Bir bakışı solduran zaman (11): Sıkılmadan yaşamak için | Feridun Andaç

Haziran 23, 2020

Bir bakışı solduran zaman (11): Sıkılmadan yaşamak için | Feridun Andaç

“Hakikaten de eğer sizin istediğiniz gibi dünya 

bir gün cidden tamamen anlaşılır hale gelse  

içiniz sıkılırdı.”

Friedrich Schligel

Bakışsız bakışlarından anlıyordun onu kederlendireni.

Yetinmeyen bir duyguda yaşadığını bilsen de, söz etmemiş, imada bulunmamış; yalnızca ona rüyanı anlatmıştın.

İnsanı mutsuz veya mutlu eden her şey rüyanızda bir ayna metaforuyla karşınıza  çıkabilir. Veya derin bir sızı, acı hissedebilirsiniz. Tıpkı yılanın deri değiştirmesi gibi.

Ada’da bir yaz tanık olmuştun buna. Kulağına gelen çatırtılarda  bir yerde gene ağaç dallarının yakılmak için budandığını hissetmiştin. Meğer az ötende, adımladığın yolun tam da kenarında bir yılan deri değiştiriyordu. Yılankavilik gelmişti aklına birden. Bir de bir ağacın dibinde uyuyan adamın uykuda içine yılanın nasıl kaçtığını, onu çıkarabilmek için ayaklarından ağaca başüstü sarkıtılarak başının hizasına bırakılan bakraçtaki süte yılanın nasıl akıp indiğini düşünmüştün…

Bir masal değildi, anlatılan yaşanmış bir öyküydü. Ardından da uyarı gelirdi hemen: Siz siz olun da yılanların gezineceği yerlerde ağzınız açık uyumayın.

Ama kimse sana yılanın nasıl deri değiştirebildiğini anlatmamıştı.

Şaşkınlık içinde, biraz da korkuyla yılanın derisinden o çatırtılar arasından nasıl kurtulup gideceğine tanıklık ediyordun işte. Eğilip dokunamamıştın bile o bırakılan deriye.

Yılan akıp gitmiş, boşluk hiçlik duygusu uyandıran derisi kalmıştı bakışlarında.

 

***

“Ona
seni  sevdiğimi söyle…”

Böyle bir öykü olabilirdi, sahi anlatacağın! Gözlerindeki
mahzunluk bir ânda yitiverirdi. Kuş cıvıltısına dönüşebilirdi sesi… Yüzünün
gölgelenen  rengi değişebilirdi.

Kendi rüzgârına gitsin, essin isterdin.

İnsan sevdiğine, sevebileceğine, sevebildiğine inanırsa
söyleyebileceği sözcükleri seçmeliydi. Hatta bekletmeliydi, savurmamalıydı öyle
ortalara.

Yılan bile yılanlığını bilerek yolun kıyısına bırakıyordu
derisini. Sonra gözden yitip gidiyordu.

“Sesimdeki rüzgâr,” diyerek bir öyküye başlayabilirdin
belki de!

 

“Ona Sevdiğimi Söyle” öyküsünü hatırladın birden, o
sevdiğin anlatıcının. Oradaki burukluktan kendini alıp, “çoğaltma”ya taşıyorsun
belleğini bir ânda:

“Kim olduğunu bilmiyordum, görmüyordum çünkü. Ama
duyuyordum: Söylediğin bir şarkı mıydı? Uzaklardan bir kıpırtıdır geliyordu
bana kadar. Neydi o? Ayak sesleri miydi? Kimindi?

Bu rüzgâr neyin, nerenin rüzgârıydı, kim söyleyecekti bana?” (Tarık Dursun K., “Ona Sevdiğimi Söyle”)

Bir dil yâresine tutulmuşçasına susuyordun. Ezbersizdi
duyguların. Yalınkılıçlık hali değildi aranızda edilen sözler. Bakışların
anlattığındaydın.

“Sakın ve savun,” diyordu içindeki ses.

Sevince
böyle oluyor işte insan.

Biliyordun ki, yaban sözün rüzgârına gidemez hiçbir
bakış. Hele zamanın ufaladığı duyguların tutsağı olmak…

Gene de kendi sesinde yabancı olmamak için; insan önce
kendini görmeli, kendine gitmeli….

Bilmeli ki sonra; can ezinci getiren iyicil bir söz
değildir, hele hele duygu tınısını hissettiriş…

Kendine yürümeli insan.

Ve ilk engelinin kendi olduğunu da görmeli… Patikasını
açarak yürümeli ki; rüzgârının önünü hiç kimse alamasın.

Geceni aç

“Bu
gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.

Yokluğunu
düşünüp. Yitmesine yanmakla.”

Pablo
Neruda
                                               

Geceni aç, gündüzünü unut şimdi. El değmez güzelliğine.
Bilinir şarkı da değil bu. Gecesi düş ki, sorulmaz adın. Işıltındadır dünya.
Gene de avuntu gibi gelir zaman, günün en dar yerinde; hatırlayınca bütün sözlerini
suskun bir gün başlar aramızda. Sese karşı duyarlı, bütün yalıtılmışlıklar
adına bekleyen ne bunu düşünürsün. Bir de varlıktaki yokluğu. Heidegger’siz
zaman sorgusu olur mu demeden, kendini verirsin orada bekleyen gül’e. Bilinir
ki ömrü kısa, günü uzun, zamanı derişik. Gene de sen, bakışsız kalan söze
avuntusundur.

Geceni
unut, gündüzüne yaz şimdi düşlerini.
Güzelliğinle yan yana bir söz daha yetiştir
içindeki tufana. Nasılsa imkânsızın şarkısıdır bize nidası gelen. Gene de anla;
ne gecesiz gün, ne de günsüz gece anlamlıdır. Gidersem eğer, sevme beni;
bahçeni çevreleyen çitsem unut adımı. Eğer ki zamanına şenliksem, bir günü
başka gün kılmazsam sakla o ilk günün sözlerini gözlerinde, ama adını sen koy.
Kime ne; bir bakışla seni seveni. Bin inatla sana geleni. Aranızdaki sözün
sırrı size ait. Gül bahçene elemler yağmayacağına göre; zamanı dinle. O zaman
ki, aranızda ses, bir bakış, zümrüt yeşili bir ışıltı.

Geceni geç, sabahına eriştir sözü. Sen ki bir simyacı
gibi söze adamışsın ömrünü. İşte orada varız, bütün imkânsızlıklar berhava;
hadi avuntuyu bırak, sabahın çiğini gör, sen ki gözlerinde dünya taşırsın,
dünya sığmaz gözlerine. Ama sözünde söz, dilinde şarkı olan ne varsa aramızda
en iletken. Taşır seni bana, benleşen ne diye sormadan yol aldığıma göre;
geceni geç, sabahını unut öyleyse. Gel, yeni bir gün yaratalım; sözcükler çağrı
aramızda. Vazgeç bu suskunluktan, “bu
gece en hüzünlü şiiri yazabilirim”
dedirtme bana. Çünkü hem bakışlardasın,
hem de içimde dünyanın şarkısısın.

Bakışlardaki
sen

“öyle doluyum ki seninle

kendimden döküleceğim toz gibi

bastığın yere baş koyacağım usulca

uçarı gölgene asılıp kalacağım”

Furuğ

Zaman ehlileştiriyor günü. Şimdi sen neredeysen oradayım
ben. Gül mü kokladın, dikenini ayırmadan sevmeyi öğrenelim gel birlikte. Yağmur
mu değdi saçlarının teline nemini dudaklarım kurutsun. Kar mı yağıyor gecemize,
el ele yürek yüreğe verelim kendimizi o engâh engâh yağışın güzelliğine.

Sen
ülkeysen eğer, bırak ben seni keşfedeyim.

Bakışlarındaki sen’i göreli beri; yurdum bildim
gözlerinin ışığını. Hadi, susarak anlat bana senin mevsimlerini.

Öyle sırla ki beni varlığına, inkârı zor olsun ayrılığın;
bir de sensizlik yaşama sözlüğümden çıksın. Ama özlemi hiç ayırma elindeki
sözlükten, ara ara dön bak; yeni duygular ekle bunun açıklamasına. Hadi sen
Şirin değil, devinip duransın; gene de bir Ferhad gerek sana. Adını sen koy;
belki de benzersizlik burcunda biri sevmeli seni. Kendi gelmeli adıyla da.
Gözlerini gözlerinde taşıyan olmalı.

Eğer doğruysa şu:

Sakin, uysal, güvenilir; etrafındakileri
çok fazla düşünen, şanslı, inatçı, hırslı, zorluklara direnen, mükemmeliyetçi, duygularını zor açabilen…

Adımı adının yanına koy. Sonra
bakışlarındaki sen’le sırla sözlerimi.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (23 Haziran 2020)

Yorum yapın