardeşine destanlar aracılığıyla anlatırken, kardeşinin bunları yorumlaması yapıttaki belki de en nitelikli bölüm denilebilir.

 “Körleşme” kendi yarattığımız dünyamızda ne kadar güvenli yaşadığımızı, hayatın aslında birbirine bağlı sosyal dengelerden oluştuğunu, toplumdan soyutlanarak içe kapanık yaşamanın zorluklarını, bencilleşen, sevgisini ve ahlaki değerlerini yitirenler karşısında korkularıyla yüzleşmekten korkan insanların çaresizliğini anlatır. Psikolojik çözümlemeleriyle okur üzerinde derin etkiler bırakabilen sorgulayıcı bir yapıt olan Körleşme (Sel Yayıncılık) modern romanın başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir.  

Didem Erdiman – edebiyathaber.net (25 Eylül 2020)

Yorum yapın